Ülkücü CHP Devrimci MHP!

Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren, daha doğrusu farklı partilerin kurulmaya başladığı Osmanlı döneminden itibaren Türkiye’de üç ana siyasi düşünce ve görüş siyasette baskın olmuştur. Yusuf Akçura, “Üç Tarzı Siyaset” isimli eserinde bu görüşleri kısaca İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük olarak hülasa etmiştir. O günlerden bu günlere kadar Türk siyasetine bu üç ana düşünce yön vermiştir. İsimleri farklı farklı olsa da diğer siyasi düşüncelerin, mesela komünizmin, sosyalizmin, liberalizmin fazla bir etkisi yoktur bizim siyasi hayatımızda. Esasen Batıcılık akımının da fazla bir etkisi bulunmamaktadır bizim siyaset tarihimizde. Batıcılık fikrinin etkisi yadsınamaz ise de bu düşünce, diğer iki düşüncenin uzantısı ya da bir nevi garnitürü halinde yansımıştır Türkiye siyasetine. Mesela; görünüşte batıya en yakın duran ve devletin müktesebatını batı normlarına en çok uydurmaya çalışan parti 12 yıldır iktidarda bulunan AKP olmuştur bu ülkede. Ancak gelin görün ki; gerçekte batıya en uzak partidir AKP. İktidara gelen diğer partilerin batıya yaklaşımı da AKP’den çok farklı olmamıştır bu ülkede.

Dolayısıyla; Türk siyasal yaşamına egemen olan iki temel düşünce Türkçülük, diğer bir deyişle Türk Milliyetçiliği ve İslamcılık olmuştur. Türkiye’de İslamcılığın bugünkü temsilcisi iktidardaki AKP, Türk Milliyetçiliğinin temsilcileri ise muhalefetteki CHP ve MHP’dir.  Siz bakmayın, farklı farklı isimler taşımalarına, az çok birbirinden farklı parti programları ve farklı ilkeleri olmasına. Özünde hem CHP, hem de MHP, genel hatlarıyla Türk Milliyetçiliği felsefesi üzerine bina edilen İttihat ve Terakki Fırkası’nın bugünkü uzantılarıdır! AKP ise tam anlamıyla Damat Feritlerin ve Ali Kemallerin yönetiminde, ancak Mustafa Sabrilerin ve Atıf Hocaların sahip oldukları zihniyetin etkisinde palazlanan İslamcı Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın bugünkü devamıdır. Sevap ve günah anlamında İttihat ve Terakki Fırkası, tarihte ne kazandıysa onun mirasçıları bugünkü CHP ve MHP’dir. Hürriyet ve İtilaf Fırkası tarihte günah ve sevap anlamında ne kazandıysa onun da siyasi mirasçısı da bugünkü AKP’dir! 

İttihat ve Terakki’nin en büyük günahı, birinci Dünya Savaşı’na girmektir diyeceğiz ama bu biraz da kaçınılmaz bir sonuçtu. Tıpkı II. Abdülhamit’in torunu Ertuğrul Osman’ın açık yüreklilikle dile getirdiği üzere; Avusturya ve Rus İmparatorlukları gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesinin kaçınılmaz olduğu gibi. Ancak gelin görün ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuranlar da yine İttihat ve Terakki’nin önder kadroları olmuştur. Bana göre; İttihat ve Terakki’nin cumhuriyeti kurmakla kazandığı sevap, günahından kat be kat fazladır.

Bakınız, II. Abdülhamit’in torunlarından Orhan Osmanoğlu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk için neler söylemiş:

“Atatürk bizi kovmadı. Yurt dışına çıkartarak saltanat düşmanlarının elinden kurtardı. Bugün Türkiye’de olmamızı ve hayatımızı Atatürk’e borçluyuz… Kimse kendine puslu havada av aramasın. Ben bugün çıkıp Mustafa Kemal’e laf söyleyen insanı cahil olarak görürüm. Bu vatana gelebilmemizi, sağ kalmamızı ona borçluyuz. Mustafa Kemal ailemizi tehlike olarak görmedi. Bizi de kovmadı. Ailemizin başına tehlike gelebilir diye bizi yurt dışına çıkardı. O zamanlarda bir saltanatçılar vardı bir de saltanat düşmanları. Saltanat düşmanları bizi bir gecede yok edebilirdi. Burada kalmamız çok tehlikeliydi. Onun için cumhuriyetle barışık yaşıyoruz. İş için Ankara’ya gittiğimde Anıtkabir’i de ziyaret ettim. Ama ben saygı duruşu yerine Fatiha okudum. Gidip Atatürk’ün huzurunda iki dakika put gibi durmaktansa ruhuna Fatiha okumak daha mantıklı geliyor. Bu konuları bize sormaktan vazgeçin artık.”(1).

