Başbakan Erdoğan 18 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak 9 Ocak tarihinde resmi ziyarette bulunduğu Singapur’da iken, ben de bir uluslararası konferans için Singapur’da idim. Kendi küçük fakat ekonomisi büyük ülkeye bundan 15 yıl önce ilk defa gittiğim zaman hayran kalmıştım, şimdi de hayran kaldım.
Çünkü, bu küçük şehir devletinde 5.3 milyon farklı ırktan ve dinden kişi yaşıyor, 4 farklı dil konuşuluyor ama, kimse kimseyi rahatsız etmiyor, kimse kimsenin yaşam biçimine, dinine ve de kültürel mirasına karışmıyor.
Daha önemlisi, kimse kimseyi kendine benzetmeye çalışmıyor.
Türkiye ve Singapur arasındaki ilişkiler, 19’ncu yüzyıla kadar gerilere gider. Osmanlı İmparatorluğu, İngiliz İmparatorluğu’nun bir parçası olan Singapur’da 1864 yılında ilk temsilciliğini açmış, 1901 yılında temsilcilik başkonsolosluğa dönüştürülmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti Singapur ile 1969 yılında diplomatik ilişki kurmuş ve Singapur Büyükelçiliğini 1985 yılında açmıştır. Singapur ise çok gecikmeli olarak büyükelçiliğini 2012 yılında faaliyete geçirmiştir.
Şimdiye kadar Türkiye’den Singapur’a cumhurbaşkanı seviyesinde iki, başbakan seviyesinde beş ziyaret gerçekleşirken, Singapur’dan Türkiye’ye cumhurbaşkanı ve başbakan seviyesinde birer ziyaret yapılmıştır.
Singapur, Türkiye açısından ASEAN ülkeleri içinde Endonezya, Malezya, Tayland ve Vietnam’dan sonra gelen bir ticaret ortağıdır. Türkiye ve Singapur arasındaki ticaret hacmi (Ekonomi Bakanlığı verileri) 1990 yılında 111 milyon dolar iken, 2000’de 281 milyon dolara, 2012’de ise 666 milyon dolara çıkmış, iki ülke arasında ticaret hacmi 2011 yılında 1,194 milyar dolar olmuştur.
Singapur, Türkiye’nin ikili ticaretinde fazla verdiği ender Doğu Asya ülkelerinden biridir.
İki ülke arasında STA müzakerelerine 2014 yılında başlanacaktır. Avrupa Birliği ve Singapur arasındaki STA görüşmeleri Aralık 2012’de tamamlandığı için, AB ile Gümrük Birliği içinde olan Türkiye’nin de AB’nin Singapur ile yaptığı STA’dan yararlanabilmesi için paralel bir STA yapması bir zorunluluktur.
Singapur; dünyaya Budist, Müslüman, Hindu, Hıristiyan ve diğer din mensuplarının barış içinde bir arada yaşadığı çok kültürlü toplum modeline sahip dünyadaki az sayıdaki ülkeden biridir.
Nüfusun yüzde 77’ni Çinliler, yüzde 14’nü Malaylar, yüzde 8’ni Hintler, gerisini de diğer azınlıklar oluşturmaktadır. Singapur’un kendisine ait 40 kadar adacıkla birlikte yüzölçümü 622 km2 dir.
Ülkede hiçbir doğal kaynak olmamasına rağmen Singapur, OECD üyesi olmayan yüksek gelirli gelişmiş bir ülkedir. Dünya Bankası verilerine göre 2012 yılında GSMH’sı 274 milyar dolardır.
Kişi başına düşen gelir ise 61.8 bin dolardır. Bu miktar ile dünya ülkeleri arasında 4’ncü sıradadır. Türkiye ise 18.3 bin dolar ile 54’ncüdür.
Nüfus yoğunluğu çok yüksektir. Kilometre kareye yaklaşık 4488 kişi düşmektedir. Yıllık nüfus artış oranı yüzde 1.2’dir. Nüfusun dörtte biri kırsal bölgede yaşamaktadır. Nüfusun yüzde 96’sı okur yazardır.
Çinli nüfus beş büyük lehçeyi kullanır ve Konfüçyüsçü, Budist veya Taoisttir. Malaylar Malay dilini konuşurlar ve tamamına yakını Müslümandır. Hintlilerin ve Pakistanlıların büyük bir kısmı Müslüman, az bir kısmı ise Hindu olup, Tamil dilini kullanırlar. Avrupalıların kullandıkları dil ise İngilizcedir.
Halkın yüzde 43 Budist, yüzde 15’i Müslüman, yüzde 15’i Hıristiyan, yüzde 4’ü Hindu, yüzde 9’u Taoist ve geri kalanı ise diğer dinlerdendir.
Singapur ekonomisi hizmet ekonomisine dayanır. Ulaştırma, bankacılık, sigortacılık, haberleşme, lojistik, depolama önemli alt hizmet sektörleridir.
İşçi gücünün yüzde 33’ü hizmetler sektöründe istihdam edilirken, tarım alanında yüzde 2 gibi küçük bir kısım çalışmaktadır.
Singapur’un önde gelen sanayi dalları arasında gemi yapımcılığı, petrol rafinerileri, elektronik aletler, tekstil, gıda ve kereste sayılabilir.
Turizm ve balıkçılık da önemli sektörler arsındadır.
İngiliz Sir Thomas Stamford Raffles 1819 yılında Singapur’a gelip İngiliz limanını kurmasıyla Singapur’un modern tarihi başlamıştır. İngiliz sömürgesi altında uzun yıllar kalan Singapur, İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya tarafından işgal edilmiştir.
