Müftü Efendi bize “küfürbaz” demiş, varın ona deyin ki…

Müfettiş olarak, görev yaptığı müftülüğe birkaç kere gitmiştim. Doğrusu çok da sevmiştim kendisini ki; bu sevgim hala da fazla eksilmiş değildir. Nedense delikanlı bir yanı vardır benim için. Teftişlerden birinde fark ettim ki; müftü efendi, yönetimindeki vakfın paralarıyla, oturduğu lojmanı baştan ayağa tefriş etmiş. Beyaz eşyadan tutun da, yatağa, bazaya, halıya, koltuk takımlarına, televizyona, perdeye, halıya, yatmış olduğu yatağın yorganına, yastığına, nevresimine ve banyodaki bornozuna varıncaya kadar alıp donatmış oturduğu lojmanı.

Bunun sebebini sorduğumda verdiği cevap;

-“Müfettişim, bugün kaymakam ve valiler de öyle yapıyorlar. Sonra gelenler sadece valizini alıp gidiyorlar. Çünkü oturdukları lojmanlar bütün eşyalarıyla hazır vaziyette. Müftüler neden aynısını yapmasınlar? Onların valilerden, kaymakamlardan neyi eksik?”

-“Olmaz hocam” dedim. “Siz bu paraları cami kapılarından ‘camiye yardım’, “Kur’an Kursuna yardım’ diye topluyorsunuz. Şimdi bu bağış paralarını, toplama amacından başka yerlere harcarsanız Allah’ın adını ve dini kullanarak insanlara yalan söylemiş ve onları kandırmış olursunuz. Hem sizden sonra gelen müftünün hanımı, bakalım sizin hanımın beğendiği eşyaları ve beğendiği renkleri beğenecek mi? Beğenmezse ne olacak? Bunca eşya israf mı olacak…”

Teftiş sonunda Ankara’ya döndüğümde raporumu yazdım ve lojman tefrişi maksadıyla yapılan harcamaların müftüden tahsilini teklif ettim. Ancak yönetim, “Hayır” dedi, “O müftü bizim için önemlidir. Müftü efendiyi üzmeyelim. Raporu bundan böyle bu tür harcamalarda bulunulmaması şeklinde değiştirelim ve ancak bu konuda bütün müftülükleri kapsayacak biçimde bir genelge yazalım..” öyle de yapıldı…

Gittikçe Zekeriya Beyazlaşan Müftü Efendi!

 Müftü Efendi, uzun süre görev yaptı o müftülükte. Arkasından hemşerisi de olan bir ilahiyat profesörünün büyük illerimizden birisine il müftüsü yapılmasıyla İl Müftü Yardımcısı olarak atandı. Bu görevi sırasında yandaş televizyonlardan birisinde dini içerikli programlar yapmaya başladı. Hemen her gün yayınlanan programın sürekli konuğuydu. Programda canlı telefon bağlantısıyla kendisine soru soranlara fetvalar veriyordu. Emekli olduktan sonra da devam etti bu programlara.

Geçenlerde fark ettim, satışı konusunda şaibeler bulunduğu iddiaları havalarda uçuşan ve iktidar yandaşı bir iş adamından, yine (üstelik de yolsuzluk operasyonunda adı geçen) iktidar yandaşı bir iş adamına satılan televizyonlardan birisinde gündüz kuşağında yayınlanan kadınlara özel bir programın sürekli konuğu olmuştu! Son derece güzel ve alımlı bayanların katıldığı programda nefis pozlar veriyor, enfes şovlar yapıyordu ki; bizim müftü efendinin halini görünce hemen Zekeriya Beyaz aklıma geldi.  Doğrusu, bizimki, Zekeriya Beyaz’ı hiç aratmıyordu hal ve tavırlarıyla. Dini konuları iyiden iyiye şova tahvil etmişti çünkü…

Birliğimiz ve Dirliğimiz Yusuf Yusuf Etmeye Başlamıştır!

 İsmi Y.K. olan Müftü Efendi, aynı zamanda iyi bir sosyal medya kullanıcısıdır. Çok sayıda takipçisi vardır. Benim de facebook arkadaşımdır. Ayrıca yazmış olduğum hemen bütün makaleleri özel olarak kendilerine de gönderdiğim birkaç kişiden birisidir kendisi. Ancak bugüne kadar olumlu veya olumsuz hiçbir cevap vermemiştir. Geçenlerde, daha doğrusu Fethullah Gülen’in meşhur bedduasını takip eden günlerin birisinde kendi facebook sayfasında Arapça metniyle birlikte şu dua metnini paylaşmış bizim Müftü Efendi: “Allah’ım! Biz Ümmet-i Muhammed’in dağınıklığını gider! Allah’ım! Biz Ümmet-i Muhammed’in gönüllerini bir eyle! Allah’ım! Ümmet-i Muhammed’e rahmetinle muamele et!”

 Müftü Efendi’nin paylaşımın altında da yapılan duaya “Amin” şeklinde yorum yapan onlarca insan vardı. Bunlardan birisi de yine ismi Y. olan, Y.İ.K. isimli müftü idi. Onu da yakından tanıyordum. Üstelik bu ikinci müftü efendi yanlış bilmiyorsam Gülen Cemaati’ne mensuptu. Ya da en azından birinci müftü efendiye kıyasla cemaate biraz daha yakındı. Bu sebeple onun amin deyişi biraz daha içtendi. Çünkü o, sadece “Amin” demekle yetinmemiş, “Amiiiin” diye sündürmüştü aminini. Doğrusu üzülmüştüm bu duruma. Biraz da kızmıştım.

İkisi de dostum olan ve ikisinin ismi de aynı olan müftü efendilerin isimlerinden hareketle “Birliğimiz ve Dirliğimiz Yusuf Yusuf Etmeye Başlamıştır!” başlıklı şu uzunca yorumu ekledim müftü efendinin duasının altına:

“Ortada iki Y. var. İkisi de müftü. Birisi emekli, diğeri halen görevde. İkisi de benim dostumdur. Ekmeklerini yedim, sularını içtim. İkisini de severim. İkisi de dünya tatlısı ve sevimli insanlar. Ancak gelin görün ki; ülkemizde olan bitenler karşısında birisi dua etmekle, öbürü de amin demekle yetiniyor! Peki, o zaman sizin şu anda birbirini suçlayan iki güçten ne farkınız var. Onlar da birbirine dua ve beddua yapmakla meşguller. Dün can ciğer kuzu sarması iken, bugün birisi diğerini çetelik yapmakla, devlet içinde devlet oluşturmakla suçluyor, diğeri de ona beddua üstüne beddua ediyor. Siz ise sadece dua etmekle ve amin demekle yetiniyorsunuz.

 Hayırdır erenler, siz Fethullah Hoca ve benzerleri gibi Allah ile ünsiyet mi kurdunuz? Allah, sadece sizlerin mi yoksa? Allah sizin her dediğinizi yapacak derecede emrinize amade bir varlık mıdır ki, sadece dua etmekle ve amin demekle iktifa ediyorsunuz? Sahi neden ortaya çıkıp doğruyu, hakkı ve adaleti haykırmıyorsunuz? Sahi neden korkuyorsunuz? Bakın bu ülkenin birliği, dirliği ve bütünlüğü tehlikededir. Başbakan cemaati kasıtla “Devlet içinde devlet var” diyor. Aslında hiç de abartmıyor Başbakan.  Ancak, asıl devlet içinde devlet, doğu ve güneydoğuda çoktan kurulmuştur bile. Tunceli Belediye Binasına “DERSİM”, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Binası’na “AMED” ismi tabelası çoktan takılmıştır bile. Amiyane tabirle söyleyecek olursak; birliğimiz ve dirliğimiz iyiden iyiye yusuf yusuf etmeye başlamıştır. Sahi bunlar sizi hiç rahatsız etmiyor mu ey…?

