Kırım’da Franz Ferdinand Olayı Yaşanmasın

Bu köşede 3 Şubat tarihinde yayınlanan yazımın başlığı “Ukrayna: Maidan Anneleri ve Kırım Türkleri” idi.

Yazımda gösterilerin merkezi Maidan (Meydan) Nezalezhnosti, diğer bir deyişle Özgürlük Meydanı’ndaki  gösterilerden söz etmiş, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un  göstericileri “faşist gençler” olarak nitelediğini belirtmiştim.

Göstericiler ile polis arasındaki çatışmalar sonucu  hayatını kaybedenler olunca, Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in protestolara son vermek için Parlamento’da olağanüstü  oturum düzenlenmesi öncesinde Başbakan Mikola Azarov, Ukrayna’nın birliğini korumak için  istifa etmiş, 16 Ocak’ta kabul edilen gösterileri engellemeye yönelik yasa ise 361’e karşı 2 oyla iptal edilmişti. 

 

 

 

Önceki yazımda da belirtmiş olduğum gibi Ukrayna’daki olaylar Türkiye’yi  yakından ilgilendirmektedir. Çünkü, Kırım Özerk Cumhuriyeti Ukrayna’nın sınırları içindedir ve Kırım’daki Rus nüfus, Batı yanlısı değil, Rusya taraftarıdır.

 

İki milyonu aşkın nüfusu olan Kırım’da Ruslar nüfusun yüzde 60’nı, Ukraynalılar nüfusun yüzde 24’nü oluştururken, Kırım Türkleri  yüzde 14’le azınlıkta kalmaktadır.
Geçen hafta Ukrayna’ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti Parlamentosu silahlı bir grup tarafından basılmış ve  Parlamento 25 Mayıs tarihinde özerk cumhuriyetin kaderini belirleyecek referandum yapılmasını kararlaştırmıştır. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov  Kiev’deki göstericileri “faşist gençler” olarak niteledirirken, acaba Kırım Parlamentosu’nu basan silahlı güçlere ne diyecektir?

Onlara neden komunist çeteler demekten kaçınmaktadır?

Sadece Rus kökenli milletvekillerinin çağrıldığı, Kırım Türklerinin  ve Ukraynalı temsilcilerinin katılmadığı Parlamento’nun almış olduğu bu karar Batı dünyası ve Avrupa Birliği tarafından tanınmamalıdır.

Bu konuda Avrupa Birliği’nin büyük sorumluluğu vardır. Çünkü AB, Ukrayna’daki kargaşanın çıkmasına yol açmış, Ukrayna ile Ortaklık ve Serbest Ticaret Anlaşması imzalamak isteyince, buna karşı çıkan eski Devlet Başkanı Yanukoviç’in tepkisi ile karşılaşmıştır.

Gelişen olaylar sonucunda Ukrayna’nın bölünmesine yol açacak duruma gelinmiştir.

Kırım’da faaliyet gösteren ATF İnşaat’ın sahibi Ali Kılınç, görevinden azledilen Magilov’un yerine atanan yeni başbakan için şunları söylemiştir: “Sergey Aksanov çok tehlikeli bir isim. Rusya yanlısıdır. Kırım Tatarları ile bugüne kadar hep sorunlu ilişkiler içerisinde olmuştur. Aşırı milliyetçi ve eski karanlık bağlantılara sahiptir. Kırım’ın geleceğini şu anki yönetimle hiç iyi görmüyorum.”

Referandumda halka, “Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin bağımsız devlet olarak Ukrayna sınırları içinde ikili anlaşmalar uyarınca varlığını sürdürmesini onaylıyor musunuz?” sorusu sorularak Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasının yolu  açılacaktır.

Türkiye sesini  fazla yükseltirse  Hatay örneği  gündeme gelebilir. Fakat Hatay Meclisi’nde 29 Haziran 1939  tarihinde alınan referandum kararı, Meclisi basan silahlı güçlerin baskısı sonucunda  alınmamıştır.

 

Kırım’da referandum, Ukrayna’nın bölünmesine yol açacak bir gelişmedir  ve sonucu önceden bellidir. Bu durum BM Sözleşmesine aykırıdır. Bu sebeple bu kararın iptali için BM Uluslararası Adalet Divanı Sözleşmesi’nin 36’ncı maddesi gerdiğince konu Divan’a götürülmelidir.

 

Ukrayna’daki gelişmeleri sessizce izleyen Batı Dünyası ve AB bu duruma tepki göstermeli ve alınan kararı tanımamalıdır.

Toplam 100 milletvekilinden sadece 64’nün katıldığı oturumda karar, 55 vekilin  evet oyu  ile alınmıştır.

Silahların gölgesinde alınan kararlar, hangi demokrattık Batı ülkesinde geçerli olabilir?