Hürriyet ve İtilaf Fırkası ise hem Mondros Mütarekesi’ni, hem Sevr Anlaşmasını imzalamakla, hem de Milli Mücadele’ye ve Ulus devlete karşı çıkmakla büyük günah işlemiştir. Bu partinin bugünkü uzantıları ise hakikaten Ulus devletin ve devletin üniter yapısının altını oyacak uygulamalara imza atmakla veya göz yummakla adeta Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlardan intikam almaya çalışır gibidirler. Zira BDP’liler, artık açıktan açığa özerklikten ve devamında bağımsız devlet kurmaktan bahsedebilmektedirler bu ülkede. Bu ülkenin özerkliğe ihtiyacı var. Herkesin bu konuyu konuşması gerekir. Türkiye’nin demokrasi çıtasının yükselmesi için, bu zorunlu bir değişimdir…Özerklik konusu, Başbakan, hükümet ve akademisyenlerce tartışılınca sorun olmuyor da Kürtler bu konuyu tartıştıklarında mı sorun oluşuyor?…Kazanmak ve başarmak her zamankinden daha yakın ve kolay…” şeklindeki sözler, BDP Eş Genel Başkanı ve bu partinin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Gültan kışanak’a aittir ve bu görüşler, uygulamalarından Cumhuriyetle sorunu olduğu anlaşılan AKP iktidarı döneminde neşvü nema bulmuş gözüküyor(2).

Ülkücü CHP Devrimci MHP 

Böyle kışkırtıcı bir başlığı durduk yerde atmadım elbette. Dün facebook’ta rastladım, “Ülkücü” olarak bilinen bir yayınevi sahibi, yayınlamış olduğu bir kitabın tanıtımını yapıyordu. Kitabın adı “Milli Devrimci Ülkücü Atatürk”, bu kitabı okuyuculara hararetle tavsiye eden yayıncı “CHP’nin ilk amblemi” olduğunu söylediği bir de fotoğraf yayınlamış.

Herhalde Mustafa Kemal Paşa tarafından da onaylanan bu amblemde, sağ üst köşedeki güneşten çıkan 6 adet ok (güneş ışını), üzerinde ay yıldız ve bozkurt var.  Kitabın adı da muhtemelen bu amblemden hareketle oluşturulmuş. Doğrusu ilginç bir düşünce. Ancak ne var ki; Mustafa Kemal Paşa ve Cumhuriyeti kuran kadronun, bugünkü anlamda Ülkücülükleri tartışılsa bile onların birer Türk Milliyetçisi oldukları tartışmasızdır. Bununla birlikte eğer Ülkücülük, sadece belli bir grubu veya zümreyi değil de topyekun Türk Milliyetçiliği anlamında kullanılıyor ise bu takdirde Cumhuriyeti kuranlar da birer Ülkücüydüler! Zira onların da büyük ülküleri vardı ki; bu ülkülerin en yücesi, Türk Milleti’ni muasır medeniyetin üzerine çıkarmak ve Türk Milleti’ni ilelebet payidar kılmaktı…

Öte yandan bugün CHP’nin ilkeleri olarak da benimsenen Cumhuriyet’in temel ilkeleri, ya da başlangıçta CHP’nin ilkeleri olarak belirlenmekle birlikte daha sonra Anayasaya eklenerek Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri haline getirilen ilkelerle, Ülkücülerin Cumhuriyet’in temel ilkelerine ilave olarak benimsedikleri Merhum A.Türkeş tarafından belirlenen “Dokuz Işık Doktrini” arasında büyük benzerlikler, hatta aynılıklar vardır. Şu halde öncelikle yapmamız gereken, aynı zamanda cumhuriyetimizin temel ilkeleri olan  CHP’nin altı okunun ne anlama geldiğini ortaya koymaktır. Bunlar; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik(inkılapçılık).

