Aklımın yettiğince, ekonomi, yönetim, üretim ve siyaseti takip ederim.
Takip edenlerin de değerlendirmelerini okurum.
Ülkemizin, hiç bu kadar büyük bir karmaşa yaşadığına şahit olmadım.
Yaşanan karmaşa sadece siyasette değil. Yönetimde, yargıda, sosyal yaşamda, hatta dini yaşamda da, velhasıl her yerde.
Yaşamın aynası olan medyaya bakarsanız, bir düşünürün ifade ettiği gibi, sanki ekranlardan lağım akıyor.
Karamsar olmak için birçok neden var.
Kime hizmet ettiğini dahi bilmeyen, tetikçi ve militanları bir yana bırakırsak, en iyimser aydında bile kaygı görüyorsunuz.
O kadar çok yalan, yönlendirme, şantaj, provokasyon, tertip ve çıkar çatışması ile karşı karşıyayız ki, doğru olanı ayırt etme yeteneğimizi, yitiririz diye endişe ediyorum.
Güven ortamı darmadağın oldu.
Öyle bir görüntü var ki, bu ülkeyi kim yönetiyor, belli değilmiş gibi…
Bu girişi, uluslararası sermayeye ortak, onlarla birlikte ülkemizi, sözde piyasa ekonomisi ile yönetenler için yaptım.
Kendileri adına, ülkeyi yönetsin diye, tayin ettikleri iktidar ve muhalefetin nasıl da ülkeyi karmaşaya soktuğunu, en iyi onlar bilir.
Bu gidişatın sürdürülebilirliği kalmadı.
Daha kestirme ifade etmek gerekirse, Türk burjuvazisi için işlerin eskisi gibi işlemeyeceği âşıklardır.
Eskilerin ifadesiyle, varlığını idame ettirme veya ettirmeme noktasındadır.
Yaşadıklarımıza, egemen sermayenin gözü ile bakarak değerlendirirsek; bir yol ayırımında oldukları, yaşadığımız krizden bellidir.
Halkımız da bir yol ayırımındadır.
Kapitalizmde, sermaye birikimi modeli, yeni bir birikim biçimine geçişte, sancılar yaşar.
Kapitalizmin kurallarının işlediği yerde, egemen sermaye, krizi fırsata çevirirse varlığını devam ettirir.
Böyle durumlarda, işçi sınıfı ve çalışanlardan gelen baskıları bertaraf eder, hem ücretleri düşürür, hem de yeni bir sermaye birikimi modeline geçer.
Bunun her ikisini, eşzamanlı yerine getirebilmesi için, kriz döneminden önceki döneme göre, daha baskıcı yönetimler uygulaması gerekir.
Bu gün içinde yaşadığımız ülkemizin, yönetilemez duruma gelmiş olması, Türk burjuvazisinin, yeni bir sermeye birikimi modeline geçememiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Uluslararası tekellerin bayisi olmanın ötesine geçemeyen, üretmeyen, dolayısıyla teknoloji üretemeyen, bir başka ifadeyle, kendini kapitalizmin gerekleri içinde, yenileyemeyen sermaye, imha edilecek sermaye kategorisindedir.
Eğer siz hala, su değirmeninden ununuzu elde ediyorsanız, sermaye birikim modeliniz taş değirmense, modern un fabrikası ile boy ölçüşüp, sermaye birikimi yapamazsınız.
Dışarıdan, sıcak para olarak, gelen sermayeyle, su değirmeni dönmez.
Modern un fabrikası, su değirmenli sermayeyi imha eder.
Zaten kapitalizmin ekonomik literatüründe, sıkça gördüğümüz, “yıkıcı yaratıcılık”, ya da yeni sermayenin eski sermayeyi imha etmesi işine, kapitalizmin kriz dönemlerinde karşılaşırız.
Eğer bu kadar sıcak para akımına rağmen (son on yılda beş yüz milyar dolar), siz hala su değirmeninden, elektrikli un fabrikasına geçememişseniz, yani sizin burjuvaziniz, gereken teknolojiyi üretecek düzeni kurmamışsa(kendilerinin ifadesiyle; orta gelir tuzağı) sürdürülebilirlik yok demektir.
Türk burjuvazisinin sermayesi, su değirmeni misalinde olduğu gibidir. İmha edilecek sermaye kategorisindedir.
Egemen sermayenin ücretleri azaltarak ta, alabileceği bir yol artık yoktur. Tek çıkışı sermaye faşizmidir.
Eğer çalışanların, halkın örgütlü gücü varsa bu faşizme, devrimle cevap verir.
Yoksa…