Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın çok seveni olduğu, gittiği yerlerdeki karşılamalardan, son genel seçimde seçmenlerini yarısının oyunu almasından, gazetelerde ve televizyonlarda onu övenlerin çokluğundan anlaşılıyor.
Fakat ben onu sevmiyorum. Benim gibi onu sevmeyenlerin de bir hayli olduğunu anlaşılıyor. Fakat sevenlerin de sevmeyenlerin de birbirinden farklı gerekçeleri olabilir.
Onu neden sevmediğimi anlatmak istiyorum:
1. Son zamanlarda aralarındaki bazı sürtüşmelere rağmen, Başbakanımız,
dünyanın bir numaralı zalimi, sömürücüsü, kısacası emperyalisti Amerika Birleşik Devletlerinin Ortadoğu’da eş başkanı, stratejik ortağı ve sözcüsü oldu. Bu yalnız ona özgü bir durum değil. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri onun gibi düşünen ve davranan birçok siyasetçi ve yönetici geldi. Türkiye’yi emperyalist bir kampın içine soktular. Ülkenin kaderini onlara bağladılar.
Buradan da anlaşılacağı gibi benim bu sevgisizliğim yalnız Sayın Erdoğan’ı değil, onun gibi davrananların hepsine. Ben her bakımdan bağımsız bir ülkenin evladı olarak yaşamak istiyorum.
2. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, muhafazakâr bir kişi. Hem mevcut sömürü ve bağımlılık sistemini muhafaza etmeye çalışıyor, hem de dini bütün biri olduğunu anlatmak istiyor. Ben onun dini inançlarına karışmaya asla hakkım olmadığını biliyorum. İsterse beş vakit namazının peşine beş vakit daha kılsın, isterse her yıl hacca gitsin, benim için hiç fark etmez. Herkes inancında serbesttir. Benim ondan hoşlanmama nedenim, kendi muhafazakârlığını devlet gücüyle topluma dayatmaya kalkışmasıdır. O, başka insanların inançlarına saygı duymuyor. Her gün ve her fırsatta, kendi tutumunu topluma dayatıyor. Türkiye’nin bütün okullarını İmam Hatiplere çevirmeye çalışıyor. Laik bir ülkenin başbakanı gibi davranmıyor. Filozof
meşrepli değil. Olgunlaşmamış. Anlaşılmış olmalı ki ben bu duygularımla yalnız onu değil, inançlarını dayatan, devleti buna alet eden, ham sofuların hepsinden, özellikle bunların politika yapanlarından hiç hoşlanmıyorum.
3. Onun başında bulunduğu hükümetler, devletin elinde ne varsa bir mirasyedi gibi satıp savdı. Bunların en önemlileri de yabancıların eline geçti. Başbakan dünyanın sonsuz bir barış devrine girdiğini mi, halkın çıkarları açısından yerli yabancı fark etmediğini mi düşünüyor? Dolayısıyla bendeki sevgisizlik yalnız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a karşı değil,
milletin ortak malı sayılan varlıkları özel kişilere ve yabancılara
satanların hepsinedir.
4. Sayın Başbakanımız, hiç kuşku yok ki, yoksulların çoğundan oy
almakla birlikte zenginlerden yanadır. Türkiye’nin geleneksel iktidar gücü olan merkez burjuvazisine karşı o, Anadolu’nun taşrasından yükselen yeni muhafazakâr bir sermayenin temsilcisidir. İhaleler ve benzeri yollarla bu sermayeyi daha da büyütmeye, onları iktidarının temel dayanakları yapmaya çalışıyor. Kendisinin ve çevresinin de Türkiye’nin en zenginler sınıfına girdiği görülüyor. O da çoğu iktidar sahipleri gibi bal tutanın parmağını yalayacağına inanıyor. Ben ise yalnız başbakanımızdan değil, genel olarak zenginlerden ve iradesini zenginlerden yana koyanlardan hoşlanmıyorum. Ben
emekçileri, emeği en yüce değer sayanları seviyorum.
5. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, çok partili hayat içinde muhalefetin de olduğunu, olması gerektiğini anlamıyor. Kendisini eleştiren basına tahammül edemiyor. Onları kendisinin ve iktidarının birer şakşakçısı olarak görmek istiyor. Bu yaptıkları yetmiyormuş gibi başkanlık sistemini getirerek ülkenin başına diktatör kesilmek istiyor. Hep “Ben ne dersem o yapılacak” havası içinde. Ben böyle insanları sevemiyorum. Onlara karşı ruhen çok mesafeli duruyorum.
6. Başbakanımız çok hırçın. Sakin bir ses tonuyla anlatması mümkün durumları bile bağırarak, sert sözler sarf ederek anlatıyor. 90 yıldır iktidardan uzak tutulmasının hıncıyla böyle konuştuğu anlaşılıyor. Kendisine karşı olanları açıkça tehdit ediyor. Ondan korkuyorum.
7. Türkiye’de her şeyin kendi döneminin eseri olduğunu söyleyip
duruyor. Ondan geçmiş 90 yılın uygulamalarını övmesini beklemiyorum. Her dönemin eleştirilecek yanları da bulunabilir. Ancak bunları aklıselimle ele almak ve olumlu hizmetleri de görmek varken “Her şeyi ben bilirim, her eseri biz yaptık” havasına girmesi çok garip. Ben iktidar için bu kadar kutuplaştırıcı, her şeyin kendisiyle başladığını ileri süren tutumları sevmiyorum.