Soli Özel’in de 23 Şubat tarihli yazısında, Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın 27 Şubat’ta NTV’de belirttiği gibi Ukrayna bölünebilir ve bundan hem Türkiye ve hem de Kırım Türkleri zarar görür.

Ukrayna bölünürse,  Kırım’da yaşayan 300 bin  Kırımlı Türkü bu gelişmeden  olumsuz etkilenir.

 

Günümüzde  başta Eskişehir olmak üzeri Kırımdaki Tatar nüfusundan daha çok Kırım Türkü Anadolu’da yaşıyorsa, bunun sebebi Kırım Hanlığının Rus nüfuzuna geçmesidir.

 

Kırım’dan Türkiye’ye kitle göçleri,  1783’de Kırım Hanlığının ortadan kaldırılarak Rusya İmparatorluğu’nun Kırım’ı ilhak etmesinden sonra gerçekleşmiştir.

 

İki yüzyıldan fazla bir süredir Anadolu’ya yönelik göçün sebebi, Kırım Türklerine yönelik Rus baskısıdır.

18 Mayıs 1944 de Stalin tarafından vatanlarından sürülen ve yarısı yollarda katledilen Kırım Türklerini de  unutmayalım.

Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel Mayıs 1998’de Ukrayna gezisi sırasında Kırım Özerk Cumhuriyeti’ni de ziyaret edeceğini belirterek, ‘‘Kardeşlerimiz Kırım Türkleri ile kucaklaşacağız. Bu ziyaret, 1783 yılından bu yana Kırım’a Türk topraklarından yapılan ilk devlet başkanı ziyareti olması açısından tarihi bir mana taşımaktadır’’ demiştir.

Kırım’ı ziyaretinde ise şunları söylemiştir: “Tarihin karanlık bir döneminde zorla, yaşadıkları topraklardan koparılmış olan Kırım Tatarlarının yeniden anayurtlarına dönmeleri, demokrasi ve hukukun üstünlüğünün küresel bir mutabakata dönüştüğü zamanımızın ruhuna uygun bir tarihi gelişmedir.”

Bu ziyaret öncesi Kırım Gelişim Vakfı  olarak sayın Demirel’i ziyaret etmiş ve İkinci Başkan olarak kendilerine kısa bir sunuş yapmıştım.

Kırım Tatar Meclisi Türkiye Temsilcisi Zafer Karatay, Ukrayna’nın bölünmesiyle  Kırım’ın bağımsız kalmasının Tatarlar  için hayati zararları olacağını söylemiştir.

 

Zaman Gazetesi’nin sorularını cevaplayan Karatay, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “Herhangi bir yerde Rus askerine saldırı olursa savunuruz. Bunun için de askeri müdahaleden kaçınmayız” sözlerine dikkat çekmiş,

etnik gerilimin olduğu bölgede  bir kıvılcımın askeri bir müdahaleye bahane yapılabileceği endişelerini dile getirmiştir.

 

Today’s Zaman’a konuşan Ankara  Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Tuncer Kalkay da Meclis’in Rus desteğiyle bağımsızlık istediğini söylerken, “Bu, Kırım Türklerinin sonu olur  demiştir.

Gelişmeleri Türkiye Cumhuriyeti yakından izlemek durumundadır. Çünkü Ukrayna, hem yakın komşumuzdur ve hem de Kırım  (şimdilik) Ukrayna’ya bağlı  özerk Cumhuriyettir.

Ukrayna’daki gelişmeler karşısında Türkiye’nin daha aktif olmamasını  anlamış değilim.  Hükümetin kesinlikle tasvip etmesek de “seçimle gelen” Yanukoviç’in halk ayaklanması sonucunda görevini bırakmak zorunda kalmasına tepki göstermemesi, buna karşılık Mısır ’da “seçimle gelen” Mursi’nin askeri darbe sonucu görevden alınmasına şiddetli tepki göstermesini de anlamış değilim.

 

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Ukrayna’nın bütününün, Kırım da dahil olmak üzere istikrara kavuşması en büyük temennimizdir” demeci önemlidir ama Türkiye bu konuyu demeçlerin ötesine taşımaz ise, Kırım’daki örnek yakın bir zamanda Türkiye için de gündeme gelebilir.

 

Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Özellikle Balkanlardaki son gelişmelerden sonra.

Eskişehir’de yaşayan Kırım Türklerinin  en azından “yerel siyaset” kadar Ukrayna’daki son gelişmeleri de yakından izlemeleri ve daha hassas olmaları gerekmektedir. Özellikle  TBMM’de Kırım kökenli iki milletvekilimizin bu konuda daha aktif olmasını ben arzu etmekteyim.

 

 


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir