“İKİ TOPLUMLU”
HÜSEYİN MÜMTAZ
Ben zaman zaman iki konuda şüpheye düşüyorum..
Bu toplumun zaman çizelgesinde 63 ve 74 yok mu? 1961,62,64 ve 1972,72,73, 75 diye mi sürüp gidiyor milâdi tarih?
Ve iki; 63 ve 74’de bu toplum yok muydu, 2014’de KKTC’de yaşayanlar uzaydan mı geldi?
Bir önceki yazımızda,
“-Ara bölge-den nefret ediyorum, -iki toplumlu-dan iğreniyorum, -etkinlik- lafına illet oluyorum. Hele -Ara bölgede iki toplumlu etkinlik- kavramına uyuz oluyorum, kaşıntı basıyor” demiştik.
Bu kavram gündelik yaşamımıza 2004 Annan-Karen Fogg döneminde girmiştir. Dolar ve Euro’larla embedilmiş Sorosçu çocukları AB-D’nin yüksek himayelerinde Sarayönü ve gazete köşelerinde Rum bayrağı dalgalandırmışlardır.
Sarayönü mitinglerine AB-D büyükelçilerinin sırıtarak katıldıklarını hatırlamıyor musunuz?
Şimdilerde de Baf’da, Limasol’da ve çeşitli yerlerde yine aynı aktörlerle aynı organizasyon sahneleniyor.
Talat’a Limasol’da yapılan saldırıda “konferans salonunda bulunan” ABD’nin Lefkoşa Büyükelçisi John Koenig, salonun dışında olanlardan çok salonun içindeki ortamın umut verici olduğunu belirterek bu tür “yüzleşmelerin” daha sık yapılması gerektiğini söylüyor ve “Dolayısıyla bu yıl içerisinde veya belki önümüzdeki yıl, ama mutlaka buna uygun bir süre içerisinde kapsamlı bir çözüme ulaşmak mümkündür” diyor.
Kıbrıs Türk Toplumu, en büyük “iki toplumlu etkinlik”i 63’de yaşamıştır, 74’de yaşamıştır efendiler…
63’de Grivas, 74’de Sampson bu travmanın, bu “iki toplumlu etkinlik”in mimarları değiller miydi?
60’da “Ortak Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı” Makarios, “Ellas-Kipros-Enosis” pankartı önünde konuşma yapmamış mıydı?
2003’de Rumların AB’ye kabulü anlaşması sonrasında Yunan Başbakanı Simitis Larnaka Havaalanı’nda “Enosis’i gerçekleştirdik” dememiş miydi?
Her yer “ara bölge” değil miydi o zaman?
Alın size dört tane “ara bölgede iki toplumlu etkinlik” örneği..
Ve neden bütün bunlardan sonra bazıları bayıla bayıla “ara bölge”ye gider de “iki toplumlu etkinlik” için can atar?
Tek toplumlu etkinliği Türk tarafında yapınca tüyünüz mü yassılır, yıldızlarınız mı dökülür?
Ve neden, nasıl, niçin halâ “güven arttırıcı önlemler”..
Söyleyin Allah Aşkına, yukarıdaki örneklerden sonra asıl kimin kime güveninin artması lâzım? Kim kimi ikna edebilmek için “karşılıksız” bir şeyler vermeli? Meselâ Mutallo, Tuzla yahut Leymosun Fevzi Paşa mahallesi neden bir iyi niyet gösterisi olarak ve güvenin artması için neden Türklere geri verilmiyor da ille de Maraş?
Bakın Rum Dışişleri Bakanı Yoannis Kasulidis yeni başlatılan çapraz ziyaretler düzeninden istifade ile, BM’nin 1984 tarihli 550 sayılı kararına atıfla “Mağusa, hatta Maraş ifadesi illa sadece kapalı kente atıf yapmaz” diyor.
Bütün doğu KKTC’yi istiyor..
Zaten Karpaz da “onların”..
Astarını da verelim mi?
Zaten muhterem, bir hafta önce de “Türkiye ile AB sürecinde hiçbir başlık bedava açılmaz” demişti.
