MARAŞ’TA UYANMAK
HÜSEYİN MÜMTAZ
Maraş’ta iki türlü uyanılır..
Benim 74 sonunda, henüz kimsenin yerleş(tiril)mediği Ay Androniko köyündeki terkedilmiş iki katlı bir evde konakladığım uzun ve ıssız bir gecenin sabahında gözlerimi açtığım gibi.. Gece kapkara, kopkoyu ve çıt yok; güneşin ilk ışıklarıyla yattığınız odayı, evi, bahçeyi, köyü dinliyorsunuz, yine tek bir yaprak kımıldamıyor. Uzak bir gezegen, sanki okyanusun ortasında uzak ve kaybolmuş, unutulmuş bir ada..
Eminim Maraş, 74’deki o Yeşilköy gecesinden 40 yıl sonra, şimdi bile halâ öyledir..
“Uyanma”nın ikinci anlamına geçelim..
AB-D ve onların içimizde Euro/dolar ile embedilmişleri tarafından itina ile gizlenip, parlak ambalajlar içinde yutturulmaya çalışılan oyunları, kurulan tezgâhları ve hazırlanan komploları, göz boyamacılığını fark edip gerçek dünyaya gözlerinizi açtığınız derin bir uykudan “uyanma”dır, burada kast edilen..
“Hile ve desise”nin farkına varıp gerçeklere “uyandığınız” o büyülü andır demek istediğim.
Şu sıralar sanki gökten üç elma düşmüştür ve ansızın vahiy inmiştir Maraş konusunda..
1.TC’nin AB Bakanı ve Başmüzakereci Çavuşoğlu; “Kapalı Maraş, Kıbrıs müzakerelerinin ana unsurlarından biri. Tek başına görüşülmesi doğru ve inandırıcı değil” dedi; 2.Talât; “Maraş’ın açılması için yapılacak müzakereler bütünlüklü çözüm müzakerelerini gölgede bırakacaktı” dedi ve; 3. Eroğlu “Maraş’ı verirsek Rumlar anlaşmaya gelmez” dedi.
Aslında Eroğlu başlangıçtan beri utangaç bir üslûpla, ama özellikle son bir yıldır giderek daha yüksek sesle “iyimser-anlaşma taraftarı” bir profil çiziyor.
Bu “ince” taktiksel yaklaşımdaki muhataplarının hem Ankara, hem “batı” olduğunu düşünüyorum.
“Ankara”sız, elindeki imkânların son derece kısıtlı olduğunun biliyor. 2004 Annan sürecinde “Ankara” ile tam bir uyum içinde çalışan Talât’tan sonra kendisine şüphe ile yaklaşılacağının farkında idi. Süreç içinde her iki taraf da orta bir yolda buluşmuş gibi görünüyor. Eroğlu uzatmalarda yediği Özersay golüne rağmen, giderek daha rahat hareket ediyor.
“Batı”ya gelince.. Bu cephede hareket alanı, “Ankara”ya karşı olduğundan daha geniş. Daha serbest..Daha üst perdeden; “Hadi, hemen anlaşalım. Bir ay içinde görüşmeleri tamamlayalım, iki ay sonra referandum yapalım, üç ay sonra da birleşelim” görüntüsü veriyor.
Bu “doğru” tavır hem “Ankara”yı rahatlatıyor, hem “batı”nın kafasında Rumlar hakkında bazı soru işaretleri uyanmasının yolunu açıyor.
“Batı”yı, Rumlara karşı; “Bakın Eroğlu ‘da’ anlaşma taraflısı’ymış’, siz de biraz daha anlayışlı davranın” noktasına getiriyor.
Ve Eroğlu bütün bunları yaparken, şimdiye kadar “Kıbrıs Türk hakları”ndan geri adım atmadığı görüntüsünü dikkatle koruyor.
“Biz bu devleti tarihe karşı şaka olsun diye kurmadık” ve “Halkımın kabul etmeyeceği hiçbir anlaşmayı imzalamam” sözleri onundur.
Gelinen noktada bazı şeyleri daha açık ve net söyleme imkânı bulabiliyor artık.
Son Newyork ziyaretinden sonra;
“Müzakerelerin uzaması ve Rum tarafının aşırı isteklerde bulunması halinde umudun azalacağını, müzakere masasında hep -taviz vermesi gereken tarafın Türk tarafı- olduğu anlayışının bulunmasının kendilerini tedirgin ettiğini, -Sadece Türk tarafı verecek, Rum tarafı alacak anlayışı içerisinde müzakerelerin devam ettirileceği sanılırsa o zaman anlaşmaya varmanın zorluğunun kendiliğinden ortaya çıkacağını- söylemiş ve -Müzakere sürecinde Türkiye ile her zaman istişare halinde olduklarını, Kıbrıs konusunun hem Türkiye’nin hem de KKTC’nin milli davası olduğunu, son dönemde Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmelerin bu davayı etkilemeyeceğini” açık ve rahat bir şekilde ifade etmiştir.
