Türkiye, Atatürk’ün “Uygarlık yolunda başarılı olmak yenileşmeye bağlıdır.Uygarlığın buluşları, teknik harikaları, dünyayı değişmeden değişmeye uğrattığı bir dönemde yüzyıllık köhne düşüncelerle, mazi-severlikle varlığı koruyup, sürdürmek olasılığı yoktur” ifadesiyle çağdaşlığa yönlenmişti.
Üstelik, Atatürk “Biz büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumu yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini unutmamak gerekir. Ulusun ve devrimin içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için bütün ulusalcı ve cumhuriyetçi güçlerin bir yerde toplanması gerekir” ifadesini de kulaklara küpe yapmıştı…
*
Sonra, Türkiye’nin tartışması anayasal açıdan lâik bir devlet oluş üzerinde keskinleşti.
Bir kutupta Kemalist bir esas olan ve nihai amacı dini bireyselleştirmek ve kamusal hayatta görünürlüğünü sınırlamak anlamında dayatmacı lâiklik,
Diğer kutbunda merkez sağ partilerin sahip çıktığı devletin çeşitli dinlere karşı tarafsızlığı ve dinin kamusal alanda görünürlüğüne izin veren pasif lâiklik tartışmalarıyla bir yarım yüzyıl geçti.
*
Nihayet 12 Eylül 1980 darbesinin bıraktığı aralıktan sızan Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen’in peşlerine takacakları Arap ülkelerinde Müslüman Kardeşler Örgütü ve benzerleriyle,
İslam’ın siyasal sistem dışına itilmiş olması halinin toplumsal istikrarı sağlamadığı,ceberrut yönetimlerin varlıklarını sürdürmek için ülke dinamiklerini tükettiği tezleriyle ABD’nin Orta Doğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak ve İsrail’in itikadî hedeflerine taşeron kesildikleri -şu, yaşanan 11 kahır yılı geldi.
*
Siyasi lider Erdoğan ve dini lider Gülen bu sürede ekonomik,siyasal ve toplumsal güç kazandı.
CIA ve MOSSAD’ın desteğiyle Emniyet ve İstihbarat’ta örgütlenmeyle yavaş-yavaş yargıda, merkezi ,yerel ve özerk idarelerde, sivil-askeri bürokrasi, üniversite, medya,siyasi partilerde yer elde ettiler, tüm sistemi kontrolleri altına aldılar,Kemalist Türkiye’yi alt üst ettiler.
Birbirine paralel yapıda AKP devletini ve cemaat derin devletini kurarken, Türkiye Kürdistan’ında Kürt derin devletinin oluşmasına da göz yumdular.
Demokrasinin dayandığı “Milli İrade” ve “Hukukun Üstünlüğü” ilkesini yalnızca kendi dünyalarının paydaşlarına ve -metazori karşısında,ayrıkçı Kürtler için kurguladılar; Yeni Türkiye devletini bu esaslar üzerinde kurdular.
Bu çerçevede bir anayasa oluşturmadıkları için mevcut Anayasa’ya göre -hâlâ, anayasal suç işliyorlar,suçludurlar…
*
Bugün,ABD ve İsrail tüm Batı ve Doğu dünyası; İslamcılığın demokrasi ile bir ilgisinin olmadığını: İslamcılıkla ülke ekonomilerini rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutmanın olanaklı olmadığını: İslami Cihad’ın İslamcılığın bir sonucu olduğunu: Bu yüzden İsrail’in güvenliğinin beklemede kaldığını: Suriye’deki milli iradeyi ve hukukun üstünlüğünü perişan eden iç savaşın önlenememesi ve İslamcı terör örgütlerinin ortadan kaldırılmaması halinde Ortadoğu’nun parçalanacağına inanmış bulunuyor.
*
O yüzden-bir taraftan, uluslararası bir ittifakla İslamcılık ve türevleri ile mücadele yürütülürken,
Bir taraftan da Cenevre II Konferansı süreciyle, iç savaşta “milli irade ve hukukun üstünlüğü” ilkeleri üzerinde demokratik meşruiyeti çöken ve durumuyla bölgesel ve küresel barışa engel olan Suriye’de,
İşlenen hukuk ihlallerinden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve bunları destekleyen devletlerin paylarını üstlenmeleri,
Bu suretle tüm Suriyelilerin iradesi ve hukukun üstünlüğüne olan inaçlarının tesis edilmesiyle yeni bir Suriye’nin desteklenmesi süreci işliyor.
*
Bu nedenle mi nedir, yeni Türkiye parti devletinin lideri Başbakan Erdoğan ile derin devletinin lideri Fethullah Gülen arasına nifak girmiştir!