 Lütfen “Dua müminin silahıdır” diye diye iyiden iyiye züğürt tesellisi haline getirdiğimiz şu dua işini ikinci plana atarak bir şeyler yapalım artık. Yani biz elimizden geleni yapalım sonra nasıl olsa duasını yaparız. Lütfen Allah’ı kendimize hizmetkâr görme alışkanlığını artık terk edelim. Dua, eğer gerçekten bir silahsa, bunu en kavisini ve şiddetlisini Fethullah Hoca zaten yapıyor. Ancak Fethullah Hoca ve onun peşinden gidenler sadece dua yapmakla yetinmiyorlar, bakın ellerindeki gazete ve televizyonları da silah olarak kullanıyorlar…

 Y.İ.K hocam, seninle yanılmıyorsam Araban (G.Antep)’dan beri tanışıyoruz ve 2003 yılında Mekke’de senin elinden Maklube yemişliğim vardır. Cemaate yakın olduğunu sanıyorum. Lütfen çıkın bir şeyler söyleyin artık. Hocanın ve cemaatin yanlış yaptığını ve toplumun ayrışmasına ivme kazandırdığını itiraf edin. Dün, cemaatin her türlü nazını sineye çeken, bir dediğini iki etmeyen ve “Bitsin bu hasret, artık yurda dön” çağrıları yapan hükümet, bugün Fethullah Gülen ve adamlarını, inlere girmiş yaratıklara benzeterek bunların inlerine gireceğini söylüyor. Lütfen söyleyin, bu bir çelişki değil midir?

 Y.K. hocam, seni K.’den beri yaklaşık 15(*) yıldır tanıyorum. Delikanlı bir tavrın vardır. Lütfen artık karnından konuşma hocam, tıpkı yavrularını kanatlarının altına almış bir anne kartal edasıyla kafileni peşine takarak ve el kol hareketleriyle koro halinde dua yaptırarak Kâbe’yi tavaf ettiren Y.K. tavrını görmek istiyorum artık senden. Bak bu konuda elinde imkanların da var. Çünkü maşallah, bir TV yıldızı gibisin ve TV ekranlarından inmiyorsun. Milletin ve vatanın mukadderatı tehlikededir, lütfen üstünüze düşeni yapın artık. Denizli Müftüsü Mustafa Hulusi, Afyon Müftüsü Şükrü Çelikalay ve Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi olmak istemez misiniz? Mevcut siyasal iktidara râm olup ille de Mustafa Sabri ve Dürrizade olmak zorunda değilsiniz. Lütfen ama…”

 Müftü Y.K ne cevap verse beğenirsiniz? İşte “Dostum” olarak bildiğim Y.K’nin yukarıda yapmış olduğum ve adeta yalvaran bir eda ile kaleme aldığım yoruma cevabı:

 “Yani biz de sizin gibi sövenler kervanına mı dahil olalım öyle mi Ömer bey.. Hiç kusura bakmayın ben partici değilim.. Din adamıyım. Öyle de kalmak istiyorum. Gerekeni gerektiği yerde de söylemeye çalışıyorum..Müslümanlar kıyıma uğrarken biz de o kervana mı katılalım yani…Adliye önünde bildiri dağıtan savcı bey her şeyi gözler önüne serdi zaten Sayın Müfettişim…”

Müftü Efendi ilginç şeyler söylüyordu aslında. En başta adliye önünde basına bildiri dağıtan Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş’ın bu hareketini doğru ve yerinde buluyordu. Ancak gelin görün ki; bana bir anlamda “Küfürbaz”, “Sövenler Kervanı”nın bir parçası ve “partici” nazarıyla bakıyordu. Mecburen kendisine şu cevabı verdim:

“Ben de partici değilim hocam. Ben de siyaset yapmıyorum. Sadece karınca kararınca devletime sahip çıkmaya çalışıyorum. ‘Sizin gibi sövenler kervanı’ da ne demek. Kime sövmüşüm? Sövdüğüme ilişkin bir yazımı bulabilirsen, yazı yazmayı derhal bırakırım. Bugüne kadar hiç kimse ‘Bana sövdün’ diye karşıma çıkmadı ve hakkımda bugüne kadar açılmış bir dava yoktur. Doğrusu böyle bir sıfatlandırmayı size hiç yakıştıramadım sayın Müftüm? Lütfen celallenmeyin. Tenkit edilmeyi sindirmeniz gerekiyor. Olgun adamlar böyle yapar çünkü.  Ayrıca o savcı yanlış yapmıştır. O savcıya ‘Aferin’ diyenler de. Tıpkı o savcıyı itham edenlerin ve onlara destek çıkanların yanlış yaptıkları gibi. Devlet, kimlerin eline kaldı böyle?”

 Bana Partici Diyen Müftü Efendiye Bakar mısınız Lütfen!

