Ukrayna, jeopolitik teoriler arasında klasikleşen “Kara Hakimiyeti Teorisi” kapsamındaki bir ülkedir. İngiliz Mackinder’a göre Kalpgâh’a hakim olan dünyaya hakim olur. Biz bunu, İngilizlerin dünya hâkimiyetinin Ukrayna’dan Afganistan’a uzanan bölgede nüfuz kurması, en azından bu coğrafyada başka bir gücün etkili olmaması şeklinde okuduk. Çarlık Rusyasının genişleme döneminde Ukrayna, Osmanlı, Rusya ve Lehistan arasında paylaşılamayan bir ülke idi.
Ukrayna, tarihte ilk Rus devletinin ortaya çıktığı ülkedir. Irk olarak Ruslara çok yakın olup Ukrayna dili de Slav dilleri içinde Rusçaya daha yakındır. Bunun ötesinde Ukrayna nüfusunun yaklaşık beşte birini Ruslar oluşturmaktadır. Öte yandan ülke nüfusunun kuzey ve doğusunu oluşturanların önemli bir kısmı Ortodoks kilisesine bağlıdır. AB üyesi ülkelerle sınır bölgeleri olan Batı ve Güneydekiler ise çoğunlukla Katoliktir. AB ile Rusya’nın çekişme alanı gibi görülen ülke bir yönüyle Ortodoks-Katolik mücadelesine sahne oluyor izlenimini vermektedir. Bununla beraber gününüzde yaşanan olayları mezhep savaşı basitliğine indirmemek gerek. Ancak Sovyet sonrasının kimlik arayışı döneminde toplumun önemli bir kısmı ateist olsa dahi kendilerini Katolik veya Ortodoks kilisenin kucağında bulmasının siyasi etkisini de kabul etmek gerek.
Sovyet cumhuriyetleri teşekkül ederken Ukrayna ayrıcalıklı bir konuma sahip idi. 1936 Anayasası’na göre daha sonra katılan Baltık cumhuriyetleri ile birlikte 15 cumhuriyetten biri olduğu halde mesela bu ülkenin BM’de kendi temsilcisi bulunmaktaydı. Halbuki Kazakistan veya Özbekistan’ın böyle bir hakkı yoktu. 1991 Aralık başında Rusya, Beyaz Rusya ve Ukrayna Minsk’te bir araya gelerek aralarında Bağımsız Devletler Topluluğu’nu kurdular. Yeltsin önderliğindeki bu girişim, diğerleri ne halleri varsa görsün derken Ukrayna, Rusya’nın yanında yine ayrıcalıklı durumdaydı. Bugünkü BDT’nin kuruluşu ise Nazarbeyev’in girişimi ile Minsk’ten iki hafta sonra gerçekleşen Almatı (Alma-Ata) Deklarasyonu mümkün oldu.
Ukrayna’nın Rusya yanındaki ayrıcalıklı konumu özellikle Putin döneminde çok daha fazla kendisini gösterdi. Şüphesiz bu fedâkarlık komşu ülkenin sarı saçı mavi gözü için değildi. Bir dönem ABD kaynaklı renkli devrimlerin Ukrayna ile başlaması ile Washington merkezli GUAM oluşumunu da hatırlamak gerek. 2004 Turuncu Devrimi ile Ukrayna Moskova’dan uzaklaşarak batıya yaklaşmıştır. Putin’in, ABD karşısında zemin kazanmasıyla renkli devrimin intikamı gündeme gelmiştir. Batı’da yaşanan ekonomik kriz Rusya için önemli bir fırsat kaynağı olmuştur.
2000’lerden günümüze Ukrayna’da yaşananlar, ABD-AB-Rusya dış politikaları ile ekonomilerinin bir bakıma çatışma veya yansıma alanıdır. Turuncu devrimden sonra AB’nin finansal kriz sarmalına girmesi aşamasında Rusya enerji avantajını öncelikle Ukrayna üzerinden test etti. Böylece Ukrayna halkı Rusya’ya karşı gelmenin maliyetinin ağır olduğunun farkına vardı. Putin bu dönemde adım adım Ukrayna’yı kazanma politikası izlerken hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı. Beyaz Saray’da Bush dönemlerinin sona ermesinin de Rusya’nın ileri adımında etkisi vardır. Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya yaklaşması, Rusya için önemli bir fırsat oldu.
