Mut’a Nikâhı diye bir nikâh türü olduğunu herhalde duymayan yoktur. Hele de bugünlerde. Bu nikâh türü, daha çok İran benzeri ülkelerde, yani Şiilik inancının hakim olduğu ülkelerde geçerlidir. Burada haddimizi aşarak Şiilik üzerinde uzun uzun söz söyleme niyetinde değiliz. Ancak bir çok tarihçi ve ilahiyatçının, Şii inancının, İslam’da ifrata kaçan bir mezhep olduğu ve bu mezhebin öğretileri arasında Zerdüştlükten Mecusiliğe varıncaya kadar İran’ın geleneksel kültüründen birçok öğe bulunduğu ve Şiiliğin aslında İran tarafından siyasallaştırılmış bir inanç sistemi olduğu konusunda ittifakı söz konusudur. Ve bugün Şiilik, bazı küçük farklılıklarla birlikte Afganistan, İran ve Irak’tan tutun da Atlas Okyanusu’na kadar bütün Kuzey Afrika boyunca uzanan bölgede yaşamakta olan bir inanç sistemi özelliği taşımaktadır. Mut’a Nikâhı, işte böyle bir inanç sistemi tarafından kabul gören bir nikâh türü olup, ülkemizde de bazı cemaatler tarafından ilgi gördüğü konusunda yaygın bir söylenti bulunmaktadır ki; internette yapacağınız küçük bir gezinti sonucunda sizler de bu konuda az çok bilgi edinebilirsiniz. Çünkü internet sitelerinde ve sosyal medyada konu enine boyuna tartışılmaktadır.
Açıkça İslam düşmanlığı ve Hıristiyan propagandası yaptığı anlaşılan internet sitelerinden birisinde şöyle denilmektedir: “….İşte İslam’daki çelişkilerden biri de bu. Erkek dinsiz olmamak şartıyla her dinden kadınla evlenebilir. Dinde zorlama yoktur masalı ile de kadınların inandığı dinde kalmasına izin verilir. Peygamber Muhammed’in iki Hıristiyan karısı (iki kız kardeş-birinin adı Elisabeth idi) vardı. Bunlar ölünceye kadar Hıristiyan olarak kaldılar. Ayrıca bu din 7- 8 yaşındaki kızlarla da evliliği serbest kılar. Çünkü peygamber de öyle yapmıştır. Ayrıca bu dinde “Muta Nikâhı” vardır. Yani isteyen şahıslar birkaç aylığına, birkaç günlüğüne veya birkaç saatliğine evlenebilirler. Bu uygulama mesela İran ve Afganistan’da hala var.”(1).
Bir başka internet sitesinde ise “Cabir b. Abdullah (r.ahm.) şöyle haber vermiştir: Resulullah’ın (a.s.) habercisi yanımıza çıkıp gelerek: -Şüphesiz Hz. Peygamber istimta yani kadınlarla muta nikâhı yapıp bir araya gelmenize izin verdi- demiştir.” (2) şeklinde Hz. Peygamber’e bir hadis nispet edilerek Mut’a Nikâhı’na destek verildiği anlaşılmaktadır.
Yeniasya Gazetesi yazarlarından Mustafa Özcan ise 11.03.2004 tarihinde yazmış olduğu “Gürtuna ve Cemal el Benna” başlıklı yazısında bakın neler söylemektedir:
“….Cemal el Benna bununla da kalmıyor yepyeni bir fikirle karşımıza çıkıyor. Hazret peçenin veya çarşafın İslâm’ın bir ürünü olmadığını geçmişte cahiliye döneminde Arap kabilelerin bir adeti ve kalıntısı olduğunu ve sonraki dönemlerde İslâm’a bulaştığını ileri sürüyor. Bu hususta aynısı olmasa da benzeri iddiaları serd eden Kenan Evren ve Nur Vergin gibilerini de yalnız bırakmamış oldu. Bilindiği gibi, Nur Vergin gibi kimi yazarlar, çarşafın bir Bizans veya İran âdeti olduğunu ileri sürüyorlardı. Kenan Evren de başörtüsünün zuhurunu Bursa’nın Türkmen güzellerine bağlamıştı. Yüzleri belli olmasın veya sofraya kıl dökülmesin diye böyle bir kıyafeti benimsemişlerdi. Biraz eksiğiyle birlikte Müfit Gürtuna’nın eşi Reyhan Gürtuna’dan, Benna’nın bir başka tezine ve kaziyyesine de destek geldi. Gürtuna’nın Türkiye’deki başörtülülere takdim ettiği modeli, o gurbetteki Müslümanlara tavsiye ediyor. Gurbetteki erkeklerin muta nikâhı kıyabileceklerine fetva verirken hanımların da başörtüsü yerine şapka giyebileceklerine ruhsat veriyor. Kalp kalbe karşıdır dedikleri hesap; Benna ile Gürtuna’nın tezleri uzaklardan birbirlerinin içine doğmuş olmalı.”(3).
