17 Ocak 2014, 16:00
Bu aldanış hayırlı olur mu?
Türkiye’de terör deyince akla ilk PKK geliyor.
Bu örgüt mercek altına alındığında karmaşık olmayan ve sanılanın aksine oldukça basit bir yapısal özellik ortaya çıkıyor; “örgüt başı, sözde lider kadro, arşiv, finans ve eleman kaynakları, iç ve dış destekleri, dağ kadrosu”. Bu yapılanma analiz edildiğinde ise siyasi sorumluluklar, mücadele alanları ile eylem stratejileri kolaylıkla görülebiliyor.
Örgüt başı ve sözde lider kadrolar PKK terör örgütünün can damarı ya da komuta merkezi olarak tanımlanabilir. Düşünme ve muhakeme yeteneği olmayan ve çağımızın katil robotları kimliği taşıyan dağdakileri yöneten, yönlendiren ve silahlı güç haline getiren işte bu kadrolardır.
Örgüt başı halen İmralı’da yatmakta olup ömür boyu hapse mahkumdur.
Demokratik ceza adalet sistemi, böylesi bir cezanın dört duvar arasında çektirilmesi ve dış dünya ile irtibatın yeterince kısıtlanmasını zorunlu kılar ve bu uygulama Adalet Bakanlığı’nca hayata geçirilir.
Buna karşın yasa uygulayıcıları cezaevinin zor koşullarını inanılmaz ölçüde avantaja dönüştürmüş ve örgüt başı Öcalan’a “PKK terör örgütünü avukatları aracılığıyla idare etme” olanağını sağlamıştır. Bu trajedi, “İmralı PKK’nın Yeni Karargahı” başlığıyla kitaplara bile konu olmuştur.
Örgütün sözde lider kadrosuna gelince, bunlarla mücadele Dışişleri Bakanlığı’nın görev ve sorumluluğundadır. Ancak siyasi iradenin uygulayıcılarında bu teröristlerin yakalanması, iadesi ve yargılanması konusunda bir söylem ve eylem birlikteliğine bugüne kadar rastlanmamıştır.
AB ülkelerindeki PKK varlığı ve faaliyetlerini kabullenen siyasi irade, AB’nin örgüte verdiği desteği ise görmezden gelmektedir. Siyasi iradenin sürdürdüğü AB’ye üyelik girişimleri ve geliştirdiği ilişkilerin boyutu ile PKK terör örgütü lider kadrosunun “siyasi mülteci” statüsüyle legalleştirilerek Avrupa’da desteklenmesi arasında çok çarpıcı bir karşıtlık ortaya çıkmaktadır.
Bu karşıtlık; terörle mücadele kararlılığını sözde vurgulayan siyasi iradenin üzerine düşen sorumluluğun gereklerini özde yapmayışının açık bir göstergesidir.
Bir zamanlar Hükümet sözcüsü olan Cemil Çiçek’in, “116 üst düzey örgüt mensubunun AB ülkelerinde, 166 tanesinin de Irak’ta” faaliyet gösterdiğini açıklaması ve bunu izleyen, “100 terörist Avrupa’da cirit atıyor”, şeklindeki beyanı bu düşüncelerimizi doğrulamaktadır.
Halbuki BM kararları ve uluslararası hukuk teröristlerin Türkiye’ye iade edilmeleri için gerekli hukuki olanağı vermektedir. Bu ülkeler PKK’yı terör örgütleri listesine almakla uluslararası terörle mücadele açısından kağıt üzerinde de olsa sorumluluklarını yerine getirmişlerdir. Ancak kararlı bir milli duruş sergileyemeyen siyasi irade bu tavrıyla terörle mücadelede alınan uluslararası kararların eyleme dönüşmesini sağlayamamaktadır.
Bu bir siyasi sorumluluktur.
Arşiv, Finans Ve Eleman Kaynakları
1999’da yargılanmaya başlayan örgüt başının ifadesinde yer alan arşivler sağ kolu durumundaki Kod Delil adlı teröristin eliyle Suriye’de koruma altına alınmıştır.
Finans kaynaklarının başında ise uyuşturucu ve silah kaçakçılığından elde edilen gelirler yer almaktadır. Ekonomiden sorumlu bakanlıklar Doğu bölgesinde terörle birlikte ortaya çıkan ve kaçağa bağlı oluşan kayıt dışı ekonomiyi kontrol altına alamadığı için kaçakçılık eylemleri terörü finanse etmektedir.
Avrupa’daki gurbetçilerden alınan haraçlar da ayrı bir örgütsel gelir kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dört milyondan fazla insanımızın yaşadığı Avrupa’da güçlü bir örgütlenme yapılmadığı ve gurbetçilerimizin hakları korunamadığı için örgüt baskı ve şiddet yoluyla haraç toplayarak varlığını sürdürmektedir.
PKK TV reklam gelirleri, örgütsel yayın satışları, örgüte ait şirket gelirleri, sanatçı ve iş adamlarının bağışları ve sözde sosyal organizasyonlarla PKK terör örgütünün yıllık gelir toplamının yaklaşık 500 milyon AVRO’ya ulaştığı Genelkurmay II. Başkanı Orgeneral Ergun Saygın tarafından açıklanmıştır.
Bu finansman detayları İsviçre’deki vakıf hesaplarında mevcut olmasına karşın hesap detayları ele geçirilemediği için bu para trafiğinin gerçek boyutları da ortaya çıkarılamamıştır.
Örgütün eleman kaynağını büyük ölçüde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları oluşturmaktadır. Irak, İran ve Suriyeli vatandaşların oranı ise yüzde otuzu geçmemektedir.
Yaşları on iki ila on beş arasında değişen bu çocukların örgüte katılarak katil robot haline gelmelerine yol açan başlıca etken, Türkiye’nin Doğu illerinde yüzyıllardır devam eden feodal ve dini yapının kırılamayışıdır. Kırılamayan aşiret ve din baskısına cehalet, yoksulluk, işsizlik ve sosyo-kültürel faktörler eklendiğinde dağa çıkış sürecini şekillendiren çağ dışı yapısal özellik ortaya çıkmaktadır.
Demokratik, laik ve sosyal hukuk nizamının yurt sathına yayılması ve insanların insanca yaşayabilmeleri için gerekli önlemlerin alınması, arşivlerin ele geçirilerek finans kaynaklarının kurutulması bir siyasi sorumluluktur.
İç ve Dış Destekler
PKK terör örgütü AB ülkelerince siyasi açıdan, ABD, AB ve İsrail istihbarat örgütleriyle küresel güçlere bağlı uluslararası kuruluşlarca da örgütlenme, finansman ve strateji açısından desteklenmektedir.
Politik destekler, AB Adalet Divanı’nın “PKK terör örgütü değildir” kararıyla gün ışığına çıkmış, aynı kararda yer alan “Kürdistan ve azınlık” ifadeleri de bu siyasi desteğin somut örneklerini oluşturmuştur.
Dış desteklerin koordinasyonu örgütün Avrupa siyasi cephe teşkilatı tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu cephe; bürolar, dernekler, federasyon ve konfederasyon şeklinde yapılanmış olup 1980’lerden günümüze faaliyetlerini sürdürmektedir.
Dış destekler içerisinde en önemli ikinci husus ise Irak kuzeyindeki örgüt kampları ve örgüte sağlanan silah temin kolaylığıdır.
ABD’nin Irak’ı işgaliyle Saddam’dan arta kalan silahların bir kısmı örgütün eline geçmiştir. PKK, halen Irak’ın kuzeyindeki Barzani bölgesinde bulunan Zap, Avaşin, Basyan ve Hakurk kamplarında faaliyet göstermektedir. Örgüt, Barzani ve Talabani aşiretleriyle uzun süredir anlaşma halinde olup destek görmektedir.
İç destekler ise BDP adıyla sözde demokratik zeminde faaliyet gösteren bir siyasi parti eliyle yürütülmektedir.
Aynı zihniyetteki Doğu illerindeki belediye başkanları da PKK terör örgütünün legalleşmesi için gayret göstermektedir. “Örgütün şehirde silahsız gezen elemanı” anlamına gelen milisler de dağ kadrosunun kırsaldaki eylemlerini kolaylaştırmak için alt yapı ve destek oluşturmaktadır.
Örgüt başının “demokratik cumhuriyet” söylemiyle ortaya attığı “anayasal Kürt kimliği, Kürtçenin ikinci dil olarak okutulması, yerel yönetimlere özerklik seviyesinde yetkiler verilmesi”ne ilişkin taleplerinin, “sivil ve demokratik anayasa” adı altında günümüzde gerçekleştirilmeye çalışılan düzenlemelerle gündeme taşınması örgüte dolaylı destek sağlamaktadır.
Bu sürecin örgütün talepleri doğrultusunda sonuçlanması varsayımında, PKK terör örgütü legal hale gelebilecek ve Türkiye’nin üniter yapısına yönelik iç tehditler de kaçınılmaz bir biçimde ağırlığını toplumda hissettirecektir. Bu ağırlık örgüt desteğinde geliştirilecek toplumsal olaylarla yakın gelecekte gün yüzüne çıkaracaktır.
Sayılan bu risk ve tehditleri önleyici tedbirlerin alınması siyasi bir sorumluluktur.
Dağ Kadrosu
PKK terör örgütünün dağ kadrosu eylem için seçilmiş terörist gurupları ifade etmektedir. Amaçları; şiddete dayalı terörle halkı sindirip korkutarak devlet otoritesini ele geçirmek, alışageldik mayın, pusu ve patlayıcı eylemleriyle güvenlik güçlerini savunmaya zorlamak ve siyasi taleplerini terör eylemleriyle kabul ettirmeye çalışmaktır.
Son resmi değerlendirmelere göre örgütün dağ kadrosu yurt içinde 1500, yurt dışında ise 3500 terörist olarak tespit edilmiş olup dağlardaki mücadele yaklaşık otuz yıldır sürmektedir.
Hüseyin Çelik’in 2001 Meclis tutanaklarına geçen konuşmalarında 20 bin teröristin etkisiz hale getirilmiş olduğu açıklanmıştır. 2014 rakamlarıyla bu sayının 30 bine ulaştığı değerlendirilmektedir.
Dağdaki teröristle mücadele, terörle mücadelenin küçük bir parçasıdır. Bu parçanın tamamlanabilmesi için dış desteklerin kesilmesi ve dağa çıkış sürecinin durdurulması zorunludur. Siyasetin sorumluluklarını yerine getirmediği bir eylem stratejisi ile sonuç alınması olası değildir ve otuz yıldır dağlarda süren mücadeleye karşın PKK terör örgütünün etkisiz hale getirilemeyişi bu düşüncelerimizi doğrulamaktadır.
Terörle mücadele etmek bir siyasi sorumluluktur ve bunun stratejik planlaması da siyasi otoriteye düşen bir görevdir.
Bilinen odur ki, siyasi irade üzerindeki bu tarihsel ve ağır sorumluluğu taşımadığı, bu sorumluluğun ifadesi olarak siyasi kararlılık göstermediği ve bu kararlılığın somut göstergesi olarak dış destekleri kesip Doğu’da demokratik ve sosyal bir hukuk nizamı tesis ederek insanı insanca yaşatmadığı sürece Türkiye’de terörle mücadele hiç bitmeyecektir.
1978’den günümüze otuz binden fazla terörist etkisiz hale getirilirken yaklaşık 300 milyar dolarlık bir milli kaynak kullanılmıştır.
9.671 şehit verilmiş, binlerce vatandaşımız teröristler tarafından öldürülmüştür.
Hal böyle iken siyasi iradenin Barzani ile ilişkileri geliştirmesinin açıklanabilecek bir mantığı yoktur.
Irak ve Avrupa’daki görmezden gelinen PKK varlığı siyasi cephe faaliyetlerinin, Türkiye’deki terör destekçilerini ve etnik ayrımcılık üzerinden bölücülük yapanları güçlendirdiğini anlamazdan gelerek “insan hakları ve demokratik açılımlar” adıyla ayrışmayı derinleştiren politikalar izlemenin hak ve hukukla bağdaşır bir yanı olamaz.
ABD, AB ve İsrail’in bölgesel emelleri doğrultusunda PKK’ya verdiği desteği görmezden gelerek, bu ülkelerle ulusal çıkarlarımıza aykırı ilişkiler geliştirmenin de AB’ye üyelik ya da çağdaşlaşmak ile yan yana getirilebilir bir mantığı yoktur.
PKK terör örgütünün bugünkü kurumsal, organize, iç ve dış destekli bir yapıya sahip bir düzeye çıkmasına yol açan temel faktör, binlerce çocuğu kandırıp dağa çıkaran ve onları bir katil robot haline getiren bu örgütün lider kadrosuna bugüne kadar hesap sorulmamış oluşudur.
Ulusal çıkarlarımıza aykırı politikalar izleyerek Türkiye’nin bugünlere gelmesine yol açan siyasi iradelere zamanında hesap soracak bir demokratik savunma mekanizması işletilemediği için bugünler yaşanmaktadır.
Çağdaş demokratik sistemlerde yönetenin sorumsuz olabileceğini düşünmek olası değildir.
Terörle müzakere yerine terörle mücadele etmek bir siyasi sorumluluktur ve bu sorumluluktan siyasi iradenin kaçınması artık olası görülmemektedir.
Erdal Sarızeybek