8. Başbakan, ülkemizin dünyada bir barış unsuru olmasına, milletimizin çalışkanlığı ile, yaratıcılığı ile, toplumsal dayanışması ile, bilim ve sanatla dünyaya örnek olmasına çalışması gerekirken milletimizi savaşa sokmak için çırpınıp duruyor. Bunu önce ABD ile birlikte Irak’a savaş açmakta denedi. Meclis buna engel oldu ama o, Amerika’nın savaşçı politikalarını destekledi. Amerika, “Haydi!” dese Türk ordusunu Suriye’ye sokacak. O, Gene de boş durmuyor. Suriye’deki isyancıları her bakımdan destekliyor. Türkiye’yi NATO’nun ve Amerika’nın keyfi için silahlandırıyor, komşu ülkelerin saldırısına açık hale getiriyor. Oysa Türkiye bu işlere karışmasa, hatta komşuları savaşırsa onlar arasında arabulucu, yatıştırıcı bir görev üstlense kötü mü olur? Ben yurt savunması dışında savaş heveslilerinden hoşlanmıyorum. Savaşçılık açgözlülüktür. Açgözlülerden,
ordusuna ve ekonomisine güvenerek başka milletlere horozlanmadan hiç hoşlanmıyorum.
9. Başbakanımız, Osmanlı hayranı. Fakat Osmanlı döneminde yetişmiş reformcu, devrimci devlet adamlarının değil, onları sürgünlere gönderen, hapseden, başka ülkeleri yağmalayıp, genç kızlarını esir eden ve en güzellerini kendine ayırıp haremine alan padişahların hayranı. Bu onun aslında dindarlıktan ne anladığını da gösteriyor. Bu dindarlığın içinde Yunus Emre’ye, Pir Sultan Abdal’a, Hacı Bektaşi Veli’ye yer yok. Şeyh Bedrettin’den nefret ettiğine eminim. Onun eski dünyasında Namık Kemal’e,
Ziya Paşa’ya yer yok. Kuyucu Murat Paşa’ya, Kanuni’ye, İkinci Abdülhamit’e yer var. Ben “Tarihe bağlılık” diyerek geçmişteki zulüm, yağma ve haksızlıkları olumlu gören insanlardan nasıl hoşlanabilirim? Benim başbakana sevgisizliğimin görülüyor ki derin nedenleri var. Onun bağlı olduğu tarihle benim bağlı olduğum tarih taban tabana zıt.
10. Benim başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı sevmeyişimin nedenlerinden biri de bir sözünün diğerini tutmamasıdır. O sözünün eri değil. Bugün söylediğini yarın inkâr edebiliyor. “Ben Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanıyım” diye defalarca söylemişken sonra böyle söylediğini inkâr etti.
Bunun yerine alçak gönüllülük gösterip “Yanılmışım, hata ettim”
diyebilmeliydi. Ben hatalarını içtenlikle kabul edebilen alçak gönüllü
insanları seviyorum.
11. Başbakanımız açılım projesini savunurken “Her türlü milliyetçiliği
ayaklar altına aldığını” söyledi. Ancak kast ettiği milliyetçilikler Türk
ve Kürt milliyetçiliği. Bütün insanların eşit ve kardeş olduğunu değil,
yalnız Müslümanların, o da Sünni mezhebinden olanların kardeş olduğunu savunuyor. Onun ümmetçiliği Alevileri, Şiileri, Hıristiyanları dışlıyor. Ben, milliyetler, milletler, dinler, mezhepler arasında ayırım yapmayan,
bunlardan birinin diğerine üstünlüğünü ileri sürmeyen, bütün insanları
kardeş bilen, “Dört kitabın manası, bellidir bir elifte” diyen bir
insancılıktan yanayım.
12. Başbakan, adil değil. Kendi yandaşı olanların yolsuzluklarının
soruşturulmaması için elinden geleni yapmakta, iktidarı hedef alan adli olaylarda ise davanın savcısı kesilebilmektedir. Başbakan adalet
dağıtmamakta, adaletsizliğin hükümferma olması için elinin atındaki
kuvvetleri kullanmaktadır.
Sayın başbakanımız benim bu duygularımı hiç kale almayabilir. Diyebilir ki:
“Sen sevmezsen sevme, sevenim çok!” Kendisinin bileceği iş. Fakat benim
işaret ettiğim hususlar üzerinde dursa iyi olurdu. Ona bugünkü gücüne
güvenmemesini tavsiye ederim. Onun bugün aldığı oylar ve kendisine
gösterilen bağlılık geçicidir, Çünkü kaçınılmaz olarak insanlar uyanacak,
cahillik, aç gözlülük tarihe karışacak, onun yerini insanların eşitçe,
kardeşçe, yalansız dolansız yaşadığı bir toplumsal yaşam alacaktır. Bunun
gerçekleşmesi zaman alabilir. İnsanlığın daha alacağı çok yol var. Herkes
tarihin kendisi hakkında vereceği hükmü göz önünde bulundurmalıdır
Zeki Sarıhan
Bir yanıt yazın