Bu zafer o güne kadar yenilemez diye düşünülen İstilacıların desteğindeki Yunan Ordusunun durdurulabileceğini ve hatta yenilebileceğini göstermiş, devamlı sürüncemede bırakılan Milli Mücadele Dönemi Anayasasının kabulünü ve T.B.M.M.’nin Avrupa ülkeleri ve İstanbul Hükümetince tanınmasını sağlamıştır. Bu gün sizlere bu konuda biraz bilgi sunmak istiyoruz.
Zaferin Mimarı Albay İsmet Beyin ve yeni yeni kurulmaya çalışılan Türk Ordusunun o dönemde iki büyük düşmanı vardır. Çerkez Ethem birlikleri ve ilerleyen Yunan Ordusu. (1)
Bursa ve Balıkesir’in kaybedilmesiyle birlikte Ethem ve kardeşlerinin şöhret ve etkinlikleri yeniden arttı. Bununla birlikte düzenli ordunun, zorunlu askerlik sistemiyle oluşturulan kıtaların artık bir iş göremeyeceği tabur, alay ve tümenlerin kaldırılması gerektiği savunularak, maaşlı asker; yani “Çetecilik” usulünün uygulanması gerektiği şeklinde yapılmakta olan propagandalar hızlandırıldı. 1920 yılı Eylül ayında Milletvekili Hacı Şükrü (Yeşil Ordu Üyesi) tarafından Meclise verilen bir önergedeki görüşe göre; her şey ulusal kuvvetlerden beklenmeli, bunun için ordu, küçük ve milli kuvvet müfrezeleri çağındaki birliklerden oluşmuş bir milis ordusu biçiminde kurulmalıydı. Öyle bir ordu ki, generalleri az olacak ve rütbeler bulunmayacaktı(2) (Hacı Şükrü Bey uzun süre Aydın Cephesinde Kuvayı Milliye komutanı olarak görev yapmıştı.) (3)
Muntazam ordunun kurulması kararı alındıktan sonra Meclis, Çerkez Ethem ve kardeşlerinin idaresindeki kuvvetleri, devletin ancak jandarma kadrolarında barındırmak çaresini bulabildi. Bunlar seyyar jandarma vazifesini görmek üzere meydana getirilmiş kuvvetler olacak, böylece hem şimdiki maaşlarını almaya devam edebilecekler ve icabı halinde cephede de görev yapabileceklerdi. Bu jandarma kuvvetleri ülkenin değişik yerlerine asayiş ve inzibat işleri için sevk edilebilirlerdi. Esasen son zamanlarda bu gibi işlerde başarılı olmuşlardı ve böylece mevcut statülerine yasal bir biçim verilmiş olacaktı. (4) Meclis bu görüşünde oldukça samimiydi ve “Jandarma” tabiri yerine kanun metninde “Seyyar Kuvvetler” deyimini tercih etti ve daha yasa çıkmadan önce Ethem Bey’in kuvvetleri “Seyyar Kuvvetler” adı ile anılmaya başlandı. (5) Ethem ve kardeşleri “Yeşil ordu” ve Bolşeviklerin “askeri güç”’ünü oluşturdukları ve ülkede en büyük güç oldukları iddiasıyla komutanların güdümüne girmek istemiyor, sorun üzerine sorun yaratıyorlar, özellikle subaylara karşı davranışları rahatsızlık verici bir hal alıyordu. Askerler de mevcut çetelerin yasa dışı, keyfi davranışlarına alet olmak istemiyorlardı.
Beklenen çatışma 24 Ekim 1920 tarihinde “Gediz Taarruzu” olarak bilinen küçük çaplı bir muharebe sırasında açığa çıktı. Kuvvetleriyle Gediz civarında bulunan Çerkez Ethem Bey ve arkadaşları, Uşak’ı geri almak için biraz yalnız kalmış bir Yunan Tümenine(6) karşı bir taarruz harekâtı planlamışlar ve Cephe komutanı Ali Fuat Paşa’yı da ikna edebilmişlerdi. Fakat bu taarruza, Doğu cephesinde kesin sonuç alacak saldırıyı başlatmak üzere olan Genelkurmay; cephane sıkıntısı ve kuvvetlerin hazır olmadığı gerekçesi ile (7) karşı çıkıyordu. Buna rağmen Genelkurmay ikna edildi ve saldırı 24/26 Ekim günleri arasında devam etti. Sonuçta arzu edilen başarı elde edilemedi ve emir komuta sisteminde aksaklıklar görüldü. Bu saldırıda Çerkez Ethem’in düşmana saldıracak yerde, ateş menzili dışında oyalanarak vakit geçirmesi başarısızlığın en büyük nedeni oldu. Hatta muharebe sırasında bir ara Ethem’in kardeşi Tevfik, 11’nci Tümen’e “neden taarruz etmiyorsunuz? İlerleyiniz” diye haber gönderince buna sinirlenen Tümