Türkiye’de tape (ses kaydı) üzerine tape patlıyor. Artık dizi film izler gibi siyasilere ve iş adamlarına ait ses kayıtlarını izliyoruz. Halk, öyle alıştı ki; her gün yeni kaset beklentisi içinde. Şimdilik ses kayıtlarıyla iktifa ediyoruz, muhtemelen pek yakında görüntülüleri de düşer ekranlarımıza. Ve başbakan, geçtiğimiz salı günü yapılan grup toplantısında açıkça itiraf ediyor: “Yeni internet yasasını bu şantajın önüne geçmek için çıkardık”(1). Yani Başbakan, bu sözleriyle, bu tür ses ve görüntü kayıtlarının yayına verileceğinden emin olduğu için apar topar internet yasasını çıkarttıklarını, belki de istemeyerek cümle aleme ifşa etmiş bulunmaktadır.
Bütün Uydurmalar Bizatihi Alçaklıktır!
Başbakanın Salı günkü grup toplantısında söylediği şu sözler de çok ilginçtir: “Dün akşam kendi kurguladıkları, dublajını da kendilerinin yaptığı bir piyesi servis ettiler. Ben haftalardır bir çağrıda bulunuyorum; eteğinizde ne varsa dökün, elinizde ne varsa çıkarın diyorum. Ama bunlar gidiyor, alçakça, hayasızca, edepsizce montaj yapıp bunu servis ediyorlar. Uydurun da uydurmanın da bir ahlakı, edebi var. Bu kadarı olmaz”(2).
Anlaşılan Başbakana göre; bazı uydurmalar kabul edilebilir ve bu uydurmalara bakılarak iş ve işlem yapılabilir! Demek ki; bu ülkede Başbakanın da rıza gösterdiği bazı uydurmalar yapılmış ve halen de yapılmaktadır. Sayın Başbakana sormak gerekiyor; peki hangi uydurmalar ahlaka ve edebe uygundur? Mesela; kendi savaş uçaklarımızla kendi camilerimizin bombalanacağına ilişkin uydurma ahlaklı ve edepli bir uydurma mıdır? Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin cep telefonuna yüklenen sahte kayıtlar ahlaka ve edebe uygun mudur? Sizin ısrarla “Paralel Yapı”, “Cunta” ve “Çete” diyerek aşağıladığınız yapı, o zaman da iş başında olduğuna göre; Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi davalarda bulunması muhtemel uydurmalar ahlaka ve edebe uygun mudur? “Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nde içki içtiler” ve “Kabataj Meydanında tesettürlü bir kadına cinsel tacizde bulundular” şeklindeki uydurmalar ahlaka ve edebe uygun mudur? Peki, o zamanlarda neden hiç sesiniz çıkmadı da, bugün işin ucu size dokununca demediğinizi bırakmıyorsunuz bu uydurmaları yapanlara.
Oysa hayır Sayın Başbakan, uydurmanın ahlaklısı ve edeplisi olmaz. Bütün uydurmalar bizatihi alçaklıktır! Biz ki; savaşta düşmanı yanıltmak amacı dışında asla yalan söylemeyen, yani sizin tabirinizle uydurmada bulunmayan bir milletin torunlarıyız. Bu sebeple bize uydurma yakışmaz. Bunu biz değil, sizin hani şu çok değer verdiğiniz ve onların uğruna “Değerli Yalnızlık” adı altında tecridi göze aldığınız Araplar söylüyor.
“Arap ordularının kalplerini Türkler gibi titreten olmamıştır” diyen ünlü Arap Edebiyatçısı ve Mutezîle Kelâmcısı Câhız (Doğ. 767-777, Öl. 869), Arap İslâm orduları kumandanı (ve Horasan valisi) Cüneyd bin Abdurrahman’la Türk Hakanı’nın aralarında geçen konuşmayı şöyle nakleder:
Hakanla (Türkiş Hakanı Sulu Çor Kağan) karşılaştılar. Hakan’ın durumu Cüneyd’i korkutup dehşete düşürdü. Birlikleri ve ordusu onun gözüne çok göründü. Üzerinde çok fena bir tesir bıraktı. Hakan bu vaziyeti ve Cüneyd’in içinde bulunduğu ruh halini anlayınca ona şu şekilde haber gönderdi: Korkma! Ben sana bir fenalık yapmak istesem bu şekilde bir şey yapmadan yerimde durmazdım. Kuvvetlerinin eksik tarafını önceden gördüm, eğer sana galip gelmek veya bir kötülük yapmak isteseydim düşünmeye fırsat bırakmadan kuvvetlerini tozla duman ederdim. Bu hileyi öğrenip de başka Türklere tatbik etmeyeceğini bilsem kuvvetlerinin ve tabyandaki eksik ve hatalı tarafı sana gösterirdim. Senin akıllı ve sülalen arasında şerefli, faziletli ve dinini iyi bilen bir kimse olduğunu duydum. Dininizi tanıyabilmek için sana dini hükümlerinize dair bazı şeyler sormak istedim. Sen bana maiyetinle gel, ben sana yalnız başıma çıkayım, şahsım için bu hususta gerekli bazı şeyleri sana soracağım. Sakın benden kuşkulanıp endişeye düşme. Benim gibi bir adama gadretmek yakışmaz. Benim gibi bir kimse önce hile ve hud’asından emin edip de sonra verdiği sözü bozan bir insan değildir. Biz işlerimizde hile (uydurma) yapmayan bir milletiz. Hileyi (uydurmayı) sadece harpte mubah sayarız. Eğer harp hilesiz (uydurmasız) olacak olsa hileyi (uydurmayı) harpte dahi mubah görmezdik. ”(3).
Başbakan, grup toplantısında öyle bir laf etti ki; bu lafı gaf mıydı yoksa itiraf mıydı doğrusu pek kestiremedik. Neydi o laf? “Devletin kriptolu telefonlarını bile dinlemişler!” Yani Başbakan bir anlamda “Biz o konuşmayı kriptolu (şifreli) telefonlarla yapmıştık” demek istiyor iyi mi? Bu tavır, bizim Anadolu’da, caminin içinde sevgilisini öperken caminin avlusundan kendilerini fark edip “Tu size, terbiyesizler! Sevişecek başka yer bulamadınız mı?” diyen adama, “Şu işimi bitireyim de caminin avlusuna tükürmenin ne demek olduğunu sana göstereceğim” diye tehditler savuran adamın tavrına benziyor değil mi?
Şimdi de Sayın Başbakana desteğimizi verelim: Evet, bu ses kayıtları eğer montaj, yani uydurma ise tam bir alçaklıktır. Hangi amaca hizmet ediyorsa etsin, vatana saldıran düşmanları bertaraf etme dışında yapılan bütün diğer uydurmaların da birer alçaklık olduğu gibi. Şunu da önemle belirtelim ki; İslam alimleri yalanın, yani uydurmanın caiz olduğu bazı yerleri şöyle sıralamışlardır: Savaşta düşmanı yanıltmak, karı-kocanın arasını bulmak, iki Müslüman’ın arasını bulmak vs. İslam alimleri, bu birkaç hususun dışında, örneğin siyasi çıkar uğruna yapılan uydurmaları mubah görmemişlerdir.
Yandaşlar Boşuna Çırpınıp Duruyor, Yazık Onlara…
Dün (25 Şubat 2014) akşam, CNN-Türk kanalını izlerken iki ayrı duyguyu bir arada yaşadım desem yeridir; utanma ve gurur. “Dört Bir Taraf” isimli programda gazeteci Abdülkadir Selvi’yi izlerken gazeteciler ve gazetecilik adına gerçekten çok utandım. A.Selvi, Başbakan ile oğlu arasında geçen konuşmaya ait olduğu iddia edilen ses kaydının uydurma ve montaj olduğunu ispatlamak için öyle çürük dallara sarıldı ki; hangi dala sarıldıysa hemen hepsi elinde kaldı! Nazlı Ilıcak, kurt bir gazeteci. Abdülkadir Selvi ve Nagehan Alçı’yı tam anlamıyla çileden çıkardı desem yeridir. Abdulkadir Selvi’nin sarıldığı dallardan birisi de MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye sözüm ona PKK ve Apo hakkında söyletilen övücü konuşmalara ilişkin yapılan uydurma ses kaydının internette dolaştığına ilişkin beyanı idi(4). Bereket versin, Nazlı Ilıcak, “O ses ve sözler zaten Bahçeli’ye aittir. Grup toplantılarının birinde Şivan Perver’in sözlerini aktarırken kullandığı sözlerdir…” dedi ve bu sözleriyle Abdülkadir Selvi’yi fırlatıp attı ekranlardan dışarı!
