Almanya’da ya da Avrupa’da sosyaldemokrasi söz konusu olduğunda her ne kadar “dini” konulardan uzak durur bir görünümü olsa da “Avrupa sosyaldemokrasisi hristiyandır”.
Bunda olumsuz bir durum da yok. Örneğin 150. yaşını geçen yıl kutlayan Alman sosyaldemokrasisi onu ilk günden bugüne kuran, yaşatan ve başarılı kılan isimlerine baktığımızda elbette bu insanların hepsinin “katolik” ya da “protestan” olduğunu görebiliriz. Hatta adı “hristiyan demokrat” olan partiler ile kıyaslandıklarında sosyaldemokratlar arasında “dini değerlerine” yürekten bağlı ve de mensubu oldukları “kiliselerde” önemli rol oynayan arkadaşlarımız olduğunu da belirtmek isterim.
Kısacası sosyaldemokrat olmak “dindar” olmamak anlamına gelmiyor.
Türkiye’de onlarca yıllık “kemalist oligarşik” yapı nedeniyle yaşamak zorunda bırakıldığımız ortamda “laik” kelimesini bile bir tür “dine karşı savunma” mekanizması olarak algılamak durumunda kaldık.
“Şeriat her an kapıda” palavrasıyla onlarca yıl tüm anti-demokratik uygulamaları, cunta dönemlerini ve tüm özgürlüklerimizin “postallar altında ezilmesini” mümkün kıldı “kemalist oligarşi”.
“Altı ok” maddelerini okuduğumuzda kesinlikle “sosyaldemokrat” olmadığını çok kolay tespit edebileceğimiz “ulusalcı-kemalist” CHP’de kendini “sosyaldemokrat” olarak tanımlarken “laik” kelimesini “aman şeriat tehlikesi var” safsatası için her zaman istismar etti. Bu nedenle çok sayıda “dini inaçlarına” değer veren CHP’li bile “laiklik” adına “dini konulardan” uzak durmayı bir tür “modern olmak” olarak algılamak hatasını yaptı. CHP ve bir çok CHP’li bu nedenle Türkiye’de ülkenin çoğunluğunu oluşturan kendi insanlarına da “yabancılaştılar”.
Almanya’da da Türkiye kökenli SPD üyeleri uzun yıllar Türkiye’deki “CHP’liliği kopyaladıklarından” her geçen gün sayıları daha da artan Almanya vatandaşı Türkiyeli seçmenlerden uzaklaştılar.
Gerhard Schröder döneminde SPD bunun farkına vardı ve özellikle parti içindeki “kemalist” üyelerin ulaşamadığı ya da “geri çevrildiği” kesimlerle diyalog kuruldu. Seçim kampanyalarında cami ziyaretleri yapılmaya başlandı ve cami dernekleri ile sıkı ilişkiler geliştirildi. Özellikle Gerhard Schröder ve Recep Tayyip Erdoğan arasındaki derin dostluk bağları ve bu sayede o dönemde ikisi de iktidar partisi olan SPD ve AK Parti arasında gelişen işbirliği Almanya’daki “müslümanım” diyen insanlarla sosyaldemokratlar arasında ilişkilerin de normalleşmesine katkı sundu.
Almanya siyasi yaşamında Türkiye kökenli olanların olması artık alışılmış bir olay. Genelde Türkiye kökenli politikacı arkadaşlar “solculuk” adına “dini konulardan uzak duranlar” oldular geçmişte.
Son yıllarda bu da değişmeye başladı. Yani bu alanda da normalleşme gündeme geldi.
Özellikle SPD’de son dönemde aktif konumda ve “vitrinde” olan Türkiye kökenli arkadaşlarımız artık rahat bir şekilde “müslümanım” tanımlaması yapabilmekte ve SPD içinde de bu nedenle rahatsızlık yaşamamaktalar.
SPD yönetimi de bu gelişmeye kayıtsız kalmamakta.
İşte Almanya Dış İşleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in geçen hafta kendisine “basın sözcüsü yardımcısı” olarak seçtiği Filistin asıllı Savsan Chebli. Böylece ilk kez göçmen kökenli ve “müslüman” bir kadın Dışişleri Bakanlığı sözcülüğü görevine atanmış oldu. Filistin asıllı anne ve babası Lübnan’daki bir mülteci kampında tanışan Chebli, babasının 1970’te Doğu Almanya’ya gelmesinin ardından Almanya’da dünyaya gelmiş ve ancak 15 yaşındayken Alman vatandaşlığına geçebilmiş.
Aile içinde sadece Arapça konuşulduğunu ve “inançlı bir müslüman” olduğunu belirten Chebli’nin “namaz kılıp oruç tutuyorum, domuz eti yemiyorum ve alkol içmiyorum” dediğini Alman kamuoyu da medyadan öğrendi.
Ofisinde namaz kılmayan ya da kılamayan Chebli, kaçırdığı “rekâtların kazasını” iş çıkışında kılmakta olduğunu da Alman kamuoyu ile paylaştı.
Bu kadar açık ifadelerle “müslüman” bir Dış İşleri Bakanlığı çalışanını Almanya ilk defa yaşadı. Güzel bir başlangıç bence.
Hafta sonu ise SPD’nin Berlin’de “Avrupa Parlamentosu Seçimi için adaylarını belirlediği” kurultayı vardı. Bu kurultayda da SPD yeni Genel Sekreterini seçti: Yasmin Fahimi!
Yasmin Fahimi İran kökenli bir sendikacı olarak Almanya’da iktidar ortağı olan SPD’nin Genel Sekreteri olarak büyük bir sorumluluk yüklendi. SPD Federal Yönetimi içinde en üst düzeyde iki “müslüman” isim var artık. Aynı zamanda Federal Uyum Bakanı olan SPD Başkan Yardımcısı Aydan Özoğuz ve SPD Genel Sekreteri Yasmin Fahimi!
Bir de buna çok sevindiğim bir başka olayı da eklemek gerekiyor. Beş yıldır başarılı bir şekilde AP milletvekili olarak güzel işlere imza atan İsmail Ertuğ, SPD listesinin 9. sirasından tekrar AP adayı ve seçimi kesin! Hem kendi uzmanlık alanlarında hem de Türkiye konusunda kendinden olumlu bir şekilde bahsettiren İsmail Ertuğ’un bir beş yıl daha parlamentoda bizi de temsil edecek olması sevindirici.
Almanya’da artık “müslüman sosyaldemokrat” kavramı kimseyi şaşırtmamalı.
SPD Kurultayı’nda iki seçimde daha bizler açısından olumlu tercihler gündeme geldi.
SPD Türkiye Politikaları Çalışma Grubu Başkanı (KOGRU Türkei) ve federal milletvekili Dietmar Nietan, SPD’nin yeni saymanı olarak seçildi. Türkiye konusunda oldukça deneyimli bir isim olan Dietmar Nietan’ın da merkez yönetim kurulunda yer alıyor olması “bizi anlayanların” sayısının sürekli artması açısından da çok değerli.
İşte bu açıdan en önemli seçim ise delegelerin yüzde 97,3’nün oyunu alarak SPD’nin AP Seçimi Listesi’nin “bir numarası” olarak seçilen Martin Schulz’un seçimi oldu. Geçen hafta Türkiye kamuoyunun da Başbakan Recep Erdoğan ile birlikte Brüksel’de basın toplantısı yaparken izlediği Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz “hedefine” doğru yola çıkmış oldu.
25 Mayıs 2014 tarihinde yapılacak AP Seçimleri sonrası oluşacak yeni Avrupa Parlamentosu ve AB Konseyi birlikte yeni AB Komisyonu’nu seçecekler.
Martin Schulz, Almanya’daki koalisyon hükümetinin “AB Komisyonu Başkanı adayı”. Diğer AB üyesi ülkelerden de destek gören Martin Schulz’un AB Komisyonu Başkanı olması artık bir sürpriz olmayacak.
Ancak eğer bu konuda bir pürüz çıkar da çoğunluk mümkün olmaz ve “muhafazakar” bir AB Komisyonu Başkanı seçilirse işte o zaman belki de Martin Schulz çok daha anlamlı ve güçlü bir makamı üstlenecek: hali hazırda Catherine Margaret Ashton’un başında olduğu AB Dış İşleri Bakanlığı’nı!
İşte o zaman AB’yi temsilen dünya genelinde tüm kriz bölgelerinde bir Alman sosyaldemokratını görmeye alışmamız gerekecek.
“Müslüman sosyaldemokratların” her zaman ulaşabilecekleri ve “aynı dili konuştukları” bir AB Komisyonu Başkanı ya da AB Dış İşleri Bakanı her açıdan iyi bir gelişme olacak.
Ne dersiniz?
Bir yanıt yazın