Cumhurbaşkanı Gül “Acelemiz Yok”

Geçen hafta  Alman mevkidaşı Angela Merkel ile görüşmesi öncesinde Alman Dış Politika Enstitüsü’nde bir konuşma yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “2014 yılı Türkiye-AB ilişkileri bakımından tarihi bir yıl olacak” demiştir.

Ben aynı düşüncede değilim.

Çünkü, eski Başbakanlardan Tansu Çiller, 7 Mayıs 1995 tarihinde Hürriyet gazetesine verdiği bir demeçte, En geç 1998’de Avrupa Birliği’ne tam üyeyiz dedikten sonra, Bu iş zor olmayacak, imajım etkili olacak gibi bilimsel olmayan açıklamalarda bulunmuştu.

Zamanın AB Genel Sekreteri Büyükelçi Volkan Vural da, Hürriyet Gazetesi yazarı Sedat Ergin’e 20 Ocak 2003 tarihinde; “2008-2011 arası bir dönemde Türkiye üyelik müzakerelerini tamamlar” demişti.

Çiller ve Vural’ın bu iyimser görüşleri tıpkı şimdi olduğu gibi güzel bir hayaldi.

Başbakan 2014 yılı tarihi bir yıl olacak derken Cumhurbakanı Sayın Abdullah Gül, AB üyeliğimiz için “Acelemiz yok” demiştir.

Erdoğan dünyada son yıllarda şahit olunan önemli olayların, “Türkiye’nin AB üyesi olmasının hayatiyetini net bir şekilde ortaya koyduğunu” söylemiştir.

Buna karşılık Alman Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi, “Berlin’de Türk Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Almanların desteğini istedi. Başbakan Merkel, buna soğuk kaldı” yorumunu yapmıştır. Focus  ise, “Merkel ile Erdoğan Türkiye’nin AB üyeliği konusunda hemfikir değil” değerlendirmesinde bulunmuştur.

 

Focus’un değerlendirmesi doğrudur. Çünkü Almanya, en azından şimdiki Hükümet ve Başbakan Merkel, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşıdır ve Türkiye’ye eski Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy gibi  “imtiyazlı ortaklık” önermektedir.

 

Merkel ve geçmişte Sarkozy, uluslararası hukukta geçerli olan ahde vefa (pact sund servande) kuralını yok saymaktadır. Ahde vefa, devletlerin imzaladıkları anlaşmaların kurallarını kendi iradeleri ile kabul etmiş olmaları gerçeğine dayanmaktadır.

Merkel, Avrupa Parlamentosu seçimleri sebebiyle Almanya’nın Oberhausen şehrinde yaptığı konuşmasında (13.06.2004) Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesini istemediklerini açıklamıştır: “Türkiye’ye 1963’te AB’ye alınması için söz verilmiş. Ama şu unutulmamalı ki o zamanki AB’nin konumu çok değişikti. Biz Türkiye ile olan dostane ilişkilerimizi devam ettirmek istiyoruz, ama yalan söylemek istemiyoruz. İlerisi için de böyle bir şey düşünmüyoruz.”

 

Nicolas Sarkozy, Testimony: France in the Twenty-first Century adlı kitabında Türkiye’nin AB üyeliğine neden karşı olduğunu açıklamıştır. Türkiye’nin topraklarının yüzde 98’inin Avrupa kıtası dışında olduğunu savunan Sarkozy, üyelik durumunda Türkiye’nin AB üyeleri arasında en yüksek nüfus oranına sahip olacağını savunmaktadır.

AB bünyesine İslam kültürünün girmesinin, AB’nin kurucularının siyasi birlik kurma fikrine zarar vereceği görüşündedir.  

Cumhurbaşkanı Sayın Gül’de aslında aynı görüştedir. 8 Mart 1995 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada, “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giremeyeceği kesindir. Bunu Avrupalılar söylemektedir. Çünkü Avrupa Birliği bir Hıristiyan birliğidir. Bunu biz söylemiyoruz, Avrupa’da herkes söylüyor, herkes biliyor.” demiştir.

Bana göre AB ile tıkanmış bir katılım müzakere süreci sürdürülmektedir.  Kıbrıs sorununda  ilerleme sağlanamamıştır.  Merkel, “imtiyazlı ortaklık” şimdilerde “stratejik ortaklık” görüşünden bir adım geri atmamıştır.

 

Fransa  üyelik perspektifi ile doğrudan ilişkili diyerek beş müzakere başlığını bloke etmiş, ancak birindeki blokajını kaldırmıştır. Üç yıl aradan sonra yeni bir başlık açılabilmiştir. Hollande’ın Türkiye  ziyaretinde  diğer dört başlıktaki blokaj kaldırılamamıştır.

 

Fransa’nın blokajı diğer dört  başlıkta  devam ettiği sürece 2014 yılında Türkiye AB ilişiklerinde bir ilerleme olamaz.

 

Limanların açılmaması yüzünden 8 başlık Aralık 2006 da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından veto edilmiştir. Fransa ise 5 başlığı veto etmiştir. 1 başlık GKRY ile aynıdır. 1 başlık geçici olarak açılmış ve kapanmıştır.

 

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Fransa blokajlarını kaldırsa  bile, geride açılaması  gereken 21 başlık vardır. Her yıl bir başlık açılsa bu 21 yıl eder. Katılım anlaşmalarının tamamlanması ve ilgili ülkelerin anlaşmayı onaylaması için de 4 yıl eklerseniz, eder 25 yıl.

 

1959 yılındaki “ortak üyelik” başvurusunu esas alırsanız, Türkiye tam 55 yıldır AB üyesi olmak için kapıda beklemektedir.  25 yıl daha eklediğimizde 80 yıla ulaşırız.

 

Türkiye’nin AB üyeliği bir hayal olduğu için  yeni yayınlanan kitabımın başlığını “AB Türkiye  İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak” olarak koydum.

 

 

Böyle bir üyelik süreci  uluslararası ilişkiler tarihinde görülmemiştir. Bu bakımdan Sayın Cumhurbaşkanı Gül’ün “acelemiz yok” görüşünü ben anlamış değilim. Eğer tersten cümleyi değerlendirirsek, Türkiye daha en azından 25 yıl AB kapısında bekleyecek demektir. Çünkü, acelemiz yok.

 

Türk kamuoyu artık Türkiye üyelik kriterlerini yerine getirse bile AB üyesi olacağına inanmamaktadır. Maalesef yaygın olan kanı “ağzımızla kuş tutsak üye olamayız” dır.

 

Fransa’nın oybirliği ile alınan kararlara karşı çıkarak, tek taraflı olarak, “üyelikle ilişkili” diyerek beş (şimdi dört) müzakere başlığını bloke etmesi ve hiç bir AB üyesinin bu konuda tavır almaması, AB’nin Türkiye’ye karşı tutumu açısından bir meşruiyet testidir.

 

Fransız siyasetçilerinden önemli bir kısmı ve kamuoyu, Türkiye’nin AB’ye girmesine  karşıdır.  Bunda, bu ülkede yaşayan etkin bir Ermeni diasporasının varlığı rol oynamaktadır.

 

2007’de Nicolas Sarkozy’nin Fransa Cumhurbaşkanı seçilmesi Fransa’nın Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki resmi tavrı için de bir dönüm noktası oluşturmuştur.   Fransa, Almanya ve Avusturya  ile birlikte Türkiye’nin AB üyeliğine en kuvvetli muhalefetin bulunduğu ülkeler arasındadır.

 

Nicolas Monceau’ya göre Türkiye’nin AB üyeliğine Fransız bakış açısını şöyle özetlemektedir: “2002 yılı Fransa’da Türkiye konusunun medyada yer bulması açısından bir dönüm noktası sayılabilir. Kasım 2002’de, o dönemde Avrupa’nın Geleceği Konvansiyonu’nun başkanlığını yürütmekte olan Valéry Giscard d’Estaing Fransa’da Türkiye’nin Avrupalılığı konusundaki tartışmayı başlatmış ve Türkiye’nin Avrupa’da yer almadığını belirterek üyeliğinin AB’nin sonu olacağını dile getirmiştir.”

Fransa’da “Ermenistan, Fransa’nın kız kardeşidir” söyleminin  çok güçlü olduğu hatırlanmalıdır. Nitekim Fransa’da soykırımı inkar edenlerin hapis cezası verilmesi tasarısının yasallaşmasıyla birlikte Ermenistan’ın hem Türkiye hem de Azerbaycan’dan toprak talebini yok saymamız mümkün değildir.

Formun Üstü

 

Cumhurbaşkanı Gül ile François Hollande  Çankaya Köşkü’nde düzenledikleri  basın toplantısında  AB   müzakere sürecine ilişkin soru üzerine Hollande,  “Herhangi bir tarih öngörülmemiştir… Her halükarda bu Fransa’da   referanduma tabidir. Bu konuda nihai kararı Fransız halkı alacaktır”  demiş ve şunları eklemiştir: “Müzakere mutlaka tam üyelik   değildir.” powered by

Formun Altı

Hollande, Fransa’nın 1915 olaylarına yönelik tavrına ilişkin soruyu şöyle cevaplandırmıştır: Soykırımın inkarını cezai müeyyideye tabi tutan bir çerçeve karar var. Dolayısıyla, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde bu hukukun da en iyi şekilde uygulanması gerekecek.”

Türkiye 35 başlığın müzakere sürecini tamamlasa da, AB üyeliği garanti değildir. Önce Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, ardından Fransa Türkiye’nin üyeliğini veto edebilir. Ayrıca Avrupa Parlamentosu da Türkiye’nin üyeliğine onay vermeyebilir.

Çünkü Avrupa Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımını kabul etmeyen Türkiye’nin AB üyesi olamayacağına ilişkin ilki 1987 yılında ve sonrasında kabul ettiği 4 kararı bulunmaktadır.

Avrupa Parlamentosu 18 Haziran 1987, 15 Kasım 2000, 28 Şubat 2002 ve 28 Eylül 2005 tarihlerinde, Avrupa Konseyi de 24 Nisan 1998 ve 24 Nisan 2001 tarihlerinde Ermeniler lehine karar almıştır.

AB’nin Kıbrıs konusunda Türkiye’ye yaptığı baskılar, Almanya ve Fransa’nın Türkiye’ye ısrarla önerdiği imtiyazlı ortaklık ve Türkiye’ye karşı uyguladığı Bobon Kriterleri (BO: Bizden Olanlar, BON: Bizden Olmayanlar) sebebiyle Türk kamuoyunda AB’ye karşı doğan tepki giderek artmaktadır.

İşte bu sebeple de Başbakan Erdoğan Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütüne üye olmasını istemektedir.  

 

Geçmişini Bilmeyenin Geleceği Olmaz 

Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Muhammet Balta’nın geçen hafta  “Ana yurdu dört baştan ördük  falan diyen insanlar bu memlekette bir tren rayı bile bir yerlere döşememişler” ifadesini  çok yadırgadım.

Atalarımız “Yiğidi öldür ama hakkını ver” demişler ama anlayan yok. Taha Akyol bu durumu ”Politik aşırılık” olarak yorumlamıştır.

Osmanlı Devleti’nden  Cumhuriyet yönetimine  4018 kilometre demiryolu ağı devredilmiştir.  1928- 1938 döneminde yeni demiryolu yapımına  önem verilmiş ve 27 yılda 3.764 km’lik yeni hat döşenmiştir.  Doğu ve Güneydoğu Anadolu birer hatla  Ankara’ya ve kıyı şehirlerine bağlanmıştır.

Cumhuriyet’in ilk kuruluş döneminde o günkü bütçe şartlarında yapılan demiryolunu hakir görmemek gerekir. Hafıza-i beşer nisyan ile malul olmamalıdır.

Falih Rıfkı Atay,  Başbakanın “Ben o teori, bu teori bilmem. Bir şey bilirim, o da 4’er gün bir karış ray döşemek” diyerek  demiryollarına verdiği   önemi belirttiğini yazmıştır. (Atay, Çankaya, 1969,  s. 452)

TCDD’na  eşimden dolayı (Dr. Sena Karluk uzun bir süre Demiryolları Hastanesinde göz doktoru olarak görev yapmıştır) hep sempati duymuşumdur.

Eskişehir, bir demiryolu kentidir. Buna rağmen Muhammet Balta’nın bu sözlerine şimdiye kadar Eskişehir’den bir tepki gelmemesi  beni şaşırtmıştır.


Yazıları posta kutunda oku


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir