Türkiye’de “Twitter’e erişim engellendi”.
AB’de “kıyamet koptu”.
Avrupa Parlamentosu’na aday olmanın küçümsendiği, yani örneğin Almanya’da partiler AP adaylarını “Hast Du eine Oma oder einen Opa, schick nach Europa (nenen ya da deden varsa Avrupa’ya yolla)” kriterine göre belirledikleri yılllarda ben “12 Eylül Faşizmi’nin” haksız suçlamalarına maruz kalmış bir birey olarak “AB’nin Kopenhag Kriterleri’ne” ve AB Değerleri’ne olan “hayranlığımdan” yaşımın genç olmasına rağmen siyasette tek hedef olarak seçtiğim “AP milletvekili olma” yoluna çıktım. Hatta o yıllarda “yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmeyen” arkadaşım Cem Özdemir ile bunu açık konuştuk. O “Bundestag” yoluna ben de “Avrupa Parlamentosu” yoluna çıktık birlikte.
AP ve ardından yine AB “Camiası içinde” geçen yıllarımda hayranlık duyduğum “AB Değerleri” ve “AB’nin onlara ne derece uyduğu” konusunda büyük “hayal kırıklıkları” yaşadım.
“Dünya sosyaldemokrasisinin” büyük lideri Willy Brandt’ın özellikle Almanya ve Avrupa’ya yönelik “Demokrasi daha fazla demokrasi” sloganının da değerini anladım.
Avrupa Parlamentosu yıllarında çok sayıda rapora imza attım. İç İşleri ve Adalet Politikaları alanında iki buçuk yıl AB İç İşleri Komisyonu’nun Bütçesi’nin rapörtörlüğünü yaptım. Demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü ya da inanç özgürlüğü konularında “yazılı” olan ile “pratiğe yansıyan” hep “gözlerimin açılmasını” ve “AB konusunda saflığımdan sıyrılmamı” sağladı.
AB’de Kıbrıs konusunda gündeme gelen haksızlıkları şu an kamuoyu nezdinde açıklamayacağım ama Türkiye kamuoyunun da yakınen tanıdığı şahsiyetlerin kapalı kapılar ardında yaptıkları toplantılarda yaşadıkça “uyandım”.
Türkiye konusunda hem “AB’nin çifte standartını” hem de “2002 öncesi Türkiye’sinin AB çifte standartından memnuniyetini ve baskı ile zulmünü uygulamasını bu sayede kolaylaştırdığını” gördüm.
Kısacası kağıt üzerinde dünyanın en üst düzey demokratik sistemi olarak tanımlayabileceğimiz AB’ye çok değer veren ve de onun pratikteki “ayıplarını” ve o “ayıpların arkasındakilerin ciğerini bilen” biri olarak Türkiye’deki “Twitter’e erişim engellemesi uygulaması” karşısında gündeme gelenlere de şaşırmadım. Ancak bunu Türkiye’de insanlarımızında bilmesi gerekiyor.
AB’nin “yazılı hedefleri” bizim için çok değerli. Onlara ulaşmak Türkiye Demokrasi’si için de bir hedef olmak zorunda. Bu nedenle de “AB üyelik süreci rotamızdan” şaşmamak ama günün birinde üyesi olmayı hedeflediğimiz “AB’yi de günahları ve sevaplarıyla” ile iyi analiz etmek bizim için bir “olmazsa olmaz”!
AB eğer gerçekten “Türkiye eleştirilerinde samimi” olsaydı tavrı da farklı olmalıydı.
İlk önce büyük bir ihtimalle (ki bu dünya çapında iddialı bir yapının yöneticilerinin yapmaması gereken bir hata) “paralel yapının Brüksel’deki uzantılarının” dolduruşuna gelerek “basın açıklamaları yapmamalıydı” AB Komiseri ya da AP Başkanı ve de diğerleri.
Beş ayrı dilde “Türkiye’de twitter yasağına karşı olduğunu” belirtmeye ayırdıkları vakti iyi bir “araştırma” ile geçirselerdi Türkiye’de Twitter’in yasaklanmadığını ve sadece Twitter isimli uluslararası şirketin Türkiye’deki mahkeme kararlarını uygulamaması nedeniyle “erişimin engellendiğini” ve de bunun geçici, yani Twitter Şirketi’nin sorumluluğunu yerine getirdiğinde tekrardan kalkacağını öğrenebilirlerdi. O zaman imzaladıkları “basın açıklamaları da” kendi dillerinde “sachlich (ciddi)” diye tanımlayacağımız tarzda olurlardı.
Ayrıca AB Komiseri ya da AP Başkanı ve de diğerleri “yurtdışına açık olmayan” kontörlü hatlar kullanıyormuşcasına yurtdışına telefon edemeyecek kadar fakir olmasa gerek AB!
Böyle bir durumda eğer AB yöneticileri yıllardır “aday ülke” yani yarının “üye ülkesi” konumunda bir ülke olan Türkiye’nin yöneticleri ile irtibat kurup “bilgilenme” ihtiyacı duymuyor “havada” iseler bu AB kurallarına göre bir “ayrımcılıktır”.
AB Yöneticileri basın açıklamaları yapmadan ya da twitter de çok dilli “taklalar atmadan” önce diplomasiye başvurabilirledi.
Nedense Türkiye söz konusu olduğunda genelde “Türkiye’de olana Fransız kalan” açıklamalar ya da “twitler” tercih edilmekte.
İşte bu büyük bir “samimiyetsizlik” ve özünde üye ülkeye yönelik “saygısızlık”.
AB eğer kendi değerlerine gerçekten saygı duyuyorsa ve samimi ise “üyelik adayı ülke Türkiye’de” olanlara bu denli kayıtsız kalamaz, hatta “AB değerleri adına lanetlenmesi” gereken “çirkinliklere” tepkisiz kalamaz.
Elbette ben de “özgürlüklerden yanayım”, ben de “twittere erişimin engellenmesi” durumunun hiç olmamasını isterdim!
Ancak Türkiye’yi sürekli gözetim altında tutan AB’nin ve üye ülkelerinin de çok iyi bildikleri gibi “Twitter” olayı “keyfiyetten” yaşanmadı.
Almanya’da “Hitler, naziler, kavgam kitabı” gibi konularda Alman yasalarına çok saygılı olan ve anında “müdahale” eden “Twitter Firması” nedense Türkiye’de “insan onurunun ayaklar altına alındığı” ve her türlü “etik değerin çiğnendiği” twitler konusunda “kayıtsız” kalarak AB ülkelerinde farklı Türkiye’de farklı bir davranış ile “ayrımcılık” yaptı. Türkiye’de bir “muz cumhuriyeti” olmadığından hukuk devleti mahkemelerinin kararlarına kayıtsız kalınmasına kayıtsız kalmadı.
Türkiye’de “paralel yapı tarafından” yapılan “etiğin ayaklar altına alınması operasyonuna” hiç bir AB ülkesi izin vermezdi.
Hepimiz “yolsuzluklara” karşıyız. Yasadışı olan her eylem hukuk devleti kuralları kapsamında takibe uğramalı.
Ancak hangi AB üyesi ülke “paralel yapı” tarzı bir çeteleşmenin Emniyet Teşkilatı’nı ve Adalet Sistemi’ni ele geçirmesine izin verirdi?
Hangi AB ülkesi ve kamuoyu “twitter üzerinden yasa dışı dinlemelerin ve görüntülerin” yolsuzlukla mücadele adına gerçekleşmesine karşı tavırsız kalırdı.
Bu yöntemler “mide bulandırıcı” ve karşısında mücadele edilmesi gereken “yolsuzluktan daha da iğrenç” sayılır AB kriterlerine göre!
Türkiye’de Sosyalist Enternasyonal üyesi bir parti olan CHP ne yazıkki bu “mide bulandırcı” yöntemlerden “medet umar halde” ve özellikle belirteyim beni çok şaşırtan ve bu tarz bir “ahlaki suçu işleyeceğini” geçmişte düşünemeyeceğim Umut Oran’ın neredeyse “tüm bu iğrenç yöntemleri yapan çeteden tüyo alırmışcasına” mikrofonların karşısına geçip “hangi mide bulandırıcı suçun, ne zaman işleneceğini” ve de bunu yaparken “ağzının suyu akarak” açıklıyor olması başlı başına bir skandal!
AB işte bu konuda titiz olmak zorunda.
Kişisel özgürlüklere ve insan onuruna yönelik tüm AB Değerleri ayaklar altında çiğnenirken susan AB, bu “çirkinliklere platform sunan” Twitter’e tavır alındığında “ağzını açıyorsa” buna “AB’nin samimiyetsizliği” tanımını yapmam sadece kibarlığımdandır!
AB’den beklediğimiz Türkiye’de “insan onuruna” sahip çıkmak ve “Kopenhag Kriterleri’nin” özellikle sosyal medya olanakları kullanılarak ayaklar altına alınmasına kayıtsız kalmamaktır.
“Paralel yapının Türkiye’de gündeme getirdiği tüm bu mide bulandırıcı çirkinlikleri” karşısında sınav vermekte AB! Bundan böyle Türkiye insanı ona göre bakacak AB’ye!
Avrupa Parlamentosu’na aday olmanın küçümsendiği, yani örneğin Almanya’da partiler AP adaylarını “Hast Du eine Oma oder einen Opa, schick nach Europa (nenen ya da deden varsa Avrupa’ya yolla)” kriterine göre belirledikleri yılllarda ben “12 Eylül Faşizmi’nin” haksız suçlamalarına maruz kalmış bir birey olarak “AB’nin Kopenhag Kriterleri’ne” ve AB Değerleri’ne olan “hayranlığımdan” yaşımın genç olmasına rağmen siyasette tek hedef olarak seçtiğim “AP milletvekili olma” yoluna çıktım. Hatta o yıllarda “yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmeyen” arkadaşım Cem Özdemir ile bunu açık konuştuk. O “Bundestag” yoluna ben de “Avrupa Parlamentosu” yoluna çıktık birlikte.
AP ve ardından yine AB “Camiası içinde” geçen yıllarımda hayranlık duyduğum “AB Değerleri” ve “AB’nin onlara ne derece uyduğu” konusunda büyük “hayal kırıklıkları” yaşadım.
“Dünya sosyaldemokrasisinin” büyük lideri Willy Brandt’ın özellikle Almanya ve Avrupa’ya yönelik “Demokrasi daha fazla demokrasi” sloganının da değerini anladım.
Avrupa Parlamentosu yıllarında çok sayıda rapora imza attım. İç İşleri ve Adalet Politikaları alanında iki buçuk yıl AB İç İşleri Komisyonu’nun Bütçesi’nin rapörtörlüğünü yaptım. Demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü ya da inanç özgürlüğü konularında “yazılı” olan ile “pratiğe yansıyan” hep “gözlerimin açılmasını” ve “AB konusunda saflığımdan sıyrılmamı” sağladı.
AB’de Kıbrıs konusunda gündeme gelen haksızlıkları şu an kamuoyu nezdinde açıklamayacağım ama Türkiye kamuoyunun da yakınen tanıdığı şahsiyetlerin kapalı kapılar ardında yaptıkları toplantılarda yaşadıkça “uyandım”.
Türkiye konusunda hem “AB’nin çifte standartını” hem de “2002 öncesi Türkiye’sinin AB çifte standartından memnuniyetini ve baskı ile zulmünü uygulamasını bu sayede kolaylaştırdığını” gördüm.
Kısacası kağıt üzerinde dünyanın en üst düzey demokratik sistemi olarak tanımlayabileceğimiz AB’ye çok değer veren ve de onun pratikteki “ayıplarını” ve o “ayıpların arkasındakilerin ciğerini bilen” biri olarak Türkiye’deki “Twitter’e erişim engellemesi uygulaması” karşısında gündeme gelenlere de şaşırmadım. Ancak bunu Türkiye’de insanlarımızında bilmesi gerekiyor.
AB’nin “yazılı hedefleri” bizim için çok değerli. Onlara ulaşmak Türkiye Demokrasi’si için de bir hedef olmak zorunda. Bu nedenle de “AB üyelik süreci rotamızdan” şaşmamak ama günün birinde üyesi olmayı hedeflediğimiz “AB’yi de günahları ve sevaplarıyla” ile iyi analiz etmek bizim için bir “olmazsa olmaz”!
AB eğer gerçekten “Türkiye eleştirilerinde samimi” olsaydı tavrı da farklı olmalıydı.
İlk önce büyük bir ihtimalle (ki bu dünya çapında iddialı bir yapının yöneticilerinin yapmaması gereken bir hata) “paralel yapının Brüksel’deki uzantılarının” dolduruşuna gelerek “basın açıklamaları yapmamalıydı” AB Komiseri ya da AP Başkanı ve de diğerleri.
Beş ayrı dilde “Türkiye’de twitter yasağına karşı olduğunu” belirtmeye ayırdıkları vakti iyi bir “araştırma” ile geçirselerdi Türkiye’de Twitter’in yasaklanmadığını ve sadece Twitter isimli uluslararası şirketin Türkiye’deki mahkeme kararlarını uygulamaması nedeniyle “erişimin engellendiğini” ve de bunun geçici, yani Twitter Şirketi’nin sorumluluğunu yerine getirdiğinde tekrardan kalkacağını öğrenebilirlerdi. O zaman imzaladıkları “basın açıklamaları da” kendi dillerinde “sachlich (ciddi)” diye tanımlayacağımız tarzda olurlardı.
Ayrıca AB Komiseri ya da AP Başkanı ve de diğerleri “yurtdışına açık olmayan” kontörlü hatlar kullanıyormuşcasına yurtdışına telefon edemeyecek kadar fakir olmasa gerek AB!
Böyle bir durumda eğer AB yöneticileri yıllardır “aday ülke” yani yarının “üye ülkesi” konumunda bir ülke olan Türkiye’nin yöneticleri ile irtibat kurup “bilgilenme” ihtiyacı duymuyor “havada” iseler bu AB kurallarına göre bir “ayrımcılıktır”.
AB Yöneticileri basın açıklamaları yapmadan ya da twitter de çok dilli “taklalar atmadan” önce diplomasiye başvurabilirledi.
Nedense Türkiye söz konusu olduğunda genelde “Türkiye’de olana Fransız kalan” açıklamalar ya da “twitler” tercih edilmekte.
İşte bu büyük bir “samimiyetsizlik” ve özünde üye ülkeye yönelik “saygısızlık”.
AB eğer kendi değerlerine gerçekten saygı duyuyorsa ve samimi ise “üyelik adayı ülke Türkiye’de” olanlara bu denli kayıtsız kalamaz, hatta “AB değerleri adına lanetlenmesi” gereken “çirkinliklere” tepkisiz kalamaz.
Elbette ben de “özgürlüklerden yanayım”, ben de “twittere erişimin engellenmesi” durumunun hiç olmamasını isterdim!
Ancak Türkiye’yi sürekli gözetim altında tutan AB’nin ve üye ülkelerinin de çok iyi bildikleri gibi “Twitter” olayı “keyfiyetten” yaşanmadı.
Almanya’da “Hitler, naziler, kavgam kitabı” gibi konularda Alman yasalarına çok saygılı olan ve anında “müdahale” eden “Twitter Firması” nedense Türkiye’de “insan onurunun ayaklar altına alındığı” ve her türlü “etik değerin çiğnendiği” twitler konusunda “kayıtsız” kalarak AB ülkelerinde farklı Türkiye’de farklı bir davranış ile “ayrımcılık” yaptı. Türkiye’de bir “muz cumhuriyeti” olmadığından hukuk devleti mahkemelerinin kararlarına kayıtsız kalınmasına kayıtsız kalmadı.
Türkiye’de “paralel yapı tarafından” yapılan “etiğin ayaklar altına alınması operasyonuna” hiç bir AB ülkesi izin vermezdi.
Hepimiz “yolsuzluklara” karşıyız. Yasadışı olan her eylem hukuk devleti kuralları kapsamında takibe uğramalı.
Ancak hangi AB üyesi ülke “paralel yapı” tarzı bir çeteleşmenin Emniyet Teşkilatı’nı ve Adalet Sistemi’ni ele geçirmesine izin verirdi?
Hangi AB ülkesi ve kamuoyu “twitter üzerinden yasa dışı dinlemelerin ve görüntülerin” yolsuzlukla mücadele adına gerçekleşmesine karşı tavırsız kalırdı.
Bu yöntemler “mide bulandırıcı” ve karşısında mücadele edilmesi gereken “yolsuzluktan daha da iğrenç” sayılır AB kriterlerine göre!
Türkiye’de Sosyalist Enternasyonal üyesi bir parti olan CHP ne yazıkki bu “mide bulandırcı” yöntemlerden “medet umar halde” ve özellikle belirteyim beni çok şaşırtan ve bu tarz bir “ahlaki suçu işleyeceğini” geçmişte düşünemeyeceğim Umut Oran’ın neredeyse “tüm bu iğrenç yöntemleri yapan çeteden tüyo alırmışcasına” mikrofonların karşısına geçip “hangi mide bulandırıcı suçun, ne zaman işleneceğini” ve de bunu yaparken “ağzının suyu akarak” açıklıyor olması başlı başına bir skandal!
AB işte bu konuda titiz olmak zorunda.
Kişisel özgürlüklere ve insan onuruna yönelik tüm AB Değerleri ayaklar altında çiğnenirken susan AB, bu “çirkinliklere platform sunan” Twitter’e tavır alındığında “ağzını açıyorsa” buna “AB’nin samimiyetsizliği” tanımını yapmam sadece kibarlığımdandır!
AB’den beklediğimiz Türkiye’de “insan onuruna” sahip çıkmak ve “Kopenhag Kriterleri’nin” özellikle sosyal medya olanakları kullanılarak ayaklar altına alınmasına kayıtsız kalmamaktır.
“Paralel yapının Türkiye’de gündeme getirdiği tüm bu mide bulandırıcı çirkinlikleri” karşısında sınav vermekte AB! Bundan böyle Türkiye insanı ona göre bakacak AB’ye!