Ama şeytan içeride ve dışarıda tabii ki boş durmuyor..
Haftalık Katimerini, Newyork kaynaklı haberinde;
“Taramanın son aşamasında Kıbrıs Türk tarafının toprakla ilgili bazı tezleri not edildi ancak bunlar belirsiz kalıyor ve daha çok kriterlere dayanıyor, oranları ve haritayı müzakerelerin son aşamasından önce sunmaları söz konusu değil. Ankara meselenin, tek bir Kıbrıslı Türkün bile oturmakta olduğu konutundan gitmesi noktasına varmamasında ısrar ediyor ki bu da meseleyle ilgili, büyük ölçüde mülkiyetle bağlantılı görüşülecek uzun tartışmaları gündeme getiriyor” diyor.
“Durum”dan, mevcut koalisyon hükümetinin başbakanı da nedense “rahatsız”;
“Sayın Cumhurbaşkanı’nın hükümeti sürece dahil etmedeki arzusunun yeterli olduğunu düşünmüyorum. Bu bakımdan da bir olumsuzluk olduğunu ifade edebilirim. Tabii ki görüşmeci ve yetkili olan Sayın Cumhurbaşkanı’dır. Buna itirazı olan yoktur ama hükümet olarak bizlerin de bu sürece katkı yapma arzumuzu geri çevirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Sonuç olarak bu ülke hepimizindir ve varılacak çözümüm hangi çerçevede olacağı da bellidir” diyor.
Yorgancıoğlu, Dışişleri Bakanı Özdil Nami’nin bilgi birikimi, deneyimi, yaptığı görüşmeler ve kurduğu ilişki ağlarının bu süreçte yarara dönüştürülmesi ve faydalanılması gerektiğini belirterek, “Ama görebildiğim kadarıyla bu konuda da Sayın Cumhurbaşkanı isteksizdir. Bunun da düzelmesi gerekir. Bu konu her açıldığında ‘görüşmeler henüz derinlemesine yürütülmüyor, o bakımdan şimdilik buna ihtiyaç yok’ gibi geçiştirici sözler söyleniyor. Bu da doğru değildir. Ama Sayın Cumhurbaşkanı, böyle yapıyor diye bizim sorunun çözümüne katkı yapmaktan geri durmak gibi bir anlayışımız da yoktur. Eroğlu’nun katılımcılık anlayışıyla hareket etmesi halinde kendisi de bundan yarar görecektir” diye hafif bir kılçık attıktan sonra heybeden “beklenen” turpunu çıkarıyor;
“Ama Türk tarafının verebileceği bir tek şey vardır, o da topraktır. Neresi, hangi koşulda, ne kadar sürede… Bunlar hep masada belirlenecek konulardır. Benim şu anda ‘şurası, burası verilecek’ demem mümkün de değildir, doğru da değildir.… Anlaşma olur olmaz insanlar eşyalarını kamyonlara doldurup yer değiştirmeyecekler, belli sürelerde evler, yeni yerleşim yerleri inşa edilerek insanlar peyderpey yerleştirilecektir. Tüm bunların iyi hesaplanması gerekir”.
Görüşmelere “deneyimlerinden istifade için mutlaka alınmasını istediği” Oslo’cu Nami ile aynı düşüncede Yorgancıoğlu.. Nami de açık ve net bir şekilde “Anlaşma acıtacak” dememiş miydi?
Yâni iş dönüp dolaşıp “Türk tarafının vereceği” toprağa gelip dayanıyor.
2004’de Lefke-Güzelyurt, hele ki Gaziveren’lileri “bile” aynı yalanla “Lapta’da villalar inşa edilecek oraya yerleşeceksiniz” diye kandırmamışlar mıydı?
Rum Yönetimi yeni Sözcüsü Nikos Hristodulidis de Nami-Yorgancıoğlu ile son tahlilde aynı noktada buluşuyor ve “Maraş, Güven Yaratıcı Önlemler’in anahtarıdır” diyor..
(Farkında mısınız, son günlerde bir “anahtar” meselesidir sürüp gidiyor..)
CTP ekibinin neye dayanarak böyle düşündüğü, hangi taraftan esen rüzgâra göre hareket ettiğini, Eroğlu’nun bilmediği neyi bildiklerini bir sonraki yazıda anlatacağız.
Ama yazıyı bitirip son noktayı koymadan; sağa sola yerli yersiz, lüzumlu lüzumsuz temenna sarkıtan dostlara da buradan kandilli selamlarımızı göndermeyi ihmal etmeyelim.. 24 Nisan 2014
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Bir yanıt yazın