Erdoğan’a Brüksel Desteği

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın beş yıllık bir aradan sonra ve “Gezi Komplosu’nun” ardından ve de “17 Aralık Darbe Teşebbüsü’nün” etkileri sürerken Brüksel’de gerçekleştirdiği ziyaret kısaca yorumlanacak olursa “çok başarılı” oldu.

Ziyaret öncesi hem “Gezi Komplosu” sırasında hem de “17 Aralık Darbe Teşebbüsü’nü” fırsat bilerek gelişmeleri ve arka planlarını ilk başta analiz etmek ve detayları tam çözmekte zorlanan AB Komisyonu’nu ve Avrupa Parlamentosu’nu “kara propaganda’ya” boğan çevreler “bu ziyaretin AB ve Türkiye arasında iplerin kopacağı” bir ziyaret olacağı dedikodularını yaymaktaydılar. Aynı şekilde “Türkiye’nin AB’deki muhatapları tarafından yoğun eleştirileceği” safsatasına insanları inandırmaya çalışıyorlardı. Aslında tüm bu dile getirdikleri ve “yorum” ya da “analiz” olarak sundukları “kötü senaryolar” onların gerçekleşmesi için “bol dua ettiği” kendi “dilekleri” idi.
Başbakanınımızın Brüksel Ziyareti bu çevreler için büyük bir hayal kırıklığı oldu! Türkiye için de çok güzel bir gelişme ve AB-Türkiye İlişkileri açısından “çok motive edici” bir adım!
Bu ziyaret gerek eski AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ve bayrağı ondan devralan AB Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu tarafından çok iyi hazırlanmış bir geziydi. Başbakanımızın tüm görüşmeleri ve basına yönelik açıklamalarında bu çok açık ortadaydı. Türkiye, bu ziyareti çok iyi değerlendirdi. Görüşmeler sırasında AB Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu “AB yetkilileriyle gorüşmelerimiz ortaklar arasında olması gerektiği gibi açık, samimi ve yapıcı geçmektedir” diye kısa bir açıklama ile tüm kamuoyuna bunu açıkca dile getirdi.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın AB Konsey Başkanı Herman van Rompuy, AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso ve Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz ile gerçekleştirdiği görüşme ise yine bizzat Mevlüt Çavuşoğlu’nun tanımladığı gibi “AB Üçlüsü (Konsey, Komisyon ve Parlamento Başkanı) ilk defa Nobel Barış Ödülü alırken, ikinci defa Başbakanımız ile görüşmede birlikteler” şeklinde bir ilkti aslında. Nobel Barış Ödülü aldıklarında da arka planda epey tartışmalar yaşanmış ve AP Başkanı Schulz aslında ödülü teslim alan olmuştu. Başbakanımız ile yaptıkları tarz bir toplantı Brüksel’in de görmeye alışık olmadığı bir “birlikteliği” yaşattı hepimize. Bu açıdan da bir “ilkti”. Hem de Türkiye için çok yararlı oldu.
Bu ziyarete kadar “kara propaganda” etkisi altında kalan AB liderleri bizzat Başbakanımızdan yani Türkiye’nin “en yetkili ağzından” “neler olup bittiğini” dinleme olanağı buldular. “HSYK Sorunu”, “sözde yolsuzluk iddiaları”, “ulusalcı-kemalistlerin, cemaatin ve faiz lobisinin ve de 2002 öncesinden geriye kalmış statükocuların ne tür çabalar içinde oldukları ve bu kesimlerin aslında sadece Türkiye’ye değil AB ile ilişkilere de zarar vermekten çekinmedikleri” gibi tüm konular üzerine bilgi sahibi oldular.
Dün gerçekleşen tüm basın toplantılarında Başbakanımızın yanında duran liderlere tek, tek baktığımda ve “vucut dillerini” gözlemlediğimde “Türkiye ile olan bu görüşmelerden memnun kalmış”, “yanlarında konuşan Başbakanımıza saygı ve sempati duyan ve de onu pür dikkat dinlerken gerektiğinde başları ile onaylayan” AB temsilcilerine şahit oldum.
Açıklamaları da bu yöndeydi.
AB Komisyonu Başkanı Barroso’nun “Verimli ve yararlı görüşmeler yapıldı. Türkiye’deki yatırımların %75’inden fazlası AB’den gelmektedir. Bugün Avrupa’nın endişelerini Sayın Erdoğan’la paylaştım. Bu sohbet sonucunda memnun oldum. Başbakan içten bir şekilde anlattı ve bize güvence verdi. Bunlar demokrasinin temel ilkeleridir. Türkiye reformları sürdürmeye devam edecektir. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı durumları izliyoruz, Türkiye yalnız değildir, destek vermeye devam edeceğiz. Başbakan bu müzakereleri sürdürmedeki kararlılığını, bunla ilgili reformları gerçekleştirmedeki kararlılığını belirtti.” derken aslında yukarıda kaleme aldıklarımı tasdiklemekte ve özetlemekteydi. Kısacası bu ziyaretin “başarılı” olduğunu bizzat Barroso duyurmaktaydı.
Benzeri bir açıklamayı AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy’dan memnuniyetle dinledik. Van Rompoy, ”2013’te reformlar konusunda ilerlemeler kaydedildi. Bunun devamını teşvik etmek isteriz. Yargı bağımsızlığını vurguladım. Şeffaflığın altını çizdik. Türkiye’de açıklanan demokratikleşme paketlerini destekliyorum. Çözüm sürecinde atılan adımlar ve fırsat var, AB olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Kıbrıs’ta görüşmelerin yeniden başlaması gerektiğini düşünüyoruz” derken Barroso ile aynı dili kullanmaktaydı.
Avrupa Parlamentosu Başkanı, Avrupa’daki sosyaldemokratların 25 Mayıs 2014 tarihindeki AP Seçimi ortak adayı ve büyük bir ihtimalle Haziran 2014’ten itibaren AB Komisyonu’nun yeni başkanı ve Alman sosyaldemokratlarının güçlü ismi Martin Schulz’da aslında Türkiye açısından en “sorunlu” AB Kurumu’nun Başkanı olarak görüşme sonrası çok güzel mesajlar verdi. AP açısından çok farklı siyasi çizgilerin temsilcisi olan Martin Schulz diplomatik olmaya özen gösterdiği değerlendirmelerinde de “Türkiye’ye olan güveni” dile getirmekten geri durmadı ve Başbakanımıza olan sempati ve saygısını da “Başbakanla her konuda aynı fikirde olmasak da açık konuşmasını takdirle karşılıyorum” cümlesiyle özellikle belli etme ihtiyacı duydu.
Sonuç olarak AB-Türkiye İlişkisi ve Türkiye’nin AB üyelik süreci, Türkiye’de Çözüm Süreci, Türkiye’nin demokratikleşmesi, HSYK konusunda çabaları tüm detayları ile ele alınırken Suriye ve Kıbrıs konularında da iki tarafın da birbirlerinden uzak olmadığı hatta çok yakın olduğu ortaya çıktı. Özellikle Başbakanımızın konuşmasında Kıbrıs konusuna da değinirken askerin çekilmesi teklifi hakkında, “Böyle bir teklifi duymadık, duymuyoruz” demesi Brüksel’e verilen çok net bir mesajdı.
Cenevre öncesi Suriye konusunda Türkiye’nin bir kez daha “haklı” olduğu ve “doğru tarafta yani masum insanların yanında” olduğunun altı çizilirken Kıbrıs Sorunu ve Kıbrıs’ta Çözüm konusunda da kararlı tutumunu sürdüreceği AB nezdinde yeterince yankılandı.
Bir de özellikle belirtmek isterim. AB’de yaşamakta olan Türkiye kökenli insanlarımız özellikle UETD öncülüğünde Başbakanlarına nasıl sahiplendiklerini çok güzel sergilediler. Brüksel belki de ilk defa bir ülkenin binlerce insanının liderlerine olan sevgi ve bağlılığına şahit oldu. Genel olarak Brüksel’e gelen dünya liderlerine karşı yapılan protesto gösterilerine alışık Brüksel Polisi’de ilk defa bir dünya liderinin desteklendiğini böylesine dev bir sevgi mitinginde bambaşka deneyimler kazanmış oldu.
Bu ziyaretin ardından tek bir cümle yeterli aslında “2014 Türkiye için gerçekten AB yılı olacak”.
Bakalım AB bunun değerini bilebilecek mi?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın beş yıllık bir aradan sonra ve “Gezi Komplosu’nun” ardından ve de “17 Aralık Darbe Teşebbüsü’nün” etkileri sürerken Brüksel’de gerçekleştirdiği ziyaret kısaca yorumlanacak olursa “çok başarılı” oldu. Ziyaret öncesi hem “Gezi Komplosu” sırasında hem de “17 Aralık Darbe Teşebbüsü’nü” fırsat bilerek gelişmeleri ve arka planlarını ilk başta analiz etmek ve detayları tam çözmekte zorlanan AB Komisyonu’nu ve Avrupa Parlamentosu’nu “kara propaganda’ya” boğan çevreler “bu ziyaretin AB ve Türkiye arasında iplerin kopacağı” bir ziyaret olacağı dedikodularını yaymaktaydılar. Aynı şekilde “Türkiye’nin AB’deki muhatapları tarafından yoğun eleştirileceği” safsatasına insanları inandırmaya çalışıyorlardı. Aslında tüm bu dile getirdikleri ve “yorum” ya da “analiz” olarak sundukları “kötü senaryolar” onların gerçekleşmesi için “bol dua ettiği” kendi “dilekleri” idi.
Başbakanınımızın Brüksel Ziyareti bu çevreler için büyük bir hayal kırıklığı oldu! Türkiye için de çok güzel bir gelişme ve AB-Türkiye İlişkileri açısından “çok motive edici” bir adım!
Bu ziyaret gerek eski AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ve bayrağı ondan devralan AB Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu tarafından çok iyi hazırlanmış bir geziydi. Başbakanımızın tüm görüşmeleri ve basına yönelik açıklamalarında bu çok açık ortadaydı. Türkiye, bu ziyareti çok iyi değerlendirdi. Görüşmeler sırasında AB Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu “AB yetkilileriyle gorüşmelerimiz ortaklar arasında olması gerektiği gibi açık, samimi ve yapıcı geçmektedir” diye kısa bir açıklama ile tüm kamuoyuna bunu açıkca dile getirdi.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın AB Konsey Başkanı Herman van Rompuy, AB Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso ve Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz ile gerçekleştirdiği görüşme ise yine bizzat Mevlüt Çavuşoğlu’nun tanımladığı gibi “AB Üçlüsü (Konsey, Komisyon ve Parlamento Başkanı) ilk defa Nobel Barış Ödülü alırken, ikinci defa Başbakanımız ile görüşmede birlikteler” şeklinde bir ilkti aslında. Nobel Barış Ödülü aldıklarında da arka planda epey tartışmalar yaşanmış ve AP Başkanı Schulz aslında ödülü teslim alan olmuştu. Başbakanımız ile yaptıkları tarz bir toplantı Brüksel’in de görmeye alışık olmadığı bir “birlikteliği” yaşattı hepimize. Bu açıdan da bir “ilkti”. Hem de Türkiye için çok yararlı oldu.
Bu ziyarete kadar “kara propaganda” etkisi altında kalan AB liderleri bizzat Başbakanımızdan yani Türkiye’nin “en yetkili ağzından” “neler olup bittiğini” dinleme olanağı buldular. “HSYK Sorunu”, “sözde yolsuzluk iddiaları”, “ulusalcı-kemalistlerin, cemaatin ve faiz lobisinin ve de 2002 öncesinden geriye kalmış statükocuların ne tür çabalar içinde oldukları ve bu kesimlerin aslında sadece Türkiye’ye değil AB ile ilişkilere de zarar vermekten çekinmedikleri” gibi tüm konular üzerine bilgi sahibi oldular.
Dün gerçekleşen tüm basın toplantılarında Başbakanımızın yanında duran liderlere tek, tek baktığımda ve “vucut dillerini” gözlemlediğimde “Türkiye ile olan bu görüşmelerden memnun kalmış”, “yanlarında konuşan Başbakanımıza saygı ve sempati duyan ve de onu pür dikkat dinlerken gerektiğinde başları ile onaylayan” AB temsilcilerine şahit oldum.
Açıklamaları da bu yöndeydi.
AB Komisyonu Başkanı Barroso’nun "Verimli ve yararlı görüşmeler yapıldı. Türkiye'deki yatırımların %75'inden fazlası AB'den gelmektedir. Bugün Avrupa'nın endişelerini Sayın Erdoğan'la paylaştım. Bu sohbet sonucunda memnun oldum. Başbakan içten bir şekilde anlattı ve bize güvence verdi. Bunlar demokrasinin temel ilkeleridir. Türkiye reformları sürdürmeye devam edecektir. Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı durumları izliyoruz, Türkiye yalnız değildir, destek vermeye devam edeceğiz. Başbakan bu müzakereleri sürdürmedeki kararlılığını, bunla ilgili reformları gerçekleştirmedeki kararlılığını belirtti." derken aslında yukarıda kaleme aldıklarımı tasdiklemekte ve özetlemekteydi. Kısacası bu ziyaretin “başarılı” olduğunu bizzat Barroso duyurmaktaydı.
Benzeri bir açıklamayı AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy’dan memnuniyetle dinledik. Van Rompoy, ”2013'te reformlar konusunda ilerlemeler kaydedildi. Bunun devamını teşvik etmek isteriz. Yargı bağımsızlığını vurguladım. Şeffaflığın altını çizdik. Türkiye'de açıklanan demokratikleşme paketlerini destekliyorum. Çözüm sürecinde atılan adımlar ve fırsat var, AB olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız. Kıbrıs'ta görüşmelerin yeniden başlaması gerektiğini düşünüyoruz" derken Barroso ile aynı dili kullanmaktaydı.
Avrupa Parlamentosu Başkanı, Avrupa’daki sosyaldemokratların 25 Mayıs 2014 tarihindeki AP Seçimi ortak adayı ve büyük bir ihtimalle Haziran 2014’ten itibaren AB Komisyonu’nun yeni başkanı ve Alman sosyaldemokratlarının güçlü ismi Martin Schulz’da aslında Türkiye açısından en “sorunlu” AB Kurumu’nun Başkanı olarak görüşme sonrası çok güzel mesajlar verdi. AP açısından çok farklı siyasi çizgilerin temsilcisi olan Martin Schulz diplomatik olmaya özen gösterdiği değerlendirmelerinde de “Türkiye’ye olan güveni” dile getirmekten geri durmadı ve Başbakanımıza olan sempati ve saygısını da “Başbakanla her konuda aynı fikirde olmasak da açık konuşmasını takdirle karşılıyorum” cümlesiyle özellikle belli etme ihtiyacı duydu.
Sonuç olarak AB-Türkiye İlişkisi ve Türkiye’nin AB üyelik süreci, Türkiye’de Çözüm Süreci, Türkiye’nin demokratikleşmesi, HSYK konusunda çabaları tüm detayları ile ele alınırken Suriye ve Kıbrıs konularında da iki tarafın da birbirlerinden uzak olmadığı hatta çok yakın olduğu ortaya çıktı. Özellikle Başbakanımızın konuşmasında Kıbrıs konusuna da değinirken askerin çekilmesi teklifi hakkında, "Böyle bir teklifi duymadık, duymuyoruz" demesi Brüksel’e verilen çok net bir mesajdı.
Cenevre öncesi Suriye konusunda Türkiye’nin bir kez daha “haklı” olduğu ve “doğru tarafta yani masum insanların yanında” olduğunun altı çizilirken Kıbrıs Sorunu ve Kıbrıs’ta Çözüm konusunda da kararlı tutumunu sürdüreceği AB nezdinde yeterince yankılandı.
Bir de özellikle belirtmek isterim. AB’de yaşamakta olan Türkiye kökenli insanlarımız özellikle UETD öncülüğünde Başbakanlarına nasıl sahiplendiklerini çok güzel sergilediler. Brüksel belki de ilk defa bir ülkenin binlerce insanının liderlerine olan sevgi ve bağlılığına şahit oldu. Genel olarak Brüksel’e gelen dünya liderlerine karşı yapılan protesto gösterilerine alışık Brüksel Polisi’de ilk defa bir dünya liderinin desteklendiğini böylesine dev bir sevgi mitinginde bambaşka deneyimler kazanmış oldu.
Bu ziyaretin ardından tek bir cümle yeterli aslında “2014 Türkiye için gerçekten AB yılı olacak”.
Bakalım AB bunun değerini bilebilecek mi? - 95665342 433e0fd8 59d4 4dfb 9c10 6b314b43f886 1

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir