Bu konu sadece Türk Dünyasının değil de bütün İslam ülkelerindeki kadın hak ve özgürlükleri ile ilgili olduğu için bu kadar geniş bir şekilde kadın hakları konusunu ele alma zorunluluğunu hissettim. Anladığım kadarı ile bu elektronik posta site ve gruplarındaki okur profili, genellikle kısa yazılara göz atıp geçme eğiliminde olduklarından konunun gerekli ilgiyi görüp görmediğinden emin değilim. Buna rağmen bir ülkenin kalkınmasında en büyük rolün annelerde olduğunu bildiğimden yazı serimize Osmanlı ve İslam toplumunda kadınların verdiği bu mücadeleyi yazmadan bitirmek istemedim.
Kurulduğu andan beri İslam Hukukuna bağlı bir toplumsal yaşam sürdüren Türk toplumunda kadının İslam Peygamberinden 1200 yıl sonraki durumunu bir yazarımızın ( Hıfzı Veldet Velidedeoğlunun) şu sözleri ile özetlemek istiyoruz:
“Eski hukukumuzda nikâh; ‘ Kasden mülk-ü müt’ayı müfid olan bir akittir.’ Diye tanımlanırdı. İslam hukuk bilginlerine göre bunun anlamı: ‘ Kadının menfaati mahsusasına malikiyettir ki bu, nikâhı memnu olmayan kadından erkeğin meşru olarak istifade edebilmesi’ demekti. Böylece evlenme cinsiyetleri ayrı fakat kişilik ve hakları eşit iki insan arasında bir aile birliği kurmak değil, kadının kadınlığından erkeğin meşru bir şekilde yararlanması anlamı taşıyordu. Bu tanım, kadınlık haysiyeti, kadın kişiliği ve kadın hakları bakımından 20. yüzyılın uygar insanlık görüşüne ve idealine uymamaktaydı.
Osmanlı Toplumunda bir erkek birden çok kadınla evlenebilirdi. Bu usul kadınlara ve erkeklere ‘ Tanrı’nın Emri’ olarak anlatılırdı. Erkeğin kadını boşama hakkı sınırsızdı, kadın kocasının ağzından çıkacak bir tek sözle kapı dışarı edilebilirdi. Bir çocuğun anası, babasının ölümünden sonra bile çocuğunun velisi olamazdı. Kadınların miras olayındaki durumu da çok elverişsizdi. Kadın hısımlık durumuna göre erkeğe oranla ancak yarım, dörtte bir, yedide bir veya sekizde bir miras payı alabilirdi. Miras payı açısından kız ve erkek kardeşler arasında eşitsizlik vardı.
Eski hukukumuzda mahkeme karşısında tanıklık için ancak iki kadın bir erkeğin yerini tutabilirdi. Bununla birlikte dört kadın iki erkeğin yerini tutamazdı, tanıklardan birinin mutlaka erkek olması gerekiyordu. Çünkü Mecellenin 1685. maddesi bunu emrediyordu.” (1)
Eğitim alanında kızlarımıza Mektebi İptidai ( İlk Okul) ve Rüştiyelerde ( Orta Okul ve benzeri okullarda) öğrenime 1858 yılında müsaade edildi. Meslek okulu olarak ilk önce 1842 yılında Askeri Tıbbiye’ye bağlı “ Ebe Okulu”, daha sonra 1869’da “İnas Sanayi Mektebi” ( Kız Sanat Okulu) ve 1870’te “Dar-ül Malumat” ( Kız Öğretmen Okulu ) açıldı. Böylece Türk kadınının ev dışında okullarda yetiştirildiği ilk meslekler Ebelik ve Öğretmenlik meslekleri oluyordu. İlk Kız Orta Okulu ancak 1908 yılında açılabilmiştir. (2)
1868 yılında “Terakki Gazetesi” , isimlerini açıkça vermeden kadın okuyucularının mektuplarını yayınlayabilmiştir. Bu mektuplarda kadınlar ilk defa kadın haklarından ve seçimden söz etmişlerdir.(3) Yayın tarihi açısından ilk kadın dergisi olarak değerlendirebileceğimiz “ Terakki-i Mukadderat” dergisi, yine Terakki Gazetesi tarafından 1969 yılında “ Mukadderat İçin Gazetedir” alt başlığı ile, haftalık olarak ancak 48 sayı çıkarılabilmişti.(4) Kadınlar bu dergiye gönderdikleri mektuplarda kadın-erkek eşitliğini savunmuşlar, bunun yanında “kadınların eğitilmesi” ile ilgili görüşler ortaya koymuşlardı.(5)
Kadınlarımız seslerini eylemlerden ziyade yayın organları vasıtası ile duyurmayı tercih etmişler ve bu konuda hiç de küçümsenemeyecek bir mücadele içine girmişlerdir. Sahibi bir kadın olan ( Afife Hanım) ve yazı kadrosu tamamen kadınlardan oluşan ilk kadın dergisi “ Şükufezar” 1886 yılında yayınlanmıştır. Önsözünde çıkış amacı şu sözlerle belirtilmekteydi:
“Biz ki saçı uzun, aklı kısa diye erkeklerin hande-i istihzasına ( alaylı gülüşlerine) hedef olmuş bir taifeyiz, bunun aksini ispat etmeye çalışacağız. Erkekliği kadınlığa, kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek; şahrah-i say-u amelde ( çalışmanın doğru yolunda) mümkün olduğu kadar payendaz-ı sebat olacağız. (ayaklarımızın üstünde durmağa çalışacağız) (6)
1 Ağustos 1895’te başyazarı ve kadro elemanlarının büyük bir kısmı kadınlardan oluşan “Hanımlara Mahsus Gazete” yayın hayatına girmiş ve özellikle “yeni nesilleri yetiştirmedeki büyük rolü nedeni ile “kadınların da geliştirilmesinin gereği” vurgulanmıştır. Bu gazetenin yazı kadrosu çoğunlukla asker- bürokrat aydın kesimin eşleri veya kızlarıdır. Fatma Aliye ve Emine Semiye ( Tarihçi Cevdet Paşanın kızlarıdır.) Şair Nigar Bint-i Osman ( Harp Okulu Müdürü Osman Paşanın kızıdır), Şair Leyla Saz ( Hekim İsmail Paşanın kızı), Fatma Fahrünnisa ( Ahmet Vefik Paşanın torunu), Fatma Kevser (Erkan-ı harp Feriki-Korgeneral Abdi Paşanın kızı), Hamide Hanım ( Abdullah Hamit Beyin kızı), Gülistan İsmet ( Binbaşı Bağdatlı Mehmet Tevfik Beyin kızıydı). Bu hanımların hepsi de dönemlerinin edebiyat yaşamında belirli bir yere sahiptiler.(7)
1908 yılındaki Meşrutiyet hareketi ile birlikte kadın dergilerinin sayısında da artma olmuş ve kadınlar seslerini yükseltmeğe başlamışlardır. Bunlardan Demet (1908),Mehasin (Güzellikler,1908–1909), Kadın-Selanik ( 1908–1909), Kadın-İstanbul ( 1911–1912), Kadınlar Dünyası ( Savaş dönemi hariç 1913–1921 arası) ve Kadınlık (1913) en önemli yayınlardı. Mehasin’de daha sonra çok ünlenecek Halide Salih ( Halide Edib Adıvar)’ın iki yazısı vardı.(8) İttihat ve Terakki eğitimi modernleştirmek için çaba harcarken, kadının sosyal yaşamında da bazı tedbirler almayı gerekli görmüştü. İlk kız liseleri bu devirde açılabildi. Bu dönemde kadın hakları konusundaki en güçlü savaşçılardan biri Halide Edip Hanımdır (1882–1964). İki çocuk annesi Halide Hanım, İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra “Tanin” gazetesine devamlı yazılar yazmaya başlamıştı. İlk yazısının başlığı “Çocuklarımız ilk konuşmaya başlayınca onlara Kanuni Esasimizi, hüccet-i hürriyetimizi (hürriyet belgemizi) ezberleteceğiz” diyordu. Bir diğer yazısı da “ Beşiği sallayan el dünyaya hükmeder” şeklindeydi ve onun samimiyet ve kararlılığını yansıtıyordu. 1909’da Teali Nisvan ( Kadını Yüceltme) veya “ Müdafaa-i Hukuku Nisvan” (Kadın Haklarını Savunma) Derneğini kurdu. 1917’de Cemal Paşanın daveti ile Suriye’ye giden Halide Hanım orada Zorunlu Göç’e tabi tutularak bu bölgeye gönderilen Ermeni Muhacirlere destek verdi
1913 yılında Bedra Osman adlı bir hanım ve arkadaşlarının telefon şirketinde çalışma girişimi, Türk kadınlarının ev dışına çıkması ve çalışması fikrinin sembolü olarak büyük yankı uyandırmıştır.(9)
1913 yılında “Müdafaa-i Hukuk-u Nisvan” ( Kadın Haklarını Koruma) Cemiyeti’nin kuruluş programında yer almayan “Seçim Hakkı” talebi, 1921’de hem dernek programında hem de kadınlar dünyasının amaçları arasında yer alıyordu.(10) Seçim hakkı talebi dışında kadınlar Meclis Üyeliği gibi, sosyal ve siyasal yaşamda aktif roller üstlenmek istiyorlardı. Kadınların şu sözleri onların cesaret, özgüven, azim ve kararlılıklarının bir ifadesiydi:
“ Memleketimizde birçok yaralar vardır ki, o yaraları ancak kadınlar tedavi edebilir. Erkekler buna katiyen muktedir değildirler. Hükümetimiz bu gibi yerlerde kadınların önüne dikilen engelleri yıkmalıdır.”(11)
Kadınlarımız yüksek öğretime 1914 yılında, İstanbul Darülfünununa (Üniversitesine) ek ve İnas Darülfünunu olarak, “Kız Teknik Öğretmen Okulu” adıyla açılan okulla başladılar.(12)
1917 yılında yasa hükmünde geçen bir kararname, “Aile Hukuku Kararnamesi” ile İslam Hukukuna bağlılıkla beraber, “Evlilik” konusuna hükümetin karışması sağlandı. Kadın haklarındaki bu değişiklik oldukça ciddi bir aşama ve ilk büyük hareketti. Evlenmede “ Devlet İzni zorunluluğu” 1917 yılında getirilmiştir. Böylece poligami( Çok kadınla evlilik) nısbi bir sınırlamaya sokulmuş, ikinci kadınla evlenebilmek için birincinin rızasının alınması şartı getirilmiştir. (13)
İşte Atatürk ve Cumhuriyet öncesi Türk Dünyasında kadın hakları mümkün olduğu kadar özetleyerek sunduğumuz bu şekildeydi. Şimdi artık Cumhuriyet döneminde Atatürk ve arkadaşlarının Kadın Hakları konusunda yaptıkları çalışmalarla günümüzde kadın hakları konusunda neler yapılması gerektiği daha iyi anlaşılabilecektir. Analarımızın, kardeşlerimizin, eşlerimiz ve evlatlarımızın bu konuda verecekleri mücadelede daima saflarında bulunmaktan onur duyacağımızı belirterek ulusumuz ve İslam dünyasının kadınlarına uzun demokrasi ve özgürlük yürüyüşlerinde başarılar dileriz.
DİPNOTLAR:
(1) Hıfzı Veldet Velidedeoğlu: Atatürk İlkeleri ve Türk Kadınının Çilesi, s 34–36 (İzmir–1970)
(2) Burhan Göksel: Çağlar Boyunca Türk Kadını ve Atatürk, s.140 ( Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara- 1988)
(3) Serpil Çakır: Osmanlı Kadın Hareketi, s.23 ( İstanbul–1994)
(4) Aynı Eser, s.23
(5) Selim Nüzhet: Türk Gazeteciliği (1831–1931),s.48–49 ( İstanbul–1931)
(6) Aynur Demirdirek: Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikayesi,s.9 (Ankara-1993)
(7) Serpil Çakır, s.30
(8) Aynur Demirdirek,s.9
(9) Aynı Eser, s.112
(10) Kadınlar Dünyası, 1 Kanunisani (Ocak) 1921, No.194/1,s.2
(11) Muhlise Fuad : “Kadınların Temayüzü”, 17 Teşrinisani (Kasım) 1329 (1913), No.118, s.7’den (Serpil Çakır, s.311)
(12) Burhan Göksel, s.144
(13) Aynı Eser, s.145
Dr. M. Galip Baysan
Bir yanıt yazın