Peki, Ülkücülerin benimsedikleri 9 ışık, ya da 9 umde nedir? Onlar da şunlardır: Milliyetçilik, Ülkücülük, Ahlakçılık, İlimcilik, Toplumculuk, Köycülük, Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik, Gelişmecilik ve Halkçılık, Endüstricilik ve Teknikçilik.

Görüldüğü gibi; Ülkücülerin hareket noktası olarak belirlenen ilkeler ya da umdeler, adeta Cumhuriyetin temel ilkelerini, diğer bir deyişle ülkülerini gerçekleştirmek için uyulacak esasları anlatır gibidir. Cumhuriyetin temel ilkelerini “YASA” kabul edersek, 9 ışık, ya da 9 umde, Ülkücüler açısından “TÜZÜK” hükmündedir. Ve tamamı, büyük bir Türk Milliyetçisi olan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın, muhtelif zamanlarda söylediği sözlerden esinlenerek belirlenmiştir. CHP’nin ambleminin ilk halinde nasıl ki; güneşten çıkan 6 adet ışık hüzmesi varsa, Merhum Alparslan Türkeş tarafından belirlenen 9 umdenin bilinen adı da kısaca 9 Işık’tır. Bana göre;  9 umdeyi belirleyen ve tıpkı Mustafa Kemal Paşa gibi bir Türk Milliyetçisi olan Merhum Alparslan Türkeş’in asker kişiliğinin ve Atatürk’e bağlılığının da bu konuda direk etkisi bulunmaktadır. 

Bu tür benzetmeler, muhtemelen bazı Ülkücüler için zorlama benzetmeler olarak algılanabilir. Özellikle bu kardeşlerimiz için söyleyelim ki; MHP ve bu partinin savunduğu fikirler gökten zembille inmemiştir. Bu fikirlerin de bir temeli ve tarihi derinliği vardır. Öncelikle söyleyelim ki; MHP’nin temelini teşkil eden “Millet Partisi”nin kurucuları arasında İttihat ve Terakki’ye yakın isimler de vardır. Bunlardan birisi Mareşal Fevzi Çakmak’tır ve Fevzi Çakmak 1908 yılında ilan edilen 2. Meşrutiyet’ten sonra kısa bir süre de olsa, İttihat ve Terakki Partisi’nin Mitroviça şubesinin gizli yönetim kuruluna seçilmiştir. Arkasından aynı zamanda asker sıfatıyla ve İstanbul Milletvekili olarak kısa bir süre (1924’e kadar) İttihat ve Terakki’nin fikri temelinde kurulan CHP içinde yer aldığı bilinmektedir. Fevzi Çakmak, askerliği politikaya tercih etmekle birlikte İttihat ve Terakki ve CHP ile sürekli dirsek temasında olmuştur. Ki; bu sebeple olacak, 1944 yılına kadar, yani yaş haddinden emekliye ayrılıncaya kadar görevde kalmış, İsmet Paşa’nın Cumhurbaşkanı olmasında da direk etkili olmuştur. Yani MHP’yi oluşturan siyasi fikirler yumağının temeli de tıpkı DP gibi, yine CHP’liler tarafından atılmıştır. 

Bugün her ne kadar, siyasi istikbal ve siyasi ikbal uğruna zaman zaman birbirlerinin aleyhine laf söylüyor olsalar da ve parti programları az çok birbirinden farklı bulunsa da CHP ile MHP arasındaki düşünce ve felsefe farkı, birbirinden çok uzak değildir. Bu fark, tıpkı ünlü “ÇAĞRI” filminde Habeşistan Necaşisi (kralı) Eshame’nin Müslüman sığınmacıların reisi Cafer b. Ebi Talip’e söylediği ünlü replikteki kadardır. Elindeki sopayla yere bir çizgi çektikten sonra ne diyordu Necaşi: “Sizin dininizle bizim dinimiz arasındaki fark ancak bu çizgi kadardır!”. Bence CHP ile MHP arasındaki fark da ancak o çizgi kadardır. Her iki parti de en azından bugünkü iktidarın uygulamaları karşısında aynı şeyleri savunuyor ve aynı kaygıları paylaşıyor. Tek farkları MHP, inançlı toplum kesimlerini fazla gücendirmek ve kaybet istemiyor, CHP ise aynı toplum kesimlerini kazanmaya çalışmanın yanında kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayan toplum kesimlerini de kaybetmek istemiyor. Her iki partinin bunun dışındaki söylemleri aşağı yukarı birbirinin aynısı, zıt kutuplardaki söylemleri ise büyük ölçüde siyaseten söylenmiş lafı güzaftan ibaret şeylerdir.