Şimdi geçelim işin bilimsel ve tarihsel yanına. Prof. Gaudefroy-Demombynes, 1931 yılında Paris’te yayınlanan “Le monde musulmen et byzantin Jusgu’aux Croisades” isimli eserinin 432. sayfasında şöyle der; “Alevilik (Şiilik), cereyanı dokuzuncu asrın sonunda iki faaliyet merkezi teşekkülüyle neticelendi: Bunlardan biri onuncu asırda Mısır hilafetine inkılâp etmiş olan Ifrîkıyye Fâtimî Devleti, biri de Bahreyn’deki Kermatî cemâatiydi.”(4). Ünlü tarihçimiz İsmail Hami Danişmend Fâtimîlik fikrini ortaya atmış olan Abdullah İbni Meymûn’un İran’lı olmasına mukabil, Kermatîliğin kurucusu Hamdân Kermat’ın Iraklı bir Ârâmi olduğunu, yani her iki anlayışın da Arap olmayan kişiler tarafından tesis edilip Araplar arasında yaygınlaştırıldığını söyler.(5) Yukarıda ismi geçen Fransız bilim adamı da yine ismi verilen eserinin 432. sayfasında Şii Fâtimîliğin kurucusu Abdullah İbni Meymûn hakkında şöyle der: “Bunun bir Acem (İranlı) olduğu anlaşılmaktadır. İran an’anelerine vâris olan bir (Zındık), yani gayri-müslim sayılmasında hata olmasa gerektir”(6). İsmail Hami Danişmend devamla şöyle der; “Aslen Acem oldukları halde, uydurma bir nesepnâme ile kendilerini Hazreti Fâtımâ’nın nesline nisbet etmiş olan Fâtımîlerin hakikatte Fâtımîlikle hiç bir alakaları olmadığında umûmiyetle ittifak edilir”(7).
İsmail Hami Danişmend ünlü tarihçimiz Ahmet Cevdet Paşa’nın “Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefâ” isimli eserinin 1331 tarihli İstanbul baskısının 453. sayfasında verilen bilgilerin de ışığında Kermatîlik hakkındaki kanaatini şöyle açıklar: “…Çünkü bu mezhep halkın aşağı tabakalarını harekete geçiren bir nevi Komünizmden başka bir şey değildi. Brockelman -Dâr’ül Hicre-müridleri arasında -tam bir mal birliği- hüküm sürdüğünden bahsetmektedir”(8) İ.H.Danişmend, Kermatîlik konusunda Henri Masse’den de şu bilgileri aktarır; “Bu hareket El-Cezîre’den (Irak olmalı) Arabistan’a yayıldı ve kısmen âmiyâne bir Komünizme inkılâp ederek (dönüşerek) bazı ifratlarla (aşırılıklarla) neticelenmiş olduğu için, gene İsmâilîlerden diğer tarikatçıların, yani Fâtimîlerin müdahalesine yol açtı…Hülasa diyebiliriz ki; Kermatîliğin (İmâm-ı Mektûm) akidesini ictimai bir inkılab uğrunda kullanmasına mukabil, Fâtimîlerin de öyle Sosyalizmi reddederek Kermatî propagandasıyla (İmâm-ı Mektûm) akidesini siyasi hakimiyet fikirlerinin tahakkukunu temin yolunda kullanmış oldukları anlaşılmaktadır”(9).
İ.H.Danişmend devamla “Bu izahtan anlaşılacağı gibi, ayni bir mugalâta ve dalâlet mezhebi Fâtimîler tarafından saltanat ve Kermatîler tarafından da komünizm aleti ittihaz edilmiştir!” dedikten sonra Will Durant’tan şu bilgileri nakleder: “Kermatîler mal ve kadın ortaklığı fikrini müdafaa ettiler, işçileri tesânüd cem’iyetleri halinde teşkilatlandırdılar, cihanşümul bir müsâvât ilan ettiler ve fikir hürriyetçileri sıfatıyla Kur’an’ın bâtinî bir tefsirini kabul eylediler. Sünnî İslamiyetin tespit etmiş olduğu ibadet usulleriyle orucu istihfâf ediyor ve mihraplarla taşlara karşı namaz kılan (eşekler) le alay ediyorlardı”(10).
Yine İsmail Hami Danişmend’in aynı eserinden öğreniyoruz ki (bk. s. 159-161); bizatihi müfritlik olan Şiiliğin bu en aşırı ucu Kermatîlik, bir ara oldukça güçlenip şımarıyor ve M.930 yılında Mekke-i Mükerreme’yi işgal ile şehri ve hacıları yağmaladıktan başka 30.000 hacıyı katlediyor, Kutsal Kâbe’nin örtüsünü parçalıyor ve mübarek Hacer’ül Esved’i yerinden sökerek beraberlerinde götürüyorlar ki; bu mübarek taşın tam 22 sene bu sapkın cereyana mensup kişilerin uhdesinde kaldıktan sonra geri iade edildiği belirtilmektedir. Esas konumuz bu olmadığı için burayı geçiyoruz.
Şimdi yukarıdan beri yazdıklarımızı, sosyalizmi, komünizmi, mut’a nikâhını, Türkiye’deki bazı dini cemaatlerin bu nikâha bakış açılarını, günümüzde başta sanat çevresi ve sosyete denilen toplum kesimlerinde yaşanan kısa süreli ve nikâhsız birliktelikleri ve ayrıca özellikle ülkemizde zinanın suç olmaktan çıkarıldıktan sonraki gelişmeleri üst üste koyarak konuyu bağlamaya çalışırsak şu sonuçları çıkarabiliriz:
1- Mut’a Nikâhı diye bir nikâh türü bulunmaktadır ve bu nikâh türü çoğu kere fuhşa ve zinaya bir kılıf ve perde olarak kullanılmaktadır. Böyle olmasa bile bu nikâhın uygulanması konusunda böyle bir ihtimal her zaman bulunmaktadır.
2- Şiilik İran’da doğmuştur ve buradan İslam Dünyası’nın birçok bölgesine yayılmıştır ve Şiilik bugün İslamiyet’ten öte İran Milli Dini haline gelmiştir. Çünkü Şii inancının içinde başta Zerdüştlük ve Mecusilik başta olmak üzere eski İran dinlerinden bazı izler bulunmaktadır.
3- Bilindiği gibi Zerdüştlüğün öğretisi içinde toplumda mal ortaklığı anlayışı hâkimdir ve bu ortaklığın içine kadınlar da dâhildir. Bu yönüyle Zerdüştlük, kollektivizmi esas alan Sosyalizm ve onun uygulama biçimi olan Komünizmle örtüşmektedir. Bu durumda Karl Marks’ın, Sosyalizmin amentüsünü vücuda getirirken Zerdüştlükten esinlenmediğini hiç kimse iddia edemez.
4- Bizatihi ifrat olan Şiiliğin en müfrit kolu olan Kermatilik, dine, mala ve kadına bakış açısı bakımından tipik bir komünizmdir ve bu komünizm İslam Dünyası’nda ilk defa bu Kermatiler tarafından uygulanmıştır. Komünizmde nasıl ki “Din afyon” olarak nitelendirilmişse, Kermatiler de namaz kılan mü’minleri taşlara yönelerek namaz kılan eşekler olarak nitelendirip, oruç ibadeti ile istihfaf etmişler, yani orucu hafife alıp oruç tutanlarla dalga geçmişlerdir.
5- Mut’a Nikâhı’nda, kadının ortak mal olarak algılanması kadar ağır olmasa bile, kadının bir mal ve eşya olarak algılanması şeklindeki bir anlayışın izleri vardır. Ve eğer, iddia edildiği gibi birkaç günlük veya birkaç saatlik sürelerle nikâhlar akdediliyorsa bu, tam bir sapıklık, sapkınlık ve kadın onuruyla alay etmektir. Cinsel arzuları tatmine ve şehvetleri söndürmeye yönelik bir kılıftır. Dolayısıyla bu uygulamanın adresini ta Kermatîlik de aramak gerekmektedir.
6-Mut’a Nikâhı ve nikâhsız birliktelikler, neslin devamı, ailenin korunması ve milletlerin asâletlerinin muhafazası açısından da son derece sakıncalı olduğu gibi İslam’ın özüne de büsbütün aykırı uygulamalardır. Sevgi ve şefkatten çok, işin içine maddi ve manevi menfaatler ve hazlar girmektedir(11)(*)
_________________
(*)Bu yazı, ilk defa “Mut’a Nikâhı Şiilik ve Komünizm!” başlığı ile 29.12.2005 tarihinde yayınlanmış, Prof. Dr. Emre Kongar’ın, “Sevgili okurlarım, size bugün adını hiç duymadığınız bir İslam mezhebinden söz edeceğim: Karmatiler: 9. yüzyılda ortaya çıkmış olan ilk İslam komüncüleri. (Siz ”komünistleri” diye de okuyabilirsiniz.)” diyerek reklam edip, “İslam’da Komünist Korsanların Gizli Mezhebi: Karmatiler” başlığı ile konuyu ele alması üzerine, Kasım/2007 tarihinde bu sefer “Mut’a Nikâhı, Şiilik, Kermatilik ve Komünizm” başlığıyla yeniden yayınlanmıştır. Konunun bugünlerde yeniden gündeme getirilmesi üzerine istifade edileceği düşünülerek bu yazıyı yeniden yayınlamayı uygun bulduk.
1-http://www.kutsalkitap.org.
2-http://hadith.al-islam.com.
3-http://www.yeniasya.com.tr/yazarlar/butun.htm,
4-İsmail Hami Danişmend, Türk Irkı Niçin Müslüman Olmuştur, s.157, Okat Yayınları, İstanbul, 1959. (Parantez tarafımızca konulmuştur. Ö.Sağlam),
5-Aynı Eser, s. 157.
6-Aynı Eser, s. 154.
7-Aynı Eser, s.154.
8-Aynı eser, s. 157-158.
9-Aynı eser, s. 158. (Açıklamaya yönelik parantezler tarafımızca konulmuştur. Ö.Sağlam),
10-Aynı Eser, s. 158.
11-İslam Fıkhı konusunda Türkiye’de otorite kabul edilen Prof. Dr. Hayrettin Karaman “Müt’a Nikahı yapmak caiz midir?” şeklindeki bir soruya ayet ve hadislerden hareketle şu cevabı vermektedir (ki; biz de sayın profesör gibi düşünenlerdeniz):
“İslâm zinayı kesin olarak yasaklamış, kadın ile erkek arasında cinsî ilişkinin yegâne meşrû yolu olarak nikahı (evlenme akdini) getirmiştir. Evlenmeden maksat yalnızca cinsî tatmin olsaydı, bunun geçici (muvakkat) ve bir zamanla sınırlı olması da makul ve meşrû olurdu. Hadîslerden, Hz. Peygamber (s.a.)’in, Mekke fethine kadar birkaç defa, gerektikçe müt’a nikahına izin verdiği, sonra yasakladığı anlaşılmaktadır…
Sonuç olarak sünnî fıkıh mezhebleri, ittifakla müt’a nikahının caiz olmadığı önceki ruhsat ve izinlerin sonradan ebedî olarak kaldırıldığı, neshedildiği hükmünü benimsemişlerdir. Bu mezheblere mensup bulunan bir müftü, müt’a nikahının cevazına, durum ne olursa olsun fetva veremez. Ancak samimi olarak, ictihad veya taklit yoluyla farklı görüşte olanlara da fâsık diyemez”(bk.(http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00097.htm),
Yazıları posta kutunda oku