Rahip Lepsiusla ilgili hazırladığımız yazı dizimizin ilk bölümünde onu değişik yönleri ile tanıtmış ve hatta Ermeni davası hesabına başardığı işleri özetlemek için kendisini “ tek kişilik bir ordu” olarak değerlendirmiştik. Kendisi İstanbul’a gelmek ve gelişmeleri yakından izlemek istiyordu. Bunun için bütün imkânları kullandı ve sonunda Türk makamlarından gerekli izni almayı başardı.
Alman Yöneticilerin teşvik ve desteği ile İstanbul’a gelen Rahip Lepsius Amerikan Elçisi dâhil, Patrikhane ve Ermeni örgütlerinden Ermeni göçü ile ilgili bilgileri topladı ve 10 Ağustos ta Enver Paşa ile de görüşme izni talep etti ve bu izni alınca onunla görüşme imkanı buldu.(1) Lepsius bu görüşmeyi ve kendisine gösterilen iltifatı ileride her yerde istismar edecek, Ermeni propagandası için abartılı ifadelerle aleyhte kullanılacaktır. Hatta bu sahne Ermeni dünyasının ünlü propaganda yayını olan Franz Werfel’in Musa Dağında kırk gün adlı romanında şu sözlerle anlatılır; Bu sözlerle aynı zamanda bu kişinin savaşta ülkesinin müttefiki bir ulus için neler düşündüğünün izlerini de bulmak mümkün olacaktır.
“Eğer Kuzey İran, Kafkasya, Kaşgar ve Türkistan’a gidilirse, buralarda çadırlarda yaşayan “Türk Irkına” mensup bütün halklar ve Avrupa’nın yarısı kadar bir alanı kaplayan bozkırda, oradan oraya yaşayan göçerlerle birlikte 20 milyonu bulmaz bir sayı…. Böyle düşleri “milliyetçilik” adlı uyuşturucu üretiyor diye düşünüyor Lepsius. Aynı zamanda karşısındaki bu narin yapılı savaş tanrısına, bu çocuksu “Hıristiyanlık Düşmanına” acıma duygusu sarıyor benliğini, Johannes Lepsius ses tonu şimdi yavaşlıyor, bir şeyleri biliyor olmanın ağırlığını taşıyor sanki.
Yeni bir İmparatorluk kurmak istiyorsunuz ekselans. Fakat bu İmparatorluğun temelinde Ermeni halkının cesedi olacak. Bu hayır getirir mi? Hiç olmazsa şimdiden sonra barışçıl bir yol bulmak olanaksız mı?
……….
-İnsanlarla Veba mikrobu arasında barış olmaz.
-Demek ki siz, harbi Ermeni milletini tamamen yok etmek için kullanmak istediğinizi kabul ediyorsunuz.
-Benim kişisel görüşlerim ve amaçlarım, hükümetimizin bu konuya ilişkin yayınladığı resmi bildiride yer almıştır. Uzun süre göz yumup bekledikten sonra, savaş ve öz savunma koşulları altında hareket ediyoruz. Devletin yıkılması için faaliyet gösteren yurttaşlar, her yerde yasaların sertliğine maruz kalırlar. Buna göre hükümetimiz yasalara uygun hareket etmektedir.”(2)
Yazarın bu sahneyi Lepsius’un hatıralarından biraz süsleyerek almış olması muhtemeldir. Türklerle ilgili olumsuz görüşler sadece Lepsius veya onun ağzından yazan Franz Werfel ile sınırlı kalmıyor. Türkiye’deki müttefik ülkelerin elçileri de maalesef aynı hamurla yoğrulmuş gibiydiler.