Dolayısıyla; Türk Milliyetçiliği fikri üzerine kurulu bulunan, Enver Paşa ve Kuşçubaşı Sami örneğinde olduğu gibi içlerinde  tıpkı bugünkü bazı Ülkücüler gibi “TURAN” hayalleri kuranların da siyaset yaptığı  İttihat ve Terakki geleneğinden gelen CHP ve MHP’nin, İslamcı Hürriyet ve İtilaf Fırkası geleneğinden gelen AKP’ye karşı gerekirse seçim ittifakı yapmalarında  kanaatimizce hiçbir sakınca yoktur.  

Geçenlerde kendisini “Ülkücülerin ileri gelenlerinden birisi olarak” lanse etmeye çalışan, bir arkadaşla Ankara ve Mansur Yavaş örneğinden hareketle, bu konuyu tartıştığımızda, bana demediğini bırakmadı yazmış olduğu mesajlarla. Ona göre Mansur Yavaş, cemaatin, yani bugünkü yaygın deyimle “Paralel Devlet”in adamıydı ve kendisini Ülkücü olarak tanımlayan insanlar ona oy veremezlerdi! “Peki, madem Mansur Yavaş cemaatin adamı, o halde neden kaç dönemdir MHP’de siyaset yaptı?” şeklindeki sorumu ise kem kümle ve biraz sertleşerek geçiştirdi. Aynı tonda cevap versem kavga yapmamız kaçınılmazdı. Zira ona göre; Mansur Yavaş bir hain ve bozguncuydu!

Bereket versin MHP’de herkes ve bütün Ülkücüler onun gibi düşünmüyor.  Onun gibi düşünmeyenlerden birisi de MHP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mevlüt Karakaya. Yani 30 Mart için Mansur Yavaş’ın en güçlü rakiplerinden birisi. Şöyle demiş TGRT Haber TV’de katılmış olduğu bir programda: …Mansur Yavaş‘ın CHP‘ye oy atması bile şüpheli, belki kendisi de alışkanlıkla MHP‘ye oy atacak”(3). Yani Mevlüt Karakaya, bu sözleriyle açıkça, rakibi Mansur Yavaş’ın Ülkücü ve MHP’li olduğunu tescil ve ilan ediyor aslında!

Dolayısıyla; CHP’nin Ülkücü Mansur Yavaş’ı bünyesine alıp sindirmesinde ve kendisini “Ülkücü” olarak tanımlayan bazı Türk Milliyetçileri’nin Mansur Yavaş’a oy vermelerinde şaşılacak bir durum yoktur.  Nihayetinde hem CHP, hem de MHP aynı siyasi gelenekten gelen iki partidir ve bu iki partinin mensuplarının, yakın geçmişte birbirlerinin canlarına kastedecek derecede birbirlerine zarar vermeleri, milletimizin içinde bulunduğu bugünkü ortamı dikkate aldığımızda ayrışma ve kamplaşma sebebi olamaz, olmamalıdır da. Sayın Mevlüt Karakaya aynı programda, “Mansur Yavaş’ın CHP’den aday gösterilmesi bir operasyonun ürünüdür” demiştir. Eğer Sayın Karakaya, buna gerçekten inanıyorsa, şu halde 1980 öncesinde Türkiye’de dökülen kardeş kanının da bir operasyonun ürünü olduğuna inanmak zorundadır.  Bize düşen ise, hem Sayın Mevlüt Karakaya’ya, hem de Sayın Mansur Yavaş’a başarı dilemekten ibarettir. Bu ikisinden kim kazanırsa kazansın Ankara’yı; her iki ahvalde de kazanacak olan Ankaralıdır, Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliğidir. En azından biz, böyle düşünüyoruz…

_________

1-http://haber.gazetevatan.com/Ataturk_hayatimizi_kurtardi/262639/1/gundem

2-http://www.iha.com.tr/gultan-kisanak-bu-ulkenin-ozerklige-ihtiyaci-var-politika-333171 & ,

3-

Osmanlı şehzadesi Nihan Osmanoğlu

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir