Son günlerde günlük yaşamımızı da etkilemeye başlayan iktidarın din eksenli tavır ve davranışları, maddi çıkar sağlayıcı ve tek taraflı hukuki suistimaller halk arasında, özellikle okur- yazar kesimde haklı bir kaygı ve endişeye sebep olmaktadır. 2014 yılında bilim dünyasında uzay seyahatleri, kanser ve diğer ölümcül hastalıkların çareleri tartışılırken, Türkiye’de kadın haklarının en az 100 yıllık bir geriye gidiş tehlikesi altına sokulması aklın alacağı bir olay kabul edilemez. İnanılması daha güç olan, bu tehdidin dış dünyadan veya ülke içindeki belirli bir kesimden değil de, ulusu daha ileri seviyede bir özgürlük ve refaha götürmesi için seçilen ve böyle yaptığını iddia eden iktidar partisinden gelmesidir.
Atatürk’ün yüz yıllar ilerisini görüp bir iki yasa değişikliği ile Türk kadınları için uygulamaya koyduğu sosyal, siyasal ve hukuki hakların elde edilmesi için Türk ve İslam ülkelerinin kadınları ile Dünya ülkelerinin kadınları çok büyük mücadeleler vermişlerdir.
Günümüzde hepimizin gözleri önünde oynanan “Türban veya tesettür oyunu” kadın hak ve özgürlükleri açısından devasa boyutta bir olaydır. Tam kadro halinde Devlet, Üniversiteler ve Hukuk kurumlarını karmakarışık ilişkiler içine sokan bu olay; acaba Hükümetin iddia ettiği gibi dini inançlarına bağlı bir genç kızın veya kadının masum bir inanışla başını örtmek istemesi olayımı? Yoksa Atatürk devrimini yıkmak isteyen erkek egemen kişiler tarafından, kadının boynuna tarihi kölelik tasmasını yeniden geçirme hareketimidir? Bu sorunun cevabını gelin hep birlikte tarihi gelişim içinde arayalım ve bu konuda da kararı yine size bırakalım.
Günümüzde İrticai davranışları nasıl önleyebiliriz arayışında olanlara bir hatırlatma yapmadan konunun derinliğine dalmak istemiyoruz. Bir yabancı devlet adamı (Almanya’nın eski Ankara Elçisi Sonnehol)’un görüşüne göre; Atatürk’ün Türkiye’de inkılâpların güvencesi olarak dayandığı iki kurum vardır. Birincisi Atatürk’ün eserlerinin bekçisi olan ve daima da koruyacak olan Türk Ordusu, ikinci kuvvet Türk kadınıdır. Biz bu görüşe üçüncü güç olarak Gezi olayları sırasında rüştünü ispat eden çağdaş Türk Gençliğini ilave edebiliriz.
Atatürk; bir kere özgürlüğünü kazandıktan sonra Türk Kadınının kolay kolay bu hakkı yeniden kaybetmeyeceğine gönülden inanıyordu. Bir bakıma Türk Halkının %50’sini teşkil eden kadınlarımız; özgür ve tarafsız bir oylamada Türk Siyasi yapısını alt üst edecek bir güce sahiptir. Türk Ordusunun Demokratik anlayışlar nedeniyle hareketsiz bırakıldığı, akıl ve bilim insanlarının donup kaldığı bir ortamda, Atatürk inkılâpları ve çağdaş demokratik yaşamı koruma görevi kadınlara düşmektedir.
Dünya kadınlarının haklarını elde etmek için verdiği mücadeleler çok boyutlu ve çok saygın bir mevkie sahiptir. Bize göre Türk kadınları bu çabaları öğrenmek için her türlü çabayı göstermeli ve bu gün Türk Kadınının geldiği seviyeden geriye doğru bir adım dahi atmamak için her türlü mücadeleyi vermeye hazır ve gönüllü olmalıdır.
Bu nedenlerle tavsiyemiz: siyasi partilerin bütün dikkatlerini kadınlar üzerine yoğunlaştırması, gerek Belediye Seçimleri, gerekse milletvekili seçimlerinde kadınlarımıza özel bir yer verilmesi ve Türk Kadınının özgürce ve saygın bir şekilde siyasi yaşamımızda yer almasının sağlanmasıdır.
Dr. M. Galip Baysan
Yazıları posta kutunda oku