“Türkler aptallık yapıyorlar, Enver toplama kampları tesis etmeğe çok hevesli biri. Wangenheim bu safhada olayların Türk’ün esasen barbar olduğunu ispat ettiğini müşahede etti. Onların hırsı ve sadizmi Alman prestijine ve sulh için uzlaşma çabalarına büyük zarar verebilecekti.”(3)
Müttefik ülke Almanyanın Elçisi Vangenheim, sonradan Bethman Hollweg’e gönderdiği bir raporda olaylara hala farklı bir gözle baktığının işaretini veriyordu. Vangenheim; Bab-ı Âli’nin gerçekten Türk İmparatorluğu’nda yaşayan Ermeni ırkını imha etmeye çalıştığına şüphesi kalmadığını beyan ile, Almanya için Türklerin yaptığını tasvip etmediğini gösteren belgelere sahip olması gerektiğini söylüyordu.(4) Elçi Wangenheim olayın bir “Hıristiyan soykırımı yapılıyor” görüntüsü vermemesi dileğinde bulunuyor ve Van’daki olaylardan habersiz görünüyor. Ancak bölgedeki olaylar hakkında bilgiyi Erzurum Konsolosu Max Erwin Von Scheupner-Richter’den alıyor ve onu bölgede olacak “Soykırım” ve benzeri olaylara müdahale etmesi için uyarıyordu.(5) Hıristiyanlığa hizmet ettiğine inanan bu kişi de olayları daima tek yanlı ve abartılı bir üslupla aktarmayı tercih edecektir.(6)
Ermeni konusunda Alman Elçisi Wangenheim, Amerikan Elçisi Morgenthau ile çok yakın bir iş birliği içinde ve Avusturya Elçisi Pallavicini ile de yakın ilişki içinde bulunuyordu. Her ikisi de Papanın temsilcisi ile temas halinde bulunuyorlardı.(7)
Avusturya Elçisi 1 Mayıs 1915 günü Viyana’ya gönderdiği bir yazısında “Ben Türkleri Türkiye’deki Hıristiyan’lara karşı alınacak bir sert tedbirin genel durumu etkileyebileceğini ve düşmanlarımızın bütün güçleri ile Türkiye karşısında olacağı konusunda dostça uyardım.”(8) diyordu. Bu sözlerin anlamı açıkça “aman Hıristiyanlar ne yaparsa yapsın onlara dokunma yoksa!… biz bile yanınızda olamayız” dan başka bir şey değildi. Nitekim bütün tehdit ve uyarılara rağmen İttihatçı liderler zorunlu göç tedbirlerini başlatınca Pallavicini Osmanlı liderlerini 8 Temmuz 1915’te Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı Stefan Count Burion’a şikayet edecektir.(9)
Dikkat edilirse olay bir Türk-Ermeni meselesi olmaktan çıkmış ve kasıtlı olarak bir Hıristiyan-Türk çatışması haline dönüştürülmüştür. Hal böyle olunca dost da olsa, düşmanda olsa ve farklı mezhepten de olsa Hıristiyan bir ülkenin görevlileri otomatik olarak Ermenilerin yanında yerini almaktadır. Mesela Alman Elçisi Wangenheim bir ara hastalanır, ülkesine döner ve yerine Prince zu Hohenlohen-Langenburg görevlendirilir. 20 Temmuz’da İstanbul’a varan bu zat, hiç vakit kaybetmeden hemen “Ermeni sorunu”na el atar.(10)
İşte Lepsius; görüştüğü Ermeni çevrelerinden elde ettiği bilgileri bu görüşteki Elçilik mensuplarına aktarır ve onları topyekün bir soykırım yapıldığı şeklinde uyarmaya çalışır. Lepsius artık tam bir Ermeni sözcüsü olmuştur. Çanakkale’de Türk ve Alman askerlerinin itilaf askerleriyle boğaz-boğaza yaptığı mücadele, Doğu Anadolu’daki Rus, Irak’taki İngiliz saldırıları bu kişiyi zerrece ilgilendirmeyecektir. Bundan sonra ki bütün konuşmalarında ve yazılarında Türklerle ilgili olumlu bir tek cümle bile bulmak mümkün değildir. O artık bir Alman değil, fanatik bir Hıristiyan’dır. Söyledikleri, yazdıkları Ermenileri, Protestanlar başta olmak üzere Avrupalıları mutlu edecektir ancak aklı başında hiç kimsenin inanacağı gerçekler değildir. Tam bir propaganda cihazı ve modern çağın yeni “Pier Lermit” idir.
Lepsiusun Ermeni kilise çevrelerinden ve misyonerlerden sonra en önemli kaynağı Amerikan Elçiliği ve bizzat Morgenthau olmuştur. Onunla birçok defa buluştu. Amerikan Elçisi’nin 31 Temmuz 1915 tarihli mektubunda ilk görüşmeleri şöyle anlatılıyor: “Öğleden sonra 3 sıralarında Potsdam’dan Dr. Johannes Lepsius telefon etti. Bize Ermeni meselesi konusunda pek çok şey söyledi ve bu konuda bilgimizin neler olduğunu sordu. Lepsius gerçekten bir şeyler yapmaya hevesli görünüyordu. O buradan Cenevre’ye gidip, Uluslararası Kızıl Haça, tarafsız ülkeler başkanlarına ve Papaya hep birlikte evrensel bir protestoda bulunulması amacıyla müracaat etmeyi teklif etti… Lepsius’un Yunanlılara nasıl davranıldığını öğrenmek istemesi üzerine ona Yunan İşleri Sorumlusu Tsamados’tan bir randevu aldım”(11)
Lepsius’un Anadolu’ya gitme isteği İçişleri Bakanı Talat Paşa tarafından reddedildi.(12) İstanbul’da bir ay kadar kaldıktan sonra topladığı bütün bilgilerle Almanya’ya döndü. Kendisi Anadolu’yu görmedi, Anadolu’daki Alman misyoner teşkilatı da oldukça küçüktü buna rağmen elindeki belgelerin çoğu Anadolu’daki Protestan Misyonerlerin mektuplarıydı, çünkü Lepsius en büyük yardımı Amerikan Elçisi’nden almıştı. Morgantheu’nun 9 Ağustos 1915 tarihli mektubuna göre Amerikan Dışişlerine müracaat ederek Lepsiusa bilgi verip veremeyeceğini sormuş ve Lepsius’un desteklenmesi istenince 6 Ağustosta kendisine “kalın bir dosya” vermiştir.(13) Okuyucumuzun unutmamasını istediğimiz en önemli gerçeklerden biri budur. Yani Lepsiusun bundan sonraki çalışmalarında dayanak olacak kaynak ve bilgiler, İstanbul’da Amerikan Elçisi Morgenthau ve kilise örgütleri tarafından temin edilmiştir.
DİPNOTLAR:
(1)Ulrich Trumpener, Germany And The Otoman Empire, (1914-1918), s.217, Dip Not: 43 (Princetown University Press-1968)
(2 Franz Werfel, Musa Dağında Kırt Gün, s.136-137.(Belge Yayınları İstanbul-1997)
(3) Eagles on The Crescent, s.113. ) Frank G. Weber, Eagles on The Crescent, s.151 (Cornel University Pres, London- USA- 1970).
(4) Wangenheim ‘den Bethmann Hollweg’e 7 Temmuz 1915, No-433. 26. Haziran 1915’te Wangenheim Kilikya’daki Katolik Ermeni Patriği ile görüşürken Bab-ı Âli’ye bir başvuruda bulunacağı vadinde bulundu. (U.Trupener, a.g.e., s.213).
(5) U.Trumpener, a.g.e., s.207.
(6) Aynı Eser, s.209.
(7) Eagles on THe Crescent, s.152.
(8) U. Trumpener, a.g.e, s.208.
(9) Aynı Eser, s.215.
(10) Aynı Eser, s.216.
(11) Salahi Sonyel, The Great War and The Tragedy of Anatolia, p.155 (Türk Tarih Kurumu – Ankara -2000).
(12) Aynı Eser, s.155.
(13) Aynı Eser, s.155.
Dr. M. Galip Baysan
Yazıları posta kutunda oku