Site icon Turkish Forum

ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM

Mustafa Kemal Atatürk

Mustafa Kemal Atatürk

 
 

Berkin Elvan, 16 Haziran 2013’te ekmek almaya giderken, Gezi eylemlerini bastırmaya çalışan polisin gaz fişeği ile vuruldu, yaşam savaşını kaybetti.
Türkiye evladını toprağa verirken, binlerce insan ülkenin her yerinde gözyaşlarıyla, “Rahat uyu Berkin,orada ölüm yok” sloganları attı.

Polis TOMA ve zırhlı araçlarla kalabalıklara müdahale etti.*
Aynı saatlerde Başbakan Erdoğan Siirt’te seçim mitingindeydi.
Konfetiler altında,sağ eliyle “Rabia” işareti yaparken,”Önce Gezi eylemleri dediler. Şimdi de 17 Aralık, 25 Aralık darbe girişimiyle yeni Türkiye’ye sabotaj düzenlemek istediler. Gezi eylemlerinde ağaç bahaneydi, çevre bahaneydi. Gerisi çok şahaneydi. Ne oldu? Güzel neticeler mi alındı? Molotoflarla demokrasi gelir mi? Gücün varsa inanıyorsan sandıktan çıkarsın” diyor ve kalabalığa “Adam mı öldürdüm, bir şeyler mi çaldım,ben ne yaptım” diye soruyordu.

*
Batı medeniyeti “İnsanların politik kapasitesi gelişime açıksa, devleti doğanın yüce bir gerekliliği olarak ele alması gerekir. İnsanın bir medeniyet kurma olasılığı, gücünün sınırıyla birlikte bahşedilen akla da bağlıdır” mantığından doğuyor.
İnsanlar din’in özel bir mesele olduğu düşüncesinde yetkinleşirken, vicdan özgürlüğü adına inananların inanmayanlar aleyhine sahip oldukları tüm kamusal ayrıcalıkları kaldırmış, din’in Devlet içinde egemen güç haline gelmesini reddetmiştir.
Modern devletin kanun çıkarmasının günahkâr insan işi olduğu kabullenilmiş, Tanrı’nın devlet hayatında ortaya çıkan tarafsız ve görünür iradesine sorgusuzluk kalkarken,sonuçta Batı özgür akıl ve vicdan üzerinden Çağdaşlığın ve Özgürlüğün temsilcisi olmuştur.
Bugün,Batılı devletlerin ezeli karakterini bu birikiminden demokrasi kültüründe pekişmiş insanların yasal teşkilatı olan milletler oluşturuyor.

*
Halbuki,çağdaşlık ve özgürlük hedefinde Türkiye, Atatürk’ün “Milletin hakimiyetini bir şahısta yahut belirli şahısların elinde bulundurmakta menfaat bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır. Hükümdarlar, kendilerini aslı olmayan bir kuvvetin temsilcisi tanırlar ve bundan zevk alırlar.Fakat onların etrafındaki menfaatperestler, bunu din kisvesine büründürerek milleti iğfâle, küçük görmeye çalışırlar. Nihayet milletin kulağı bu söylentilerle dolar ve o telkinleri dinin icabı ve gerçeklerin ifadesi olarak kabul ederler.Bu gibilere gerici, hareketlerine irtica derler” işaretine rağmen,

 
*
Fethullah Gülen’in “Adliyede, mülkiyede veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti, bizim garantimizdir. İstikbale yürümek için, sistemin püf noktalarını keşfedin, sistemin püf noktalarını bilmek, keşfetmek, aşmak lazım. Sivrilmeden, mevcudiyetinizi hissettirmeden çok ilerlere gitme. Böylelikle bu kurumları dönüştürebilir ve İslam adına daha faydalı olabilirsiniz” fetvası doğrultusunda ve siyasi lider Recep Tayyip Erdoğan’ın peşisıra bu evrensel hedeften dönülmüş bulunuyor.
*
Bu noktada,Fethullah Gülen ve Recep Tayyip Erdoğan’ın serüvenine şöyle başlamak ve bugüne şöyle gelmek gerekiyor;