 Yapmış olduğum yoruma karşılık yapmış olduğu yorumda beni “Partici” olarak ilan eden Müftü Y.K. Efendi, bu yorumundan sadece birkaç saat sonra şu levhayı paylaştı facebook sayfasında:

Görüldüğü gibi; Diyanet’in yetiştirdiği TV yıldızlarından birisi olan bizim Müftü Efendi, çelişkiler içinde yüzüyor, hem nalına, hem mıhına vuruyordu. Yapmış olduğu yukarıdaki yorumunda Savcı Muammer Akkaş’ın bildiri dağıtmasına destek vererek Gülen Cemaati’ne mensup takipçilerine mavi boncuk dağıtırken, yukarıdaki levhayı paylaşarak bu sefer iktidar partisinin oy tabanını teşkil eden takipçilerine ve program yaptığı iktidar yandaşı TV yöneticilerine ve patronlarına mesaj veriyordu. Doğrusu bu riyakarlık içeren tutumunu dostuma hiç yakıştıramadım, kendisini ve takipçilerini şu şekilde ikaz ettim:

“Y.Hocam, sizinle cidden tartışmak niyetinde değilim. Çünkü sizi gerçekten seviyorum. İyi niyetinizden asla şüphem yok. ‘Din adamı olduğunuzu’ söylüyorsunuz. Yani din adamı olarak doğruyu ve güzeli anlatmak durumunda olduğunuzu söylüyorsunuz. Elbette öyle olmalısınız. Ancak siz din adamı olarak her şeyi bilemezsiniz. Bakın yukarıda bir paylaşımda bulunarak direk hükümetin propagandasını yapıyorsunuz. Yukarıdaki bilgiler doğru olabilir. Ancak başka doğrular da vardır. Siz din adamı olarak o doğruları da hiç gizlemeden söylemek zorundasınız. Eğer maksatlı olarak, yani bildiğiniz halde söylemezseniz günah işlemiş olursunuz. Yok eğer bu konuları tam olarak bilmiyorsanız, paylaşımda bulunmamanız gerekir. Mesela şu bilgileri de eğer biliyor da paşlaşmıyorsanız sizin söylediklerinize aklı başında hiç kimse inanmaz ve bu durumda siz, birilerinin propagandasını yapmaktan öteye bir iş yapmış olmazsınız. Alın size bir başka doğru:

 2002’de 129.6 milyar dolar olan Türkiye’nin toplam dış borcu, 2012 sonunda 336.9 milyar dolara fırladı. Bunun içinde kamunun dış borcu yüzde 59,8 oranında net 38.6 milyar dolar artarak 64.5 milyar dolardan 103.1 milyar dolara yükseldi. Merkez Bankası’nın dış borcu 22 milyar dolardan 7.7 milyar dolara gerilerken, özel sektörün dış borcu ise 2002-2012 döneminde yüzde 425’le artış rekoru kırdı. Bu dönemde net 183 milyar dolar büyüyen özel sektör dış borcu 43.1 milyar dolardan 226 milyar dolara yükseldi…

 Kamunun 2002 yılında 155.2 milyar TL olan iç borç stoku, yüzde 163 oranında net 253 milyar lira büyüyerek 2012 sonunda 408.3 milyar liraya yükseldi. Aynı dönemde kamunun dış borcunun TL karşılığı da 102 milyar liradan 154.6 milyara yükseldi. Böylece kamunun iç-dış toplam borcu 2002-2012 döneminde yüzde 119 oranında net 316 milyar lira büyüyerek 563 milyar liraya yükseldi. Yani Cumhuriyetin ilk 80 yılında devletin 257 milyar lira olan toplam borcuna, son on yılda 316 milyar lira eklendi. AKP, on yılda devleti önceki 80 yıldakinden daha fazla borçlandırdı. 2012 sonu itibariyle kamunun toplam 563 milyar TL’lik iç ve dış borcu ile özel sektörün 226 milyar dolarlık dış borcu birlikte düşünülünce Türkiye’nin toplam borç yükü, 1 trilyon TL’ye yaklaşıyor, bu da 564 milyar dolarlık bir büyüklüğe işaret ediyor…”

Müftü Efendi, bir daha cevap vermedi…

_______________

(*) Aslına bakarsanız kendisini 20 küsur yıldır tanırım.

Mekke'nin yukarıdan panoramik görünüşü, Suudi Arabistan