CUMHURBAŞKANI FRANÇOIS HOLLANDE GELDİ

Başbakan Erdoğan Türkiye’nin fetret dönemi yaşadığını söylüyor, 22 yıl önceki F.Mitterand’ın ziyaretinden sonra -bugün, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Ankara’da bulunuyor.
Türkiye-Fransa ilişkileri -işte,Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı çıkan N.Sarkozy döneminde,Fransa’nın Ermeni soykırımını kabul etmesi ve bu olayı kabul etmeyenlerin cezalandırılması yasası nedeniyle kötüleştiği, diplomatik ilişkilerin soğuduğu,2009-2012 arasında Türkiye’deki Fransız ekonomisinin payının iki kat azaldığı bir konumdadır.
Yine de Türkiye, Fransa’nın en büyük ihracat pazarlarından biri olmaya devam ediyor.
Bir süre önce Sinop’ da yapılacak nükleer santralin ihalesinin Japon-Fransız ortaklığına verilmesi ortaklığın düzeyini gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Hollande’ın 7 bakan ve büyük bir heyetle yaptığı Türkiye ziyareti, Fransa’nın politikasını yumuşatmak niyetini mi gösteriyor?

*
Önce küresel konjonktürün üzerinden -şöyle, kısaca geçilmelidir;
ABD’nin finansal krizi ardından gelişmiş ülkelerin zengin patronlarının bir türlü merhamete gelmemesi üzerine üretimin nasıl canlandırılacağı,istihdamın nasıl arttırılacağı konularında kamu müdahaleleriyle devletin likidite sağlamasının ötesinde, BM örgütünü de revize edecek küresel bir çözüm gelişiyor:

*
Dünyada kişi başına milli geliri belli seviyeye ulaşan gelişmekte olan ülkelerin teknolojik olarak gelişmemiş üretim biçimine bağlı kalmaları ve yurtiçi aktivitelerinin eksikleri, bu ülkelerin gelişmiş ülke kategorisine ulaşmalarını olanaksız kılıyor.
Sadece küresel mal talebinin ve küresel büyümenin en önemli motoru ve dünyanın ikinci ekonomisi olan orta gelir düzeyli Çin’e şans tanınıyor
Çin’in gelecek 15 yılda ortalama 5-6 oranında büyümesi halinde kişi başına gelirinin 20 bin dolar gibi yüksek bir düzeye çıkabileceği hesaplanıyor -ki, bu küresel büyümenin de başlıca çaresi olarak görülüyor.
O yüzden, teknolojik ilerlemesiyle siyasi ve ekonomik gücünü konsolide edeceğini planlayan ABD -bir taraftan, küresel istikrar için Çin’i markajda tutarken
-öte taraftan,gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülke kategorisine ulaşamayacaklarından yararlanıyor…

*
Tek küresel sistemde yer alan ve onun çevresinde birbirine bağlı yapıda ve ilgileri farklı ülkelerin genel ekonominin gündemi içinde benzer yaklaşımlarda değil,kendilerine en uygun seçeneğin yükümlülüklerini üstlendikleri yeni liberal dünyayı ve yeni bir BM’i öneriyor.
Mesela, ABD ve Rusya kutupları arasındaki ülkelerin birbirlerinin çabalarını gölgelemek yerine birbirlerini tamamlayıcı politikalar geliştirmesine, ayrılıklarını müzakere ve barış görüşmeleriyle çözmesine,istikrara ve büyümeye fırsat tanınıyor.

*
ABD’nin küresel, Rusya ve Çin’in bölgesel liderler olarak bir büyük savaşa yol açmadan Suriye’de iç savaşın yayılma olasılığının önüne geçilmesi,Ortadoğu ülkelerinin kendi ekonomik ve demokratik kriterlerinde olgunlaşması ve ekonomilerinin bağlı olduğu petrol ve gaz akışının Hürmüz Boğazı ve Doğu Akdeniz su yollarından serbest olarak yapılması öngörülüyor.
Teminen küresel büyüme yolunda İsrail-Filistin arasında barış,Suriye iç savaşının önlenmesi ve yeni Suriye’nin kurulmasından -giderek,diğer sorunların çözülmesi yolunda Batı ve Rusya arasında yeni bir stratejik müttefiklik gelişiyor.
Bu küresel barış, istikrar ve gelişmeye katkı sağlamak iddiasıdır, yeni bir uluslararası hukukun BM merkezinden küresel sistem ağlarına yansıtılmasıyla yeni bir statünün oluşturulacağı anlamına geliyor.

*
Yeni dünya statüsünün oluşturulmasında başta Ortadoğu’da gerginliğini tırmandıran, uluslararası tehdit unsuru da olan ideolojik İslamcılık ile mücadele önemli bir eşiği oluşturuyor.
İşte, Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütü tasfiye edilmektedir, bir çok İslam ülkesinde aşırılar ile mücadele sürüyor.
Türkiye’de de Başbakan Erdoğan ve Fethullah Gülen’in İslam ülkelerinde tüm müslümanların haklarını savunan dini bir çekirdek olmak kaydıyla,bir İslamcı kadro hareketiyle Türk Milleti çerçevesinde devletin elit kadroları tüm yapılardan silen, hareketini kısıtlayan ekonomik dengeleri yeniden düzenleyen ve devleti Osmanlı’nın İslam toplumlarındaki siyasal kültürün kurumları ve kültürel kodlarının sözde çağdaşlaşmasına yönelik politikalarıyla kurumsallaştırdığı, İslamcı Cihad’ı besleyen yapının ve öğretisinin tasfiyesinde yavaş-yavaş sona geliniyor.
Nitekim Başbakan Erdoğan ve Fethullah Gülen kaybettikleri bir savaşı sürdürürken,Türkiye-bu yüzden, bir fetret dönemi yaşıyor.

*

Sömürgeci geçmişinden dolayı Fransa’da çok sayıda ve çoğu alt sınıflara mensup Müslüman yaşıyor, çok sayıda genç Müslüman hızla militanlaşıyor, bazısı İslamcı siyasetin daha radikal unsurlarına kayıyor.
Bu durum pek çok Avrupa ülkesinde ve ziyadesiyle Fransa’da sadece yabancı düşmanı aşırı sağ grupların değil seküler çevrelerin de siyasi tepkisine neden oluyor.
Bu çerçeve ve yeni bir uluslararası hukukun BM merkezinden küresel sistem ağlarına yansıtılmasıyla yeni bir statünün oluşturulmak üzere olduğu bu dönemde,
Fransa uluslararası arenada kendisini çok aktif bir şekilde var etmeye çalışıyor.

*
Fransa İslamcı düşmana karşı diğer Batı’lı ülkelerden daha katı ve sertdir.
Libya’ya müdahale eden Batılı güçlere öncülük ediyor,Suriye’de Esad karşıtlığında Batılı ülkelerin en ateşlisi olarak sivriliyor.
Mali’de silahlı İslamcı hareketleri durdurmak için tek taraflı müdahalede bulunuyor,Orta Afrika Cumhuriyeti’nde düzeni sağlamak için asker gönderiyor.

*
Cumhurbaşkanı Holande kamuoyu desteğini -öncelikle, Fransa’nın yeniden başrol üstlenebileceği tek bölge gibi görünen Afrika’daki siyasetinden alıyor.
Afrika’da rekabet esas olarak ABD ile Çin arasında yaşanmaktadır,ama Fransa Afrika’da eski sömürgeleri üzerinde azalan etkisini korumanın çabasını sürdürüyor.
Fransa Senatosu’nun Afrika politikasıyla ilgili “Afrika geleceğimizdir” başlıklı raporunda Fransa’nın Afrika ile ilgili uzun vadeli bir stratejisinin olmadığının altı çizilmekte ve Çin’in yükselişine dikkat çekilerek,”Çıkarlarımızı savunmak için Çin karşısında yeniden yapılanmaya gitmeliyiz” deniliyor.
Çin’in, 2007 yılında Fransa’yı geride bıraktığını, 2009’dan itibaren Afrika’nın birinci ticari ortağı durumuna geldiğini, 2000 yılında 10 milyar dolar olan ticaret hacmini 2012’de 150 milyara çıkardığına dikkat gerekiyor.

