Başbakan Erdoğan, Hasan Ruhani’nin cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından İran’a ilk resmi ziyaretini yaptı.
Ziyareti Ortadoğu’da büyük bir savaşa yol açmadan,ülkelerin kendi ekonomik ve demokratik kriterlerinde olgunlaşması ve küresel büyümeye katkı koymalarını
-teminen, İsrail-Filistin arasında barış:Suriye iç savaşının önlenmesi:Savaşı radikal boyuta taşıyan terörist unsurların yok edilmesi:Yeni Suriye’nin kurulması: İran’ın nükleer programının engellenmesi: Sünni-Şii ekseninde yumuşama sağlanması çalışmalarının sürdürüldüğü bir dönemde olması önemli kılıyor.
*
Ziyaret öncesinde dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in Devrim Muhafızları temsilcisi Macı Sadıki, Erdoğan’ın Suriye krizinde oynadığı rolü eleştiriyor.
“Türkiye Başbakan’ı son zamanlara kadar Suriye krizinden daha çok İsrail’in kuklası gibi hareket ediyordu. İran ve Türkiye ikili ilişkilerde yeni bir sezona giriyor ” diyor.
*
Nitekim Erdoğan ve İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri görüşmelerinin ardından imzalanan “İşbirliği Yüksek Konseyi “anlaşması,
Türkiye’nin pragmatik dış politikasının bir oradan-bir buraya savruluşunu, ard-arda geçen yıllara rağmen her daim başka bir şeye ilişiklenilmeyi ya da ilkesizliği gösteriyor…
*
24 Temmuz 2009’da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun,”Irak’la oluşturduğumuz “İşbirliği Yüksek Konseyi”ni Suriye ile de kuracağız. Bu yöntemle komşularımızla, ‘sıfır problem’ hedefine dayalı bir ilişki geliştireceğiz ve bu ilişkileri maksimum düzeyde tutacağız. Şimdi Türkiye ile Suriye arasında ortak kabine toplantısını hazırlıyoruz. Hedefimiz iki devlet, bir kabine modeli ile çalışmak. Ekonomiden güvenliğe her alanda. Bu modeli Irak ve Suriye’den başlayarak hayata geçireceğiz. Bütün komşulara yayılacak. Özellikle icracı bakanlıklarımız Irak ve Suriye’deki muadil bakanlıklarla yılda birkaç kez işbirliği amaçlı olarak bir araya gelecek ve toplantılar yapacaklar. Bu aşamadan sonra başbakanların ortak başkanlığında mini kabine toplantıları düzenlenecek. Ve her alanda ortak adımlar atılacak” dediği ve mangalda kül bırakmadığı günlerden çok kötü savrulmuş bir durumda İran ile ikili ilişkilerde yeni bir sezona giriliyor…
*
Bir zaman önce Türkiye, Ulu Önderi Atatürk’ün, “Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır ki, belli amaçlara erişebilmek için maddî ve manevî ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir. Yakın yıllarda milletimiz, böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin önemli sonuçlarını kavramıştır. Memleketin ve devrimin, içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması gerekir. Aynı cinsten olan kuvvetler, ortak amaç yolunda birleşmelidir” düsturundan topyekün gaflete düşmüştü.
*
O gafletten yararlanan Tayyip Erdoğan AKP’sinin programı, “Lâiklik her türlü din ve inanç mensuplarının ibadetlerini rahatça ifade etmelerini, dini kanaatlerini açıklayıp bu doğrultuda yaşamalarını, ancak inançsız insanların da hayatlarını bu doğrultuda tanzim etmelerini sağlar. Bu bakımdan lâiklik, özgürlük ve toplumsal barış ilkesidir” doğrultusunda olmasına karşın,
İslamiyet’in topyekün bir hayat tarzı olduğu algısı, onun emirlerinin ancak mutlakiyetçi bir yönetimle uygulanabilirliği, bir yöneticiye itaatin isyan ya da iç savaşın doğuracağı acılara tercih edilmesi gerekliliğine dayanan düşüncesiyle gümbür-gümbür iktidara geldi, yeni Türkiye’yi kurdu.
*
Çünkü ABD’nin İran’ın nükleer programında uluslararası kamuoyu ile tam işbirliğinde olmayışını küresel tehdit olarak dayatmasına,Orta Doğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak ve İsrail ile birlikte itikadî hedeflerinin sağlanmasına, düşündüğü gelecek tasavvuruyla Türkiye’yi ilişikledi.
Bu tasavvur Türkiye’nin Osmanlı’nın medeniyet havzası Balkanlar,Kafkasya,Orta Doğu,Kuzey Afrika,Batı Asya bölgesi çerçevesi ve tarihi organik bağlarının yüklediği sorumlulukta belirlenmesidir.
*
ABD ve İsrail’in bölgedeki çıkarları ve itikadi hedeflerine İslam ülkelerinin İsrail’i bir yahudi devleti olarak tanımaları şartından hareketleniyor.
1979 Şii İslam Devrimi ve küresel islami cihad felsefesinden gelen, küresel bir terör devleti olduğu iddia edilen İran İsrail’in bu şartını kabul etmeyen Şii dünyasının lideridir.
O nedenle İran’ın nükleer teknolojiye sahip olması halinde hem ideolojik hem siyasi olarak İsrail ve ABD çıkarlarını dengeleyeceği öngörüldü.
*
O yüzden İran’ı nükleer teknolojiden vazgeçirmek için yürütülen BM ekonomik ve siyasi yaptırımlarından daha etkilisi, yaptırımların ancak bölge ülkeleri ve komşular işbirliğiyle etkili olacağı öngörüsüyle Arap Baharı sürecinde bölge ülkelerinin siyasi rejimlerine müdahale edilerek yapıldı.
Bir diğer Yahudi Devletini tanımayan Müslüman Kardeşler örgütü ve benzerleri de yeraltından çıkarıldı ve ülkelerinde iktidar edildi.
Sünni mezhebe dayalı ılımlı İslam hattı oluşturulurken, İslam coğrafyasında İran, Şii hattında -giderek, bir başına bırakıldı.
*
O günlerde Türkiye,Ortadoğu politikasında Sünni İslamcılığa lider olmak yanında İran’ın ürettiği gerginlikleri bizzat üzerinde toplamak – bu suretle, İsrail-İran gerginliğine absorban olmakta kullanıldı.
Mütemadiyen İran’ın İsrail’e oluşturduğu gerginliklerin gerilimi düşürmek için İsrail’e karşı yapay gerginlikler yarattı ve İran’ı gölgeledi, ortamı sakinleştirdi.
Mısır, El Fetih ve HAMAS anlaşmasında arabulucuydu,Türkiye; İsrail-İslam ülkeleri ve İsrail- İran arasında gizli arabuluculuk misyonu sürdürdü, bu politikalarıyla İran’ı küstürdü.
*
Sonra İslamiyet’in topyekün bir hayat tarzı olduğu algısı ve onun emirlerinin ancak mutlakiyetçi bir yönetimle uygulanabilirliğinin sonuçları olarak,
İslam coğrafyasında dinamik bir toplumsal yapının inşa edilmesi yerine ekonomik ve siyasal yönetim anlayışlarıyla bireysel ve toplumsal hafızayı zayıflatmak suretiyle nifakçı, ikiyüzlü ve takiyyeci karakterli tuhaf ve rahatsız edici sosyo-kültürel yapılara neden olunduğu,bu kaynağın ise İslamcı Cihat örgütlerini beslediği ve İsrail’in güvenliğini hep beklemede bıraktığı anlaşıldı.
Sil baştan alındı -işte, Mısır’da Müslüman Kardeşler Örgütü tasfiye edilmiştir, radikal örgütlerle mücadele sürüyor.
İsrail ve Filistin arasında İsrail Devleti’nin Yahudi devleti olarak tanınması ve sair konularla barış görüşmeleri sürdürülüyor.
Suriye iç savaşının önlenerek yeni Suriye’nin kurulmasına çalışılıyor.
Cenevre’de yapılan anlaşmalarla nükleer silahların yayılmasını önleme ile ilgili uluslararası anlaşmalara uyma eğilimi gösteren İran ile uluslararası güvenlik, terörizmle mücadelede normalleşme yoluna giriliyor.
Sünni-Şii eksende yumuşama hedefleniyor.
*
Türkiye’yi Müslüman Ortadoğu’nun bir parçası olarak algılayan -tıpkı,Müslüman Kardeşler örgütünün ekonomik ve siyasal anlayışına benzer bir usulle sosyo-kültürel yapıyı değiştirmeye-yazan ve İslami Cihad örgütlerini besleyen Gülen Cemaati ve Erdoğan iktidarının da tasfiyesi yürüyor.
Rağmen Erdoğan,yeni Suriye kurulması yolunda -hâlâ, geçiş hükümeti kurulduğunda Esad’ın bu hükümette olmamasından yanadır,bu politikasıyla yeni Ortadoğu’da, yeni Suriye ve yeni İran imajının engeli olarak kabul ediliyor.
*
O yüzden siyasi duruşu deşifre olmuş ve tasfiye edilmekte olan Başbakan Erdoğan’ın ziyaretinin, iki ülkenin bölgesel anlamda birbirlerini tamamlayıcı ve dengeleyici olmayı amaçladığını söylemenin bir anlamı bulunmuyor.
Ama,bu ziyaretle birlikte iki ülke arasında güçlü ekonomik ilişkilerin gelişerek gelecek yıllarda daha üst seviyelere çıkabileceği açıktır.
İki ülke ilişkilerinin radikal biçimde iyileşmesi ve normalleşmesi için Erdoğan iktidarının tasfiyesini beklemek gerekiyor.
Bu beklendikçe Ortadoğu’nun barışı,istikrarı ve büyümesi de bekliyor…
30.1.2014