Derin devletin lideri Fethullah Gülen odağı Erdoğan parti devlet hükümetini;
BM Güvenlik Konseyinin nükleer programından vazgeçmesi -aksi halde, gelirinin çoğunu petrolden sağlayan İran’ın merkez bankaları ile işlemlerinin askıya alınmasıyla fiziki ve psikolojik olarak çökertilmesini öngören kararını hiçe saymak,
Bunu da bir suç organizasyonuyla İstanbul’da bazı arazilerin usulsüz olarak imara açılması, kazanılan milyonlarca liralık rantın -bir bölümünün, iç edilmesi- diğer bölümünün, aklanıp dövize ve altına çevrildikten sonra İran’dan doğal gaz ve hampetrol ithalinde kullanarak yaptığını iddia ediyor.
Nifak öylesine derindir -ki, ard arda parti devlet unsurlarının dahli olduğu ileri sürülen başka başka yolsuzluklar ortalığa dökülüyor ve bütün gündemi işgal ediyor.
*
Başbakan Erdoğan da bazı belge,ifade ve ilişkilerin deşifre olması halinde soruşturmanın kendisine ve parti devletine ulaşabileceği ihtimaline karşı tedbirler alıyor.
Ortada çok büyük yolsuzluk,rüşvet iddiaları ve bununla ilgili bir soruşturma varken,soruşturmanın yasalara ve hukuka uygun biçimde yürütülmesini önlemek ve olayın üstünü örtmek için elinden geleni yapıyor.
İnanılmaz bir keyfilikle Ceza Yargılama Yasası’nı hükümleri ve ilkelerini gözardı ediyor, derin devleti oluşturan Gülen Cemaati üzerinde büyük bir tasfiye operasyonu yapıyor.
HSYK ve yüksek yargının yapısı değiştirilerek parti devletin tekeline alınması için harekete geçilmiştir -öyle ki, yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesi,en çok tartışılan başlıklar haline gelmiş bulunuyor.
*
Yeni Türkiye’de parti devlet ile derin devlet unsurları birbirinden hızla ayrışırken -zaten,kendi dünyalarının paydaşları üzerinde oluşturulan meşruiyet dayanaklarını da tüketiyor.
Kendilerine menkul “Milli İrade” temeli parti ve cemaat arasında bölünürken, “Hukukun Üstünlüğü” ilkesi parti devletin tekeline geçiyor.
*
Yeni Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,Kara Harp Okulundaki konuşmasında, “Gerçek anlamda bölgesel ve küresel barış, her bir ülkede meşruiyet temelli düzenlerin teşkilinden geçmektedir. ‘ Meşruiyet temeli nedir?’ diye sorduğunuzda, yani ‘Bir ülkenin meşru bir şekilde yönetimi nasıl olur?’ dediğinizde, bugünkü çağda ona verdiğimiz cevap demokrasidir. Meşruiyetin temeli bugün demokrasiden geçmektedir. Demokrasi dediğimiz aslında milli iradedir. Bunu biraz daha genişletecek olursak, demokratik hukuk devletlerinin kurulmasıdır, düzenlerin böyle olmasıdır ve demokratik hukuk devleti dediğimizde de, çok partili sistem; adil, serbest, düzgün seçimler; kuvvetler ayrılığı prensibi çerçevesinde herkesin yetki ve sorumluluklarının belli olması; bu düzen içerisinde ‘check-balance’ dediğimiz denge sistemlerinin olup bunların bir ahenk içerisinde yönetilmesidir. Bunun dışındaki rejimler eninde sonunda ya acı çekerek veyahut tecrübeli liderlerin inisiyatifinde demokrasiye geçeceklerdir” diyor.
*
Yeni Türkiye demokrasisinin iki temeli -birincisi; toplumsal hayat hakkındaki kararların, toplumun tümünün katılımıyla ve ortak akılla verilmesi anlamında “Milli İrade”ilkesi,
İkincisi; bireylerin toplum olarak birlikte yaşamasını sağlayan, toplumsal yaşamı düzenleyen, bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına alan, nimetler ve külfetlerin hakça dağıtımında adalete yönelen ve ortak akıl tarafından belirlenen hukuk kuralları anlamında “Hukukun Üstünlüğü” ilkesi çökmüştür.
*
Şimdi, Türkiye ya bir devrimci liderin ve ekibinin inisiyatifiyle yeniden oluşturacağı milli iradesi ve hukukun üstünlüğü ile demokrasiye dönüşecektir – ya da,
Cenevre II Konferansı süreciyle milli irade ve hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerinde demokratik meşruiyeti çökmüş olan ve durumuyla bölgesel ve küresel barışa engel olan Suriye ile kader birliğinde, işlenen hukuk ihlallerinden Esad rejimi ile paydaş olup,
BM’ in denetiminde Suriyelilerin ve Türkiyelilerin kendi milli iradeleri ve hukukun üstünlüğüne olan inançlarının tesis edilmesiyle yeni bir Türkiye ve Suriye’nin kurulması beklenecektir.
10.1.2013