Doların 2.30 TL’yi, benzinin 5.00 TL’yi aştığı bugünlerde, cebimizdeki her 100 liranın 30 lirası uçup gitti. Ekonomi dilinde bu işe “devalüasyon” diyorlar. Size sormadan bir gece cüzdanınızdan paranızı çalıyorlar. Sıcak para ile idare edilen ekonomimizin nereye kadar dayanabileceğini göreceğiz. Devlet krizinin yanında ekonomik kriz de kara kış gibi kapımıza dayanmış. İki kişiden birinin desteği ile iktidara gelen AKP, başka havalar çalıyor şimdi!.. Temsilcilerimiz Suriye’de yenilen emperyalistlerin şansını tersine çevirmekle meşguller. Akıllarınca “muhalif” teröristleri destekleyerek Esat’ı devirecekler… Esat’tan size ne, kendi yurttaşınızın derdine çare olsanıza!… Belli ki, büyüklerimiz varlıklarını Esat’ın gidişine bağlamışlar. Şam’da kılacakları Cuma namazının hayali ile yaşıyorlar!..
Başbakanımız iyice duvara dayanmış, ülkeyi yönetemiyor artık! “Türk milleti adına” egemenlik yetkisini kullanan erkler de öyle; yaşam ünitesine bağlanmış, doyasıya nefes alamıyorlar. Savcılar, 31 Mart’a kadar dosyalarına el süremiyor. Sürenler sürgün! Polis için ise durum biraz daha farklı. Onların denkleri bağlı, her gün yer değiştirme tehlikesi ile yaşıyorlar. Aslında hepsi de bu yaşadıklarını fazlasıyla hak ettiler. Cumhuriyetin yıkılmasında rol alanlar, er geç yaptıklarının hesabını bir gün verecekler… Bu bölüm bir iç hesaplaşmadır, burada bizim yerimiz olamaz!..
Böylece Erdoğan ile Cemaat arasındaki kavga giderek kızışacağa benziyor. Adalet Bakanlığı Müsteşarının tehdit ettiği İzmir’in –Cumhuriyet sözcüğünü bilerek kullanmıyorum- Başsavcısı Hüseyin Baş’ın da başı dertte… Tek başına tuttuğu tutanağı, kamuoyuna Kılıçdaroğlu açıklamış iyi mi? Kılıçdaroğlu, nedense desteğin bu kadarını, kahraman Türk askerlerinden bugüne kadar hep esirgemiş… O tutanak doğru ise, -ki doğru olduğu kuvvetle muhtemeldir- devletin düşürüldüğü durumun bir ibret belgesi olarak kabul edilmelidir. O tutanak bile, bağımsız yargının tamamen yok edildiğinin en somut kanıtıdır. Demokratik bir ülkede; böyle bir belge, hükümetin istifa etmesi için yeter de artar bile. Bizdekilerde nerde o yüz! Utanma ve arlanma duygusunu tamamen yitirmiş bir kabinenin, Adalet Bakanı da müsteşarının ardından aynı savcıyı arayarak, “ilgili savcıdan dosyayı al kendin yürüt” diyebilmiş!..
Y-CHP, “F TİPİ” BİR PARTİDİR!..