*
Cenevre II Konferansı öncesinde Suriye Cumhurbaşkanı Esad, Fransa bölgenin eski sömürge güçlerinden olsa da ” 2000 yılına kadar Fransa ile ilişkimiz Fransa’nın ABD’nin isteğiyle Ortadoğu politikasını değiştirme girişimiydi, bir dostluk ilişkisi değildi. Bir zamanlar Avrupa politikasını yürüten Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın Suriye’nin geleceğinde en ufacık bir rol oynama yeteneğinde olduğunu düşünmüyorum” derken, Fransa’nın Ortadoğu’da üstlenebileceği rolü çiziyor gibidir, fakat;

*
Fransa’da “Ermenistan,Fransa’nın kız kardeşidir” söyleminin de çok güçlü olduğu hatırlanmalıdır.
Nitekim Fransa’da soykırımı inkâr edenlerin hapis cezası verilmesi tasarısının yasallaşmasıyla Ermenistan’ın hem Türkiye hem de Azerbaycan’dan toprak talebinden yükselen saldırgan siyasetine verilen prim ve yarattığı tehdit algısı,
Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözümü konusunda oluşturulan Minsk Grubunda Fransa’nın eşbaşkan olmasına rağmen beklentileri karşılayabilir hiç bir girişimde bulunmayışı ve Soykırım Yasası;
Ermenistan’ı Fransız ekonomik ve siyasi gücünün Trans-Kafkasya’dan Ortadoğu’ya akmasında merkez hale getiriyor.

*
Tam da Cumhurbaşkanı Holand’ın Türkiye’ye ziyareti öncesi Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi ve Batı Ermenileri Ulusal Kongresi 1915’de Ermenilere karşı işlenen suçların telafisinin iç sorun olarak ele alınmasına ilişkin bir dizi -işte, “Gayrimüslimlerin vatandaşlıktan çıkarılma kararları iptal edilerek vatandaşlık hakları iade edilsin: İsteyenlere TC nüfus cüzdanı ve pasaportu verilsin: Tarihsel topraklarına dönmek isteyenlere izin verilsin: Osmanlı tapu kayıtları herkese açılsın: Askeri arşive erişim sağlansın: Başbakanlığa bağlı çalışan, “Asılsız Soykırım İddialarıyla Mücadele Koordinasyon Kurulu” lağvedilsin: Soykırımın inkârına yönelik yürütülen faaliyetlere son verildiği deklare edilsin: Bunlar için 2014 Başbakanlık bütçesinden ayrılan pay iptal edilsin” taleplerinde bulunuyor!

*
Fransa, insan haklarına saygı gösteren siyasi hareketlerin destekçisi görüntüsünde Kürtlerin de teşvikçisidir.
Fransız Dışişleri Bakanlığı mütemadiyen AB Komisyonlu ilerleme raporlarında Türkiye’nin azınlıklara saygı konusunda ağır sorunlarına,demokratik açılımın henüz sonuç vermediğine işaretle Kürk kökenli nüfusa yönelik politikaların sıkı takipçisi olduklarını gösteriyor.

*
Fransa’nın Cenevre II Barış Konferansı ve ilerleyen süreçte Rojava’da Kürtlerin pozisyonuna dair alacağı tavırda yine teşvikçi olacağı açıktır.
Kürtler üzerinden bölgeye adım atmak üzere Fransa hükümetinin elinde Kürt halkının yaşadığı coğraflarda haklarının tanınmasında çok önem taşıyan 2013’de Paris’te PKK’lı üç aktivistin katliamı ile ilgili Kürtleri memnun edecek, Türk hükümetini köşeye sıkıştıracak kimi bilgiler olduğu düşünülüyor.
Le Figaro gazetesi ziyaret öncesi bu konunun Fransız Cumhurbaşkanı’nı meşgul ettiğini yazıyor.

*
Başbakan Erdoğan ve Gülen Cemaati’nin paralel devletinde Türkiye fetret dönemindedir…

28.1.2014


Yazıları posta kutunda oku