Erdoğan arasında geçen hafta ortaya çıkan gerginlik acaba kime zarar verir diye düşündüm ve 1979 yılında Bülent Ecevit hükümetini dört ilanla deviren TÜSİAD’ın bu ilanları aklıma geldi.
TÜSİAD, dönemin Ecevit iktidarını “pazar ekonomisinden giderek uzaklaşan politikalar” izlediği için 27 Nisan 1979 ve 6 Haziran 1979 tarihlerinde
gazetelere ilan vererek eleştirmiştir.
İlan metinlerini hazırlayan üç profesör, Emre Gönensay, Memduh Yaşa ve Nevzat Yalçıntaş idi. Yabancı sermaye karşıtı olarak değerlendirdikleri iktidarı, artan enflasyonu ve işsizliği önleyemediği için eleştirmişlerdi.
Dört farklı ilan, yedi gazete ve bir haftalık dergide 13 Mayıs 1979-13 Haziran 1979 arasında 24 defa yayımlanmış, ilanlara TÜSİAD 4 milyon 628 bin lira ödemiştir.
Bülent Ecevit, 7 Ocak 1994 tarihinde bir televizyon programda iktidardan ayrılışını TÜSİAD’ın gazetelerde yayınladığı 4 ilana bağlamış ve “Türkiye’den Rusya’yı gözetlemek için ABD casus uçaklarının havalanmasına müsaade etmediği için Amerikalıların kendine kızdığını, dönemin güçlü adamı Brezinski’nin Washington’da TÜSİAD’a gazete ilanları yoluyla Ecevit’i düşürme talimatı verdiği şeklinde duyumlar aldığını” söylemiştir.
Zamanın TÜSİAD Başkanı Feyyaz Berker, ilanlar sebebiyle evinin bombalandığını açıklamıştır.
TÜSİAD eski Genel Sekreteri, kıymetli dostum, eski planlamacı Prof. Dr. Güngör Uras 9 Şubat 1994 tarihli Sabah gazetesindeki köşesinde, TÜSİAD temsilcilerinin, Brezinski ile 29 Nisan 1977’de Beyaz Saray’da bir araya geldiğini yazmıştır.
Uras, Bülent Ecevit’in Brezinski’nin talimatı ile yayınlandığı şüphesini taşıdığı TÜSİAD’ın gazete ilanlarının ilkinin 13 Mayıs 1979 da Hürriyet gazetesinde çıktığını belirtmiştir: “TÜSİAD’ın paralı ilanlarının hazırlığından, içeriğinden sayın Ecevit’in haberi vardı. Etkili olabileceğini tahmin etmediğinden önleme imkânına sahipken hiçbir şey yapmadı.”
Bu gelişmeler, TÜSİAD’ın ilk genel sekreteri Prof. Dr. Güngör Uras’ın yazdığı Fikir Üreten Fabrika TÜSİAD’ın İlk On Yılı 1970-1980 kitabı ile Mehmet Altun’un yazdığı Ortak Aklı Ararken TÜSİAD’ın İlk On Yılı 1970-1980 adlı kitaplarda açıklanmıştır.
TÜSİAD’ın kuruluşundan sonra dokuz yıl başkanlığını yürüten Tekfen Holding ortağı Feyyaz Berker kendisine, “Bir kamu kuruluşu mahiyetinde olan bir kurum hiçbir zaman hükümetlere karşı böyle bir tepki gösteremez. O cesareti sivil toplum ancak gösterebilir ve işine zarar vereceğini bile bile yapar” dendiğini açıklamıştır.
Berker sorulan bir soruya şu cevabı vermiştir: “Bu bir cesaret meselesi. Halkın menfaati neyse, kendi işinizi değil ülkenin menfaatini ön planda tutarak karar vereceksiniz.”
Berker, basına vermiş olduğu demeçte “TÜSİAD ilanlarında ne varsa 24 Ocak kararları da beş aşağı beş yukarı aynıdır” dedikten sonra şu tespiti yapmıştır:
“Turgut Özal ne derse ben aksini söylerdim. Türkiye’nin bu sistemde ekonomisinin çıkmazda olduğu, ekonominin liberalleşmesine gerek olduğu tartışması hep Turgut Özal ile yaşanırdı…Sonra Turgut bey Dünya Bankası’na gitti ve o fikirleri orada kaldığı sürece büsbütün perçinlendi, başka bir Turgut Özal olarak geldi ve 24 Ocak kararlarına imzasını attı.”
Bu arada 24 Ocak kararları ile ilgili bir önemli noktayı da okurlarımla paylaşmak isterim.
Yıl 1979. Doçentlik tezim kabul edilmiş ve 31 yaşında Eskişehir İTİA’nin en genç doçenti olmuştum. Tezimin konusu Türkiye’nin ithal ikameci politikaları bırakıp, dışa açık, liberal ekonomi politikaları izlemesi gerektiği üzerine idi.
Tam bu dönemde 24 Ocak kararları alındı. Benim tezimde savunduğum fikirler hayata geçiyordu.
Bu kararların alındığı dönemde Eskişehir Ticaret Odası’nda yapılan bir değerlendirme toplantısında ben ve o dönemde İktisat Bölümü’nde birlikte görev yaptığımız Taner Karahasanoğlu kararların çok doğru olduğunu vurgularken, zamanın Eskişehir Sanayi Odası Başkanı tam aksini savunmuştur.
Düşüncelerim ve yazılarım etkili olmuş olsa gerek ki, Türkiye’nin AB üyesi olması gerektiğine samimi olarak inanan bir öğretim üyesi olarak 24 Ocak kararlarının alınmasından iki yıl sonra Devlet Planlama Teşkilatı AET Dairesini (eski DPT AB Genel Müdürlüğü) kurmakla görevlendirildim.
TÜSİAD’ın ilanlarında vurgulanan konu başlıkları şunlardı:
- Üretemiyoruz. Geleceğimizi yiyoruz.
- Tüketim, Tartışılması gereken.
- Bir var olma sorunu. Üretkenlik.
- Enflasyon. Durdurulabilir.
- Daha çok tüketip, daha çok tasarruf edilebilir mi?
- “Zannolunmasın ki ecnebi sermayeye hasımız” (Mustafa Kemal, 1923)
- Borç hazinesi tükendi.
- Kamu gayri iktisadi teşekkülleri.
- “Efendiler, kudretli bir Türkiye, iktisaden kuvvetli bir Türkiye’dir” (Mustafa Kemal, 1923)
- İşsiz milyonlar ve milyoner işçiler.
- · Ortak Pazar. (şimdiki AB)
TÜSİAD, Ecevit’ten sonra 24 Ocak kararlarının alınması için ikna ettiği Turgut Özal’a da tavır koymuştur.
TÜSİAD 1987 yılında yayınladığı Dış Borçlar: Tahmin ve Analiz adlı araştırmasında Özal iktidarını yerden yere vurmuş, Türkiye’nin kredi itibarını Nikaragua ile eşitlemişti.
O dönemde Türkiye’nin her 100 dolarlık dış borcu, 98 dolara ikincil piyasaya giriyor, 96 dolardan alıcı buluyordu. TÜSİAD’ın kredibilitemizi eşitlediği Nikaragua ise o tarihlerde Sandinista sorunuyla boğuşan iç savaş ülkesiydi.
Turgut Özal’ın sert çıkışı ardından geri adım atan TÜSİAD; “Bu rapor, Hüsnü Kızılyallı ve Tansu Çiller’in şahsi görüşleridir” demişti. TÜSİAD daha sonra raporlarının ilk sayfasına “buradaki görüşler bizi değil, raporu hazırlayanları bağlar” ibaresini koymuştur.
TÜSİAD’ın araştırmasının yayınlandığı tarihte Paris’te OECD temsilciliğinde görev yapıyordum. Türkiye’nin dış borç bulmak için Türkiye’ye Yardım Konsorsiyumu’ndan borç talep ettiği bir dönemde bu raporun yayınlanması, Türkiye’ye borç vermeyi düşünenleri tereddüde düşürmüş, Türkiye’nin kredibiletisini sorgulanır hale getirmiştir.
Bu yayın Türkiye ekonomisine büyük zarar vermiştir.
Dış Borçlar: Tahmin ve Analiz isimli yayının ekonometrik modelini Hüsnü Kızılyallı geliştirmiştir. Tansu Çiller, sadece giriş ve dış ekonomik ilişkiler ile kısmına genel bir yorum yapmıştır. Bu kısmın raporun temel modeli ile hiçbir bağı yoktur.
Bu konuyu Türkiye Ekonomisi kitabımda ayrıntılı bir şekilde yazdım ve şu yorumu yaptım: “Nitekim eski başbakan Tansu Çiller’in Hüsnü Kızılyallı ile birlikte TÜSİAD için hazırladıkları bir çalışmada; o tarihlerde 10 milyar dolara kısa vadeli dış borcun, Türkiye’nin dış ödeme gücünün çok üzerinde olduğu ve bunun her an sıkıntı yaratabileceği, gidişatın her yıl 5.6 milyar dolarlık yeni bir borçlanmayı gerektirdiği ve bu durumun ülkenin dış politikasını olumsuz etkileyeceği belirtilmiştir.” S. Rıdvan Karluk, Türkiye Ekonomisi, 12. Baskı, İstanbul, 2009, s. 170.
Dış borçlar, hem Osmanlı döneminde (Düyun-u Umumiye İdaresi) ve hem de Cumhuriyet döneminde hep sorun olmuştur.
Siyasi yönetimi Süleyman Demirel’e, ekonomi yönetimi Turgut Özal’a emanet olan Adalet Partisi Hükümeti, Lüksemburg’la yaptığı ikili anlaşma ile 1 milyon dolar borç almıştı.
Lüksemburg’dan alınan borç, Avrupa’nın zayıf futbol ülkelerinin takımlarıyla yapılan maçlara benzetilerek espri konusu olmuştu. Dönemin MSP Genel Başkan Yardımcısı Recai Kutan, Demirel yönetimine tepki gösterirken “Bu zihniyetin Türkiye’yi, ilçemiz büyüklüğündeki Lüksemburg Prensliği’nden borç alır ve bu borçla övünür hale getirmesi, milli haysiyetimizi rencide edici bir olaydır” demişti.
TÜSİAD’ın Tansu Çiller’e kitap yazdırmasının iki sebebi vardı. Biri, Çiller’in eşinin TÜSİAD üyesi olmasıydı.
Ama ikinci sebep daha önemliydi. Tansu Çiller, TÜSİAD’ın bütün toplantılara katılıyor ve ANAP’ın ekonomi politikalarını şiddetle eleştiriyordu. Çiller, Özal’ın izlediği ekonomik politikaların yanlış olduğunu her ortamda savunuyordu.
Dış Borçlar Raporu kamuoyunda büyük yankı yaptı. O dönemde TÜSİAD’la arası iyi olan Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel raporun kamuoyundaki etkisinden çok memnun olmuştur.
O tarihte ABD dönüşü Paris’te evimizde misafir ettiğimiz rahmetli Yusuf Bozkurt Özal, eşimin de bulunduğu bir ortamda Özal ve izlediği politikaları şiddetle eleştiren Çiller hakkında bir yorum yapmıştır ama bunu bu köşede açıklamam etik olmayacaktır.
Tansu Çiller’in Özal karşıtlığı, DYP’de siyasate atılmasının önünü açmış, Çiller, raporu hazırlamasından 2 yıl sonra DYP’ye genel başkan yardımcılığına gerilmiş, daha sonra Türkiye’nin ilk hanım Başbakanı olmuştur.
Türkiye’de şiddetle eleştirdiğin taraf iktidarı kaybedip, lehinde yazı ve rapor yazdığın taraf iktidara gelirse, sen de mutlaka bir yerlere gelebilirsin.
Tansu Çiller, DYP’li olduktan sonra ANAP’ın ekonomi politikalarını eleştirmeye devam etmiş ve “ekonomiyi kurtaracak insan” imajını TÜSİAD’ın yardımıyla etkili güç odaklarına kabul ettirmiştir.
Çiller, DYP’nin seçimi kazanmasıyla, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığına getirilmiş, TÜSİAD Başkanı Bülent Eczacıbaşı ile görüşmeye devam etmiş, Derneğin düzenlediği toplantıların çoğuna katılmıştır.
Demirel’in TÜSİAD üyelerinin işine gelmeyecek şekilde yaptığı vergi düzenlemeleri sebebiyle TÜSİAD ile Demirel’in arası açılmaya başlamıştır.
Derneği sessizce savunan Çiller’in birkaç hafta sonra “2000 yılına kadar Türkiye mutlaka kadın başbakan görecektir” sözü daha sonra gerçek olmuştur.
Çiller, 1993 Haziran ayında Turgut Özal’ın vefatıyla cumhurbaşkanlığına seçilen Süleyman Demirel’in yerine kongreyi kazanarak başbakan olmuştur.
Çiller başbakan olunca yaptığı uygulamalar ile TÜSİAD’ın tepkisini çekmeye başlamış, TÜSİAD Başkanı Halis Komili Ağustos 1993’te “Erken seçim şarttır,” Sakıp Sabancı ise Çiller’i eleştirerek “Başaramazsanız o koltukta oturmayın” demiş, DYP MKYK üyesi Mustafa Zeki Demir, TÜSİAD’ın Dernekler Yasası’na uymayıp politika yaptığı için mahkemeye başvurmuştur.
Çiller TÜSİAD için “kan içiçi çıkar çevreleri” benzetmesini yapmış, TÜSİAD ise özel yolsuzluk mahkemelerinin kurulması için kampanya girişimleri başlatmış, İtalyan savcı De Pietro’yu Türkiye’ye getirerek kamuoyuna temiz eller mesajı vermeyi hedeflemiştir.
24 Aralık erken genel seçimlerinden sonra seçimlerde Refah Partisi’nin birinci çıkmasına rağmen ısrarla Anayol’u isteyen TÜSİAD, bunun için gazetelere ilanlar vermiştir. Fakat Çiller Refah Partisi’yle koalisyon hükümeti kurunca TÜSİAD, ANAP’ı yeniden destekleyip, ısrarla erken seçim istemiştir.
Bundan sonrasını herkes bildiği için yazmamın gerekli olmadığını düşünüyorum.
Yukarıda açıkladığım gerçekler karşısında “keser döner sap döner gün gelir hesap döner” özdeyişinin ne kadar doğru olduğu ortadır.
Bir yanıt yazın