Yeni Soğuk Savaş Silueti
1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla Soğuk Savaş’ın sona erdiği kabul edilir. Ancak geçen çeyrek asırda Rusya bağlantılı birçok olay yeniden “Soğuk Savaş” tehlikesini servise sokmuştur. 2008’de Gürcistan’a girip Abhazya ile Güney Osetya’yı bağımsız devlet olarak tanıması belki en çarpıcı Soğuk Savaş habercisiydi. Ancak bu müdahale beklenenden daha hızlı hazmedildi. Üstelik Barış Gücü adı altında Rus ordusu Gürcistan şehirlerini bir süre işgal etmişti. Halbuki bu çapta ileri bir hareket için, Rusya’nın Uluslararası Hukuku kendi lehine çarpıtma konusunda bugün Kırım’da yaşananlardan daha az “haklı sayılabilecek” gerekçeleri vardı.
Kırım’da yaşananlar dikkate alındığında yarımadanın modern dünya tarihindeki ayrıcalıklı yeri yeniden hatırlanmış oldu. Osmanlı’nın Avrupa devletler ailesine katılması İngiltere ve Fransa ile ittifak halinde Rusya’ya karşı Kırım Savaşı sonrasındaydı. Bu savaş ertesinde, sadece Kırım’ın statüsü ile ilgili kararların alınmasıyla kalınmamış Avrasya’nın bundan sonraki tarihinde önemli etkisi olacak sonuçlar ortaya çıkmıştr. II. Dünya Savaşı sonunda ABD, Rusya ve İngiltere’nin katıldığı Avrupa’nın paylaşım anlaşması Kırım’ın Yalta kasabasında gerçekleşmiştir. Sembolik anlamı da olsa 1945’teki bu konferanstan önce Kırım Türklerinin 1944’te sürgüne gönderildiğini hatırlatalım.
Yarım asra yakın süren Soğuk Savaş dönemi içinde yumuşama veya sertlik yılları, ilişkilerin “dehşet dengesi” üzerinde sürdüğü dönemler sözkonusudur. Son Kırım gelişmeleri ile dünyanın yeniden iki kutup ağırlıklı belki oldukça yumuşak özellikli Soğuk Savaş yıllarına evrildiği sıklıkla dile getiriliyor. Bununla beraber dünyanın eski dünya olmadığının da hatırlanması gerek. Putin, Kırım’ı Rusya’ya bağlama yolundaki aşamaları geçerken kendi ülkesinde buna karşı gösteriler veya entelektüel tepkileri kimse göz ardı edemez. Halbuki Soğuk Savaş yıllarından böyle bir davranış mümkün değildi.
Öte yandan günümüz Putin Rusyasının da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yetkisini kabul ettiğini, iç hukuk yollarını tükettiği halde hakkını elde edemeyenlerin AİHM’de dava açabildiklerini hatırlayalım. Ülke nüfusu ile aleyhte karar oranına bakıldığında Rusya, AİHM’deki en kötü ülke olmayıp sicili çoğu Avrupa ülkesinden iyidir. Bu gerçek, Rus hukuk sisteminin çok iyi işlediği anlamına gelmez. Bunun yanında Rus halkının da internet imkanlarından yararlanabildiğini, özellikle Soğuk Savaş yıllarının diktatörce yönetimlerinin temel dayanakları olan dezenfermasyonun günümüzde pek kolay olmadığı da bir gerçek.
Bunların yanında Avrupa’nın içinde bulunduğu yeni şartları vardır. AB ülkeleri ile Rusya’nın 400 milyar dolar civarındaki toplam ticaret hacmi, Rusya’nın Avrupa’dan tecrit edilmesinin zorluğunu belki imkansızlığını gösterir. Bu rakam içinde özellikle Alman yatırımları veya Rusyanın teknolojik bakımdan modernleştirilmesindeki Alman firmalarının rolü/kârı göz önüne alındığında Kırım tırmanışından beri Berlin’deki yöneticilerin sesini fazla yükseltmemelerinin sebebi daha iyi anlaşılıyor. Küreselleşme çağı bu bölgede de başlamış olup Soğuk Savaş yıllarının sınırları kalmamıştır. Bu bağlamda tuzu kuru, üstelik NATO’nun askeri kanadındaki yerini henüz ısıtmamış Fransa’nın sıcak savaşı çağrıştıran çıkışlarının pek fazla bir sonucu olmayacağı görülmektedir.