Savaş sonrasında İngiltere’nin kontrolü altına girmiş, daha sonra Malezya ile birleşmiş, 9 Ağustos 1965 tarihinde bağımsız bir devlet olmuştur.
EBES’in (Eurasia Business and Economic Society) düzenlemiş olduğu Konfenans’ta sunduğum “Türkiye’nin Orta Asya Ülkeleriyle İlişikleri Avrupa Birliği’ne Alternatif Olabilir mi?” başlıklı bildirimin amacı, küresel dünyadaki son gelişmelerin ışığı altında Asya ve Avrupa’nın bir parçası olan Türkiye’de bir eksen kayması olup olmadığını analiz etmekti.
Federal Almanya Meclisi’nin kararı ile 13 Ağustos 1961 tarihinde Berlin’de yapılan ve demir perde olarak anılan duvarın 9 Kasım 1989 tarihinde yıkılmasının ardından 25 Aralık 1991 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılmış, dünyada tek kutuplu yeni bir yapılanma ortaya çıkmıştır.
ABD önderliğindeki yeni yapılanma, beraberinde yeni umutlar, belirsizlikler ve yeni tehditler getirmiştir. Soğuk savaş dönemi son bulmuş ve uluslararası ilişkilerde Avrasya eksenli köklü bir değişim süreci yaşanmaya başlanmış, Doğu ile Batı arasındaki nükleer dengeye dayalı dünya düzeni de ortadan kalkmıştır.
Avrupa ve Asya’nın kesiştiği bölgede bulunan ve bu sebeple stratejik öneme sahip olan Orta Asya, yüzyıllardır iki kıtayı bir araya getirmektedir. Bu coğrafyada son 20 yılda bağımsızlıklarını kazanan Cumhuriyetleri ilk tanıyan ülke Türkiye’dir.
Türkiye ile Orta Asya Cumhuriyetleri arasındaki ilişkiler 1991 yılında başlayarak hızlı bir şekilde gelişmiştir. Türkiye bir taraftan bu ülkelerle ekonomik ve siyasi ilişkilerini geliştirirken, diğer taraftan da Avrupa Birliği’ne tam üyelik yolunda ilerlemeye devam etmektedir.
Türkiye, Tanzimat’tan bu yana Batı’ya yönelmiş dünyadaki tek Müslüman ülkedir. Ayrıca, demokratik ilkeleri benimsemiş, Batı dünyası ile ortak sınıra sahip ve ona komşu, AB ülkeleri ile tarihi ilişkileri bulunan, dünya üzerinde mevcut 57 İslam ülkesi arasında ekonomik, politik, sosyal, kültürel ve sportif alanlarda en gelişmişler arasında yer alan, hayat tarzı olarak kendi kültürel değerlerini koruyarak Batı’yı seçmiş bir ülkedir.
Türkiye, farklı politik ve ekonomik sistemlere sahip Orta Asya ve Avrasya’da barışın ve ekonomik refahın sağlanmasına katkıda bulunmaya hazır bir ülkedir. Türkiye’nin bölgesinde göstermiş olduğu diplomatik aktivite, bazı kesimlerce ülkenin eksen kayması yaşadığı ve İslamlaştığı şeklinde yorumlanmaktadır.
Türkiye’de eksen tartışmalarının doğmasına zemin hazırlayan gelişme, Türkiye – AB ilişkilerinin bir çıkmaz sokağa girmesidir. 1999-2005 yıllarında kamuoyunun yaklaşık yüzde 70’i tam üyeliğe destek verirken, bu oran son yıllarda yüzde 35’ler seviyesine gerilemiştir.
Kamuoyu desteği olmadan Türkiye Cumhuriyeti’nde hiçbir hükümet AB’ye üyelik konusunda istekli olmayacak, bu durumda Türkiye ile Batı dünyası arasındaki ilişkiler zayıflayacak ve Türkiye’de bir eksen kayması belki bu durumda olabilecektir.
Bu sebeple AB, ilişkileri koparmamak ve Türkiye’nin başka denizlere yelken açmasını önlemek amacıyla Pozitif Gündem adıyla yeni bir girişim başlatmıştır. Bu yeni yaklaşım katılım sürecinin yerine geçmeyi değil onu tamamlamayı, ayrıca AB-Türkiye arasında daha yapıcı ve olumlu bir ilişkinin geliştirilmesini hedeflemektedir.
Önümüzdeki 50 yıl içinde dünya ekonomik ekseni Batı’dan Doğu’ya kayacaktır.
Türkiye’nin Batı’nın çifte standartlarına yönelik Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar gibi Batılı olmayan bölgelerde seslendirdiği sert eleştiriler, Batı dünyasında Türkiye’nin bir ortak değil, rakip güç olarak algılanmasına yol açmakta, Ortadoğu’daki Batı karşıtı aktörler ve gruplarla sıkı ilişkileri ise Avrupa’da ne tür bir ortak olacağı konusunun sorgulanmasına sebep olmaktadır.
63 yıl önce NATO kurulduğunda hiç kimse 1989 yılında Sovyetler Birliği’nin çökeceğini, Orta Asya’daki ülkelerin bağımsızlıklarını kazanacağını, Avrupa’nın iki bloklu yapısının ortadan kalkacağını, Varşova Paktı’nın dağılacağını tahmin edemiyordu.
Eksen Batı’dan Doğu’ya kaymaktadır. Bu gerçeği görerek Türkiye yeni bir strateji belirlemek zorundadır.
Sonuç olarak bildirimizde, Asya’nın ve de Avrupa’nın parçası olan Türkiye’nin bölgedeki son gelişmeler karşısındaki durumu analiz edilmiştir.
Bir yanıt yazın