İngiltere’nin AB İşlerinden Sorumlu Bakanı David Lidington da kendisi ve Dışişleri Bakanı Wiliam Hague’in Kapalı Bölge Maraş Konusunda “Türk Yetkililerle Düzenli Olarak Görüştüklerini” belirtti..
Gülbahar haklı olarak soruyor, “Türk yetkililer” kimdir diye?
Evet, kimdir bu yabancılarla ha bire Maraş’ı konuşan “Türk yetkililer”?
“Oslo”cu Nami mi, bir türlü “toparlanamayan” Özersay mı, yoksa kapısı, penceresi ardına kadar açık püfür püfür havalandırmalı bir odada çalışmalarına devam etmekte olan Dâvutoğlu mu?
New York Times, o vahim olayla ilgili olarak en çarpıcı yorumu yapıyor ve diyor ki; “Eğer tek bir toplantının gizli kalması gerekiyorsa, o işte bu toplantıydı. Fakat görünen o ki Türkiye’de çok az kişi; bu toplantıyı dinleyenlerin, kaydedenlerin ve yayanların yeteneklerinin ötesinde. Türkiye aylardır sızan görüşmeleri dinliyor ama bu en dramatiğiydi. Türk ulusal güvenliğinin kalbi vuruldu”.
Dâvutoğlu’nun
odasının bir seneyi aşkın zamandır “kamuya açık” olduğu söyleniyor; Alman Spiegel dergisi NSA eski sistem analisti Edward Snowden’ın sızdırdığı belgelere dayandırdığı haberde, 2009 yılının Mayıs ayına ait olan listede NSA tarafından bilgi toplanılan dönemin 122 devlet ve hükümet başkanlarının isimlerinin yer aldığını belirtiyor; acaba, “Dolayısıyla bu yıl içerisinde veya belki önümüzdeki yıl, ama mutlaka buna uygun bir süre içerisinde kapsamlı bir çözüme ulaşmak mümkündür” diyen ABD’nin Lefkoşa Büyükelçisi John Koenig duyduğu bir şeyler üzerine mi yorum yapıyor?
Girne’den söz etmezsek bu yazı eksik kalacak..
Besim Tibuk’un SÖZCÜ Gazetesi’nde geçenlerde renkli resimli bir ilânı yayınlandı.
Türkiye’de halen hapisteki, ismi lazım olmayan bir hükümlü “dostuna”; “Gel buraya sana Girne’de denize nazır villa tahsis edelim” demiş.
Ben Besim Tibuk’un KKTC’de İçişleri veya İmar Bakanı olduğunu duymadım.
Girne’nin, Besim Tibuk’a hibe edildiğini de duymadım.
Girne, Tibuk’un babasının malı mıymış?
Girne’yi Besim Tibuk’a kim vermiş?
Kaça satmış? Satarken komisyon almış mı?
Girne Derebeyi mi Tibuk, da bu kadar bol keseden arazi-mülk dağıtıyor Girne’de?
Almışsa Tibuk, Lapta’dan Girne’ye kadar bütün sahile tek bir çivi çakmış mı?
Girnelilerin, Girne’de oturmakta olan dostların neden hiç sesi çıkmaz?
Anladık 63’den, 74’den haberi olmayan toplum uzayda yaşıyor da, Girneliler nerede yaşıyor?
Neyse biz de modaya uyup, topu taca atalım..
Bu gece ve bütün gün Karadeniz’de kar yağdı.
Duydum ki Kıbrıs’ımın kuzeyine bahar gelmiş.
Doruk’la Demir yazlık kısa çoraba geçmişler, Alphan’ın kırlangıçları artık sabah erkenden cama tıklayıp uyandırmaya başlamışlar.
Altıntoplar açmış.
“garson masa iyi manzarayı değiştir” diyor Attila İlhan..
“sırası mı mehtabın yıldız yağmurunun
Bu gece yalnızım onlar gelmeyecek
Sapa bir yerindeyim mutsuzluğumun”..
Sırası mı “ara bölgede iki toplumlu etkinliğin”?30 Mart 2014
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Yazıları posta kutunda oku