Putin’in Ukrayna’yı elde tutma maliyeti gittikçe artarken AB’nde krizin etkisi gittikçe azalmaya başladı. AB ile Ukrayna arasında ilişkilerin gelişmesi yönündeki anlaşmayı Rus yanlısı başkan Yanukoviç imzalamadı. Esasen bu yönde Moskova’nın tehdidine de maruz kaldı. Bunun üzerine sokaklar yönetilemez hale geldi. Başkanın Sovyet dönemi yöntemlerle sokakları terbiye etme yoluna gitmesi ise sonunu getirmiş gibi görünüyor. Yanukoviç, başbakanını istifa ettirdi, göstericilere karşı şiddet düzenlemelerinden geri adım attı, ancak dondurucu havada meydanları mesken tutanlar artık onun kellesini istiyor.
Bu süreçte halka karşı şiddet kullanılmaması yönünde ABD ve AB tarafından Kiev yönetimi defalarca uyarıldı. Geçen haftalardaki gelişmelere bakılırsa Rusya ve ABD’nin Ukrayna üzerinde anlaştığı, klasik paylaşıma gittiği görülmektedir. Ancak AB’nin itirazları sözkonusudur. ABD’li bayan diplomatın basına yansıyan AB’ye sinli kaflı küfrü, Ukrayna’nın geleceği konusunda AB’nin de söz sahibi olmada ısrarına işaret etmektedir. Yeni Ukrayna hükümetinde kimlerin bakan olacağı ayrı bir anlaşmazlık konusu. Demek ki bu ülkelerde hükumetler, halkın hür iradesiyle seçtiği parlamentolardan çıkmamakta, hangi bakanlığın kime verileceğinin pazarlığı başka yerlerde yapılmaktadır. Bu küfürler ile birlikte acaba başka hangi ülke bakanları dışarıdan atandığı sorusu zihinleri kurcalamaktadır.
Aylarca süren gösteri ve mücadele sonucu Ukraynalı özgürlükçülerin (batı yanlılarının) başarıya ulaştığı/ulaşmak üzere olduğu görülmektedir. Beş yıl sonra bunun intikamının nasıl olacağı endişe kaynağıdır. Arap Baharı sürecinde benzer olaylar yanı başımızda Suriye’de, yine daha fazla özgürlük talepleriyle gündeme geldi. Ancak gösteriler adım adım iç savaşa dönüştü. Ülkenin her metrekaresi ayrı bir batı ülkesi istihbaratından beslenen terör örgütünün mekanı haline geldi. Yine batı menşeli silahlar ülkeye oluk oluk aktı. Halen komşular üzerinden Suriye’deki yangına benzin dökülmeye devam edilmektedir.
Asırlarca çatışma sebebi olmuş, nüfusu, jeopolitik konumu, mezhep ve etnik yapısı itibariyle Ukrayna’da yaşanan bu “bahar hareketindeki ölü sayısı ile Suriye’dekini karşılaştırdığımızda, “Suriye’deki vahşetin sorumlusu gerçekten kendi halkı mıdır?” sorusu gündeme gelmektedir. El altından Ukrayna’daki gösterileri destekleyen ülkelerden göstericilere silah sağlanması vaki oldu mu? Kiev yönetimini şiddet kullanmaması yönünde uyaran, sorumlulara ağır yaptırımlar getiren batı başkentleri, Şam yönetimi ve kan döken gruplar karşısında ne kadar samimiler? Demek ki bir ülkede demokrasi baharı yaşanması için on binlerce ölü, milyonlarca mülteci şart değilmiş!
12 Şubat 2014
[email protected]
Bir yanıt yazın