Belli ki, hükümet ile Cemaat, ellerindeki kamu gücünü birbirlerini yıpratmak için kullanıyorlar. Dolayısıyla bundan sonra kurallara uymaları da beklenemez. Kamu gücünü kötüye kullanmak zaten yasa dışı bir eylemdir. İki tarafta aynı durumda olduğu için, hiçbir şekilde birinden biri tercih edilemez!.. Bu noktada, birinin diğerine karşı yönelttiği suçlamaya son derece dikkatli ve temkinli yaklaşmak gerekir. En azından yıpratmak amaçlı olan, masa başında uydurulmuş bir “kumpas” olasılığını göz önünde tutmak gerekir. Gerek hükümet ve gerekse Cemaat, “kumpas” kurmak konusunda ne kadar yetenekli olduklarını kanıtlamışlardır… Bu nedenle muhalefetin dik durması ve hukukun üstünlüğü çizgisini terk etmemesi şarttır. Muhalefet, ancak o zaman iktidar alternatifi olduğuna halkı inandırabilir ve geniş yığınlara güven verebilir. AKP’ye benzemek veya onun görevini bıraktığı yerden devralmaya hazır olduğunu ima etmek, bunun için de Cemaat’le işbirliğine girişmek intihar anlamına gelir!.. Bu çerçevede bir an için savcı Hüseyin Baş’ın tutanağının gerçeği yansıtmadığını kabul edelim. Görevden alınacağı kesinleşen bir savcının, giderayak hükümete çelme takmak ve bu şekilde mensup olduğu Cemaati avantajlı duruma geçirmek için böyle bir şey yapması imkansız bir şey mi? Ana muhalefet partisinin genel başkanı, eline tutuşturulmuş her kağıt parçasını TBMM’nde gerçekleşen grup toplantısına getirip, 76 milyon halkın gözünün içerisine baka baka sahiplenebilir mi? Bu kadarı yetmezmiş gibi , bir de gerçeğe uygun olup olmadığı kesinleşmemiş bu belgeyi İngilizceye çevirtip, dünya aleme dağıtacakmış!.. İleride bu belgenin masa başında hazırlanmış “düzmece” bir belge olduğu ortaya çıkarsa ne yapacaksın? Savcıya o kadar mı güveniyorsun? Cemaat mensubu bir savcının, ana muhalefet partisini, kendi kavgasının özel bir aracı gibi kullanmasına izin veren Kılıçdaroğlu, bunun hesabını nasıl verecektir! Bu kadar yeteneksiz ve inisiyatif koymaktan aciz, bir adım ilerisini göremeyen bir adam, Atatürk’ün partisinin başında neden tutulur?.. Anlamak mümkün değildir!..
Hiç gerekmediği halde CHP, Cemaat ile hükümet arasındaki kavgada neden taraf oluyor?
Bundan böyle “kumpas” amacıyla hazırlanmış her belgeyi Kılıçdaroğlu’nun eline tutuşturup ortalığa salmak mümkün hale gelmiştir… CHP’de tabandan gelen ortak akılın tepeye doğru akışının önüne ne yazık ki set çekilmiştir. SOROSCU, Amerikan hayranı bir ekip, memur Kemal’i kukla gibi parmağında oynatmaktadır. Fetullah Gülen’in kucağına oturmuş bir CHP, hiçbir şekilde Cemaat mensuplarının işlediği suçların hesabını soramaz!.. Tam aksine, işlenmiş bütün suçlara kılıf uydurmak zorunda kalacaktır. Aklınıza getirin hele, Y-CHP ile Cemaat ortak bir iktidar kurmuştur. 12 yıllık bu kara dönemde; devletin hiçbir kurumunda, CHP’ye yakın bir tek memur bile bırakılmamıştır. Dolayısıyla, CHP’nin olası iktidarında, bu kurumlarda istihdam edecek yetişmiş kadrosu bulunmamaktadır…. AKP’nin iktidara gelmesi ile “F Tipi” hâkimler, savcılar ve polisler Adalet Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığına doldurulmuştur. Olası bir CHP-Cemaat “koalisyon” hükümetinde, Cemaat bu bakanlıkları seve seve CHP’ye bırakabilir!.. Onların yerine de iki ayrı bakanlık ele geçirir. Bu kadrolarla, böyle bir hükümette, CHP’liler geçmiş hükümetin hukuksuzluklarının hesabını sorabilirler mi? Hele de hesap sorulacak olan kişi Cemaat mensubu ise. Hesap sormak bir yana, Cemaatin istemediği yasaları bile çıkartamazlar. Yani o zaman da gerçek iktidar yine Cemaat olur. CHP’ye sadece figüranlık yapmak düşer… Belki birkaç aç gözlü bu iktidardan nasiplenebilir, ama halkın hiçbir sorununa çözüm üretilemez!.. Böyle bir iktidara, önceden işlenmiş suçları zamanaşımına uğratma iktidarı demek çok daha yerinde olur!.. Bizim Kılıçdaroğlu, ne yazık ki, böylesine aşağılık bir ortaklığa “evet” demiştir!..
Bu iddialı sözlerimin onlarca kanıtı vardır. Kılıçdaroğlu’nun nerede ne zaman ne yaptığı artık herkesin malumudur. Maskesini bile takma gereği duymamaktadır. Dolayısıyla onun Cemaate yaklaşımını ele almak zaman israfıdır. Buna rağmen birkaç hatırlatma yapmak gerekir. Bir kere Kılıçdaroğlu, yargıdaki “F Tipi”ne kayıtsız, koşulsuz kol kanat germektedir. 17 Aralık operasyonundan sonra, hükümetin görevden aldığı savcı ve polis memurlarına dava açmaları yönünde öğüt vererek, sahip çıkmıştır. Bu sözler bile başlı başına, onların haksızlığa uğratıldıklarının kabulü anlamına gelmektedir. Haksızlığa uğrayan bir memurun, üstelik bu kişi polis veya yargı mensubu ise, nereye başvuracağını “hesap uzmanı” Kılıçdaroğlu’na soracak değil herhalde, bu konuyu ondan çok daha iyi bilirler. Aynı şekilde, Kılıçdaroğlu, Ergenekon davalarının en önemli aktörü olan Zekeriya Öz’ün, hükümete karşı söylediği sözlerin doğru olduğunu da kabul ederek, onu da “dürüst” bir memur gibi lanse etmiştir…. Bay Kemal, Hüseyin Baş’ın, tek başına hazırladığı tutanağı koynuna koyup, heyecanla kürsüye fırlamıştır… Son olarak da HSYK’nın doğrudan hükümete bağlanmasına dönük yasa tasarısının AKP tarafından askıya alınmasına teşekkür etmiştir. Böylece yargının Cemaat elinde kalması için elinden geleni yapmıştır! Erdoğan’ın oluru ile yargıyı işgal eden ve özel mahkemeler eliyle Cumhuriyeti yıkan Cemaat’in en önemli silahı, Kılıçdaroğlu’nun katkısı ile yine ellerinde kalacaktır!..
Seçimler yaklaştı diye, bunları görmezden gelemeyiz!..
Bu açıklamalardan sonra biraz da Cemaat ile Y- CHP’nin, Ergenekon davaları ile başlayan ortaklığının, bundan sonraki yol haritasına bakalım…
GÜLEN’E GÖRE HÜKÜMETİN TEK BAŞARISI “EKONOMİK BÜYÜME”!..
Fetullah Gülen, ABD’nin ünlü gazetesi Wall Street Journal’e verdiği mülakatta şu noktaların altını çizmiştir:
1. Gülen hareketi, AKP’yi zorlayan CHP’ye sıcak bakmaktadır…
2. Ortak oldukları 12 yıllık AKP iktidarında hükümetin en büyük siyasi başarısı “ekonomik büyüme”(1) dir,
3. AKP ile yapılan ittifak “ortak demokratik değerler”, “evrensel insan hakları” ve “özgürlükler” etrafında gerçekleşmiştir,
4. Geçen 15 yılda Türkiye’nin “ekonomik” ve “demokratik” ilerleme kaydettiği, son iki yıl içerisinde ise bu ilerlemenin tersine döndüğü ileri sürülmektedir,
5. Emniyet ve yargıdaki Cemaat mensupları tarih boyunca dünya görüşleri nedeniyle “fişlendiği” ve “ayırımcılığa” tabi tutuldukları için bu kurumlarda görev almışlardır,
6. “Yeniden yargılanma” ile binlerce duruşmanın hükümleri feshedilecekse bunun yargı güvenliğine zarar vereceği ve on yılda elde edilmiş “kazanımları” tersine çevireceğine inanılmaktadır,
(2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile elde edilmek istenen sonuç zaten bu yargılamaları yapabilmekti…)
7. Koza Grubu, İstikbal Grubu ve Bank Asya’ya karşı yapılan sıra dışı denetimler, Koç ve Doğan Gruplarına karşı yapılan vergi cezası vuruşları ile aynı mahiyettedir,
8. “Demokrasi”, “evrensel insan hakları” ve “özgürlükler” gibi değerlerin arasında “şeffaf ve hesap sorulabilir” hükümetler de bulunmaktadır…
Hiç kuşku yok ki, bu saptamaların çoğu gerçek dışıdır… Cemaat hükümeti başarılı kendini de suret-i haktan(2) göstermek çabası içerisindedir!..