Bu kargaşada Putin’in Ukrayna kozunu ileri sürmesinin anlamı biraz derin. Ekonomik durumu oldukça kırılgan olan bu ülkede belirli bir Rus nüfus yanında asıl önemlisi Rusya yanlısı Ortodoks Ukraynalılar bulunmaktadır. 2000’lerden itibaren Rusya yanlısı yönetimler ile AB yanlıları arasındaki köşe kapmaca seanslarından ülke bitap düşmüştür. Ukrayna iç politikasında sıradaki Rus yanlısı olaylar ve hükümet değişikliği beklenebilir. Üstelik Rus yanlısı nüfus Rusya sınırında, ülkenin doğusunda ve kuzeyinde yoğunlaşmaktadır. Kırım yüzünden dünya nefesini tutmuş, ne yapacağını şaşırmış durumdayken Putin, kimsenin korkmamasını, Ukrayna’nın bölünmesini istemeyeceğini söyledi. Bu sözler, Rusya daha fazla sıkıştırıldığı takdirde Ukrayna’yı karıştırabileceğini, hatta Rus yanlısı nüfusun bulunduğu bölgeyi Rusya’ya katılabileceği ima etmektedir. Böylece Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasından sonraki ölüm-sıtma merdiveninde, ölüm olarak Ukrayna’nın bölünmesi gündeme getirilmiştir. Putin’in bu açıklamasını teselli formatında tehdit olarak görüyoruz.
Bu gerçekler ışığında ufukta “Yeni Soğuk Savaş” silueti belirginleşmektedir. Bu çerçevede Rusya G-8’den çıkarılmak üzeredir. Moskova, bunu canına minnet bilir. Zaten burası zenginler veya kapitalistler kulübü değil midir? Sermaye baskısından bunalan dünya gençliği yeni adresini daha kolay bulacaktır. Zaten Rusya’nın G8’e girmesi hataydı. Böylece Yakın Çevre’de Avrasya Ekonomik Birliği’nin genişlemesi daha tutarlı ve anlamlı hale gelecek. AB ile ilişkilerin rafa kalkması için de aynı mantık geçerli. NATO ile bugüne kadar ulaşılan mutabakatların yok sayılması ise Kolektif Güvenlik Örgütü Antlaşması’nın genişlemesi için sanki gerekliydi. Saldırgan veya yayılmacı Rusya görüntüsü, AB’nin ABD’den bağımsız savunma veya dış politika unsurlarını zayıflatacak, gelişmiş silah sistemlerinin satılması ve konuşlandırılmasını kolaylaştıracaktır. Bu çapta Rusya’ya karşı AB yeniden ABD’ye daha bağımlı hale gelecek. Dolayısıyla ABD küresel stratejiler bakımından bu gelişmeyi çıkarına kaydetmektedir.
Yeni Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin jeopolitik gerçekleri bu komşusuyla ilişkilerinde çok fazla hareket alanının olmamasını zorunlu kılmaktadır. Özellikle Batı lehine Rusya’yı karşısına almamaya, birçok Avrupa ülkesinin “özel durum” gerekçesini dikkatle sahiplenmeye ihtiyacı vardır. Bakü-Tiflis-Ceyhan hattını coşkuyla karşılarken Mavi Akım projesinin ekonomi-politik bakımdan doğru veya yanlışlığı konusunda tereddütler olmuştur. Bu tereddütlerin temelinde Rusya’nın asırlardır Osmanlı, Kafkasya, Türkistan ile ilişkilerinde saldırgan, yayılmacı politikaları hatırlandı. Buna karşın batının ittifak ilişkileri çerçevesinde dahi Türkiye’ye karşı dostça olmayan politikaları, tavırları, engellemeleri, ambargoları da unutulacak gibi değil.
Bu çerçevede Türkiye’nin yeri elbette NATO’da berdevam olmaktır. Ancak Türkiye, Soğuk Savaş yıllarındaki gibi kesinlikle batının fuzuli kenar kuşak ülkesi olmayacaktır. Yakın veya uzak komşularıyla ilişkilerinde “demirperde” kurulmayacaktır. İttifak üyeliğinin gerekleri yerine getirilecektir. Ancak kendi ülkesinin ve soydaşlarının tarih, kültür, ekonomi temelli çıkarları, kısaca jeopolitik gerçekleri göz ardı edilmeyecektir. Bu çıkarlar gizli temaslarla gündeme gelen ricalara veya telkinlere feda edilmeyecektir. Burada sözkonusu olan Jeopolitik geçekler mesela Kazakistan gibi Jeopolitiğin mahkumu durumunda kalmak olmayıp gerçek çıkarlarını görmek ve gereğini yapmaktır. Kaldı ki Kazakistan dahi “jeopolitik mahkumiyet” gerçeğini yok saymadan bunu siyasi irade ile bertaraf edebilmiştir. Diplomasiyi böyle bir mahkumiyetin önüne geçirebilmiştir. Bu konuyu başka bir yazıda ele alalım.
Bir yanıt yazın