Gerçekten de Nazlı Ilıcak’ın dediği gibi; o ses ve sözler orijinaldir ve Sayın Bahçeli’yle aittir. Sayın Bahçeli o sözleri, Barzani ve Şivan Perver’in, Başbakanın konuğu olarak Diyarbakır’a yapmış oldukları ziyareti tenkit etmek için parti grubunda yapmış olduğu konuşma sırasında “Şivan Perver’in 1999 yılında İsveç’te söylediği sözler” olarak aktarmıştır. Yani bu ses kaydını alelacele internete veren acemi hırsızlar, Sayın Bahçeli’nin sözlerinin arkasını ve önünü keserek sadece Şivan Perver’in sözlerini naklettiği bölümü yayınlamışlardır. Yani Başbakanın tabiriyle alçaklıktan da öte, sefilane bir uydurma yapmışlardır(5). Keşke Sayın Başbakan, güya kendisini korumak için düşünülmüş böyle bir alçaklığa da açık yüreklilikle “Alçakça” diyebilseydi. Belki o zaman, çok daha geniş destek bulabilirdi toplumdan…
Yandaş medyanın figüranlarından Emine Şenlikoğlu’nun konuya yaklaşımı da oldukça utanç vericidir aslında. Emine Şenlikoğlu, atmış olduğu twitte “ses kayıtları uydurmadır” demiyor. Başbakan ile oğlu arasında geçtiği söylenen konuşmada konu edilen paranın, “Bu gün biri sordu, kaset doğru olsa ne derdin? Dedim ki, dindarlar zekâtını yoksullara ulaştırmak için başbakana vermişler olabilirler!”
Beni gururlandıran şey ise Ertuğrul Özkök’ün sözleri olmuştur. Sevelim veya sevmeyelim (haddizatında kendisini ben de fazla sevmem) Ertuğrul Özkök, dün (25.02.2014) akşam “Aykırı Sorular” programında öyle bir laf söyledi ki; kendisini Türk Milliyetçisi ve Ülkücü olarak tanımlayan insanların bu sözlerden gurur duymaması mümkün değildir. Özkök’ün sözleri aşağı yukarı şöyleydi: “Alparslan Türkeş, bu ülkede 4.5 sene hapis yattı. Ancak bir kere bile mağdur edebiyatı yapmadı ve bir kere bile devletten intikam almaya kalkışmadı. Tayyip Erdoğan ise, sadece 4 ay hapis yattı, ancak yıllardır mağdur edebiyatı yapıyor ve yıllardır devletten intikam almaya çalışıyor…”
Yaşadıkları zaman dilimi(yani yaşları), siyaset yaptıkları dönem ve şahsiyetleri itibarıyla belki bu iki şahsiyetin kıyaslanması bile yanlış ama, neticede doğru şeyler söyledi Ertuğrul Özkök. İsterseniz yazımızı bir soru ile bitirelim; madem ses kayıtları montaj, şu halde Başbakan’ın açıklamasından hemen sonra TÜBİTAK’da (BİLGEM) kriptolu telefonlara bakan 5 kişiyi neden görevden aldınız?(6). Montajcıları bulsanıza…
_________________
1-http://siyaset.milliyet.com.tr/…/detay/1842335/default.htm,
2-http://siyaset.milliyet.com.tr/basbakan-erdogan-konusuyor/siyaset/detay/1842335/default.htm,
3-Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Örneklerle İslam Ahlakı, s,133, Nesil Yayınları, İst. 2003, & Mehmet Doğan, Kur’an Gölgesinde ve Tarih Önünde Türk, s. 15-16, Türk Kültür Yayını, İstanbul, 1978. Mehmet Doğan, Arap İslam Orduları Kumandanı Cüneyd b. Abdurrahman ile Türkeş Hakanı Sulu Çor Kağan arasındaki bu diyalogu kitabının 16-18 sayfalarında, Arap Müellifi El-Cahiz’in “Fedâil’ül Etrak=Türklerin Faziletleri” isimli kitabından naklen ayrıntılı olarak anlatır. Karşılaştırma için bk. Prof. Dr. Mustafa Temiz, “Milletimizin (Türk Milletinin) Üstün Hasletleri-Sırrımızı Nasıl Keşfettiler” başlıklı makalesi. Parantezler tarafımızca konulmuştur. ö.s.
4-Beyaz TV ana haber bülteninde haber olarak da verildi Bahçeli’nin bu sözleri.
5-İşte Bahçelinin o sözleri kullandığı grup konuşması:
,
6-http://www.internethaber.com/tubitakta-kaset-operasyonu-flas-haber-645292h.htm.
Bir yanıt yazın