***
“BÜYÜKLÜK” SİLAHI!..
Denebilir ki, Fetullah Hoca Efendi “En büyük Amerika’dır ve ben onun kâhyasıyım” sözleri ile özetlenebilecek bir büyüklük havasını üflemektedir! Gerçekte ABD’nin de en büyük silahı “büyüklük” fikrini kabul eden insanların her ülkede fazlaca bulunmasıdır. Bu fikir zayıf ve güvensiz insanları ABD işbirlikçisi yapmakla kalmıyor, kararsız kitleleri de güçlünün yanında yer almaya yönlendirerek, gerçekte gücü olmayan bir odağı, büyük ve güçlü hale getiriyor… Gülen’in, bugün için geçerli tek sermayesi arkasına aldığı Amerikan sanal gücüdür… Ne yazık ki, bu saplantı, az gelişmiş toplumlarda derin etkiler yaratmaktadır. Emperyalizmi ilk defa yenilgiye uğratanların partisi olan CHP bile, bugün için ABD’nin desteği olmadan iktidara gelinebileceğine inanmamaktadır!… Oysa ABD desteği ile gelen bir iktidarın, AKP’den farklı olamayacağı son derece açıktır. Bu yüzden böyle bir iktidar arayışına şiddetle karşı çıkmak gerekir. Dış güçlerin desteği ile gelen bir iktidar, her şeyden önce aslanlı yolda başlayan yürüyüşü yavaşlatır ve gerçek halk iktidarını geciktirir… Ayrıca yabancı güçlerin desteği ile kurulan bir hükümet, ulusal çıkarlarımızı gerektiği gibi savunamaz, bağımlılığı nedeniyle de her türlü tavizi kolaylıkla verebilir. Böyle bir durum, Atatürk’ün “Tam bağımsız Türkiye” ideali ile çelişir ki, buna hiçbir yurtsever CHP’linin yanaşmaması gerekir…
Bu nedenle halka dayanmayan bir CHP iktidarı için koşuşturmak yerine, halka dayanan yurtsever çekirdek bir kadronun peşine düşerek, yeniden Samsun’a çıkmak en isabetli hareket olur…
***
CESETLER NEDEN HABER KONUSU OLMADI?
Anadolu Ajansı ceset görüntülerini yayınladığı gün, Cenevre-2 toplantısına katılmak üzere, pek çok ülkenin dışişleri bakanları yola çıkmıştı. Akla ilk gelen soru, bu fotoğrafların çekildikleri zaman neden haber konusu yapılmadıklarıydı. Savaşta bile olsa sivil halkın öldürülmesinin haber değeri vardır. On binlerce fotoğraf, on binlerce cinayet demektir. Böyle bir durumda, basını sustursanız bile ölenlerin yakınlarını susturamazsınız!.. Toplantı bitti ama nedense bu sorulara hala yanıt veren çıkmadı…
Geçmişte Suriye ordusunun, kimyasal silahla öldürüldüğü ileri sürülen çocukları, dışarıdan gelen ve kendilerini “muhalif” adını veren teröristlerin öldürdüğü, BM uzmanları tarafından ortaya çıkartılmıştı. MİT’in “insani yardım” TIR’ları ile Suriye’deki muhaliflere taşıdığı, tank mermileri, roket parçaları gibi silah ve mühimmatın ne için kullanılacağı sorusuna bile izin vermiyor hükümetimiz… “Devlet sırrı” deyip geçiyorlar. Hükümetin en yetkin hukukçusu Burhan Kuzu, bu hukuksuzluğu vicdana uygun buluyor!… Kızılay’ın işini yapan MİT’in görevini hangi kurum yapıyor acaba? Bu tartışmalar sürerken, Suriye Dışişleri Bakanı Velit Muallim, Dışişleri Bakanımızın gözünün içerisine bakarak, suçluları açıklıyor:” Suriye’yi yok etmek için uzun yıllardır yapılan planları uygulama emri aldılar. Erdoğan hükümeti olmasa bunların hiçbiri yaşanmazdı. Bu hükümet kendi topraklarında teröristleri eğitiyor” diyerek doğrudan bizim hükümeti işaret ediyor… ABD 83 ülkeden getirdiği teröristlerle, halkının yüzde 70’inin desteğini almış meşru bir hükümeti yıkmak istiyor ve biz onun yardımcısıyız!..
SİCİLİMİZ BOZUK!..
Hükümetimizin sicili, Irak’ın ABD tarafından işgaline destek vermekle zaten bozulmuştu. Başbakanın, “Libya’da NATO’nun ne işi var” dedikten sonra, ordumuzu Kaddafi üzerine yürütmekle, gerçek yüzümüz ortaya çıkmıştı. Ardından İsrail’i korumak için kurduğumuz füze kalkanı, işleri çığırından çıkardı… “One minut” kabadayılığı ve “Mavi Marmara” gemisi baskını da bir işe yaramadı… Nihayet, Filistin ve Suriye halklarının yanında savaşan Lübnan Hizbullah’ını “hizbulşeytan” ilan ederek, gerçek safımızı n, Ortadoğu halkları değil, ABD ve İsrail’in yanında olduğunu belirledik. Mısır’da İhvan’ı destekleyerek bir kez daha duvara tosladık. Cenevre-2’de Davutoğlu’nun yüzüne söylenenleri, doğrusunu söylemek gerekirse fazlasıyla hak ettik!.. Son bir not ekleyelim: Suriye ile ilgili olup olmadıkları kesinleşmeyen o ceset fotoğrafları ile ilgili olarak Y-CHP’de hükümetin yanında yerini aldı. ABD’nin Y-CHP içerisindeki en has adamı Faruk Loğoğlu, peşinen bu cinayetleri işleyenin Esat yönetimi olduğunu ilan ederek, CHP adına bir kınama mesajı yayınladı!.. Dolayısıyla, Suriye sınırında yakalanan silah yüklü TIR’larla ilgili, önceden yapılan açıklamaların gösteri amaçlı olduğu da kabul edilmiş oldu. Öyle ya cinayetleri işleyen Esat ise, Erdoğan’ın gönderdiği silahlar için kıyameti koparmanın alemi ne!.. Burhan Kuzu gibi vicdanidir deyip geçin… ABD’nin CHP’deki büyükelçisi Faruk Loğoğlu, bu konuda hiç ağzını açmayacaktı!.. Delegeyi huylandırmayın!?.. Balık hafızalı olabiliriz ama dün dediklerinizi gün gibi hatırlıyoruz!..
Av. Cemil Can
DiPNOTLAR:
(1) “Bu dönemde devlet üretimden çekildi. Özel sektör rantiyeleşti, üretimden koptu ve karlarını üretimden değil, devlete borç vermekten elde etmeye başladı. Üretim ekonomisinin yerini, borç paraya bağımlı bir tüketim ve israf ekonomisi aldı. Türkiye ödeyebileceğinden çok daha fazlasını borçlanarak tüketiyor. Fakat bugün sıcak para ve borç ekonomisi açısından deniz bitmiş gibi gözüküyor…”
(2) Her şeyin doğrusunu, akla ve vicdanların sesine uygun olanı yapmaya çalışıyormuş gibi görünürken başka bir amaç gütmek anlamına gelir. (Oktay Ekşi)