*
Samuel Huntington soğuk savaşın ardından Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla dünyada ciddi değişmelerin ve belirsizliklerin yaşanacağı geçiş süreci ile ilgilenen bir stratejistdi.
Medeniyetler Çatışması tezini, yeni dünyada mücadelenin esas nedeninin ideolojik değil, insanlığın kültürleri arasında, yine ulusal devletler çerçevesinde fakat, farklı medeniyetlere mensup milletler arasında yapılacağı esasına dayandırdı.
“Batı’nın İran Körfezi’ndeki askerî varlığı, karşı konulmaz askerî üstünlüğü ve Ortadoğu ülkelerinin kendi kadarlerini tayin etme hususundaki yetersizliklerinden ileri gelen gücenikliğin ve tahkir edilmişliğin beslediği hayal kırıklığı yerini giderek artan bir öfkeye bıraktı, İslâm kanlı hudutlara sahiptir” dedi…

*
Tezini,11 Eylül saldırısından sonra ortaya çıkan ve çıkarları doğrultusunda dünyayı değiştirmek isteyen ABD neoliberalizm kullandı.
Neoliberalizm kapitalist örgütlülüktür,dış baskıların yanı sıra iç kuvvetlerin dayattığı toplumsal, iktisadi ve siyasi dönüşümler aracılığında gerçekleştiriliyor.
İç kuvvetleri finans dünyası, önde gelen patronlar, ticaret adamları ve ihracatçılar, medya baronları, büyük toprak sahipleri, siyasi liderler, yüksek yargıçlar,sivil ve askeri yüksek bürokratlar ile bu kesimlerin düşünsel ve siyasi vekilleri arasındaki koalisyon oluşturuyor.
Dış baskı ise Batı kültürü ve ideolojisinin yayılması, neoliberal değerlerde devlet kurumları ile sivil toplum kuruluşlarına dış destek sağlanması, diplomatik baskılar, siyasi huzursuzluk ve askeri müdahaleden oluşuyor.

*
Nitekim, neoliberal pazarların güvenliği için sosyo-politik olarak bütün İslam Coğrafyasında milli gelir ve reel hayat arasında oluşmuş derin uçurumda halklarının tepkisi kışkırtıldı.
Yüzyıllık köhne yargılar ve iktidar olmak hırslarından yakalanan ve kendi sivil toplum örgütleri, sendikaları,medyası ve anında harekete geçebilecek kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla islamcı burjuvazi ve sermaye birikimi oluşturmak, bu suretle küresel pazar ekonomisine entegre olabilmek karşılığında bölgenin her türlü güvenliğinin sağlanması eşitliği üzerinden devlet ve rejimler yapılandırıldı.

*
Türkiye’de dini lider Fethullah Gülen ve siyasi lider Tayyip Erdoğan ile sonra  Mısır,Tunus, Endonezya’da ve genel olarak İslam coğrafyasının bütününde Piyasa İslam’ıyla yeni bir dindarlık biçimi oluşturuldu.
Yeni dindarlık biçimi Batı medeniyeti değerleriyle eklektik bir uzlaşı ürünüydü, kapitalist kültürden besleniyor, bireysel başarıyı göklere çıkarırken, özgüven edinme ve kendini gerçekleştirme stratejilerine methiyeler düzüyordu.

Kendilerini İslamcı ya da siyasal İslam olarak nitelendirenler geleneksel İslam’ı kitle tüketim kültürünün gerekleri doğrultusunda yeniden yorumladı geleneksel hiyerarşik örgütsel yapılanmaları bertaraf ederken, sosyal devletin altı oyuldu.*
İslami burjuvazinin sosyal ve ekonomik yükselişiyle gelişen Piyasa İslamcılığı -ne ki,ana yöneliminde İslami yönetimin yürürlüğe sokulmasından alternatif bir medeniyet projesinin kurulmasına kadar farklı kurucu tematiklere sahipti.

O yüzden sosyal ve siyasi bir hareket olarak dini referanslarla kamusal alana hakim olmak için devlet kurumlarının reforma tabi tutulmasını, ardından Batı Medeniyetine bir alternatif yaratılmasını öngören bir kalkışmaya dönüştü.
Ekonominin her şeyi yutan bir nesnellik rejimi inşa edeceği öngörüsüyle alternatif siyaset merkezli İslamlaşma süreçlerini,cihat temelli ya da pasifist temelli dindarlık biçimlerini aşındıracağı beklentisi boşa çıkmıştı!*
Bugün neoliberalizm, Medeniyetler Çatışması tezinden hareketle İslam coğrafyasındaki ülkelerde ekonomik ya da askeri yaptırımlarının sonucunda Filistin’de, Irak, Afganistan, Doğu Türkistan, Keşmir, Cezayir, Tunus, Burma, Lübnan, Moro, Çeçenistan, Hindistan,Somali, Suriye, Sudan,Çad, Açe,Özbekistan, Mısır, Sri Lanka, Cezayir, Pakistan’da ve daha pek çok bölgede savaş, çatışma ya da krizlere neden oluyor,binlerce insan ölüyor,dehşetli trajediler yaşanıyor.
Bu yüzden dünya ölçeğinde  neoliberal sistemi yerinden edecek bir İslamcı siyasetle karşı-karşıya bulunuyor.*
Bu sırada,İslam dünyasının ötesinde iki eski hasım ABD ve Rusya arasında yeterli deneyimin geliştiği, birbirlerine düşman değil stratejik ortaklığı kurmaya çalışan partnerler olduğu düşüncesi gelişmekteydi.
Ya da neoliberalizm ABD’den 2008’de başlayan ekonomik sıkıntılarında işsizlik ve yoksulluk artışı sorununa, güçlü merkez bankası ve devlet müdahaleleri ile engel olmak dışında bir çözüm getirmediğini,merkez bankalarının mali sisteme para pompalamaları halinin küresel ekonominin çöküşünün hızlandırdığını, bir kısır döngünün oluştuğunu tesbit ettiğine inanılıyordu.
Ya da bu şartlarda dünyada bir sektörde ya da bir ülkede yaşanacak krizin kolayca komşu ülkelere,bölgeye ve dünyaya yayılma olasılığına daha fazla dayanılamayacağının görüldüğü sanılıyordu.
Yoksa lider ABD, çevresinde bölge lideri ülkelerle çeşitlenen yeni bir dünyayı mı  benimsiyor, ülkelerin birbirlerinin çabalarını gölgelemek yerine birbirlerini tamamlayıcı politikalar geliştirmesine, fikir ayrılıklarını barış görüşmeleriyle çözmeye yönelmeleriyle yeni bir sürece mi giriliyor diye düşünülmekteydi -ki,

*
Birdenbire Filistin’de, Irak, Afganistan, Doğu Türkistan, Keşmir, Cezayir, Tunus, Burma, Lübnan, Moro, Çeçenistan, Hindistan,Somali, Suriye, Sudan,Çad, Açe, Özbekistan, Mısır, Sri Lanka, Cezayir, Pakistan’da ve daha pek çok bölgede neden olunan savaş, çatışma ya da krizlere sırt dönüldü.
Neoliberalizm işine gelmeyen rejimleri değiştirmek üzere yönünü,bu kez  eski hasmı Rusya’nın doğrudan ilgili olduğu Ukrayna’ya çevirdi.
Yeni bir soğuk savaşın esintisiyle lider ABD dünyada sahip olduğu bölünmemiş hakimiyet döneminin geçmişe karıştığı fikrine bir türlü alışamıyordu,ama alışkanlığının sözde alicenaplığıyla;

*
İslam dünyasına Medeniyetler Çatışması tezinin sona erdiğini işaretini veriyordu.
İşte Mısır’da,Suudi Arabistan,Suriye’de ve nerede varsa Müslüman Kardeşler örgütünün fişi çekiliyor.
Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan,devlette nerelere sindiğini iyi bildiği eski ortağı Gülen cemaatinin siyaset,finansman ve medya kaynakları ile destekçilerinin tasfiyesini -tıpkı,Ergenekon sürecine benzer usulle kısa sürede tamamlamaya görevlendirilmiştir.

O sırada kendi tasfiye sırasını beklerken neoliberalizme yaranmak için “Adam mı öldürdüm, bir şeyler mi çaldım, ben ne yaptım ” diye mızıklanıyor…
 
*
Ne yapmış, efendim?
BihvX-ZCYAAICA_.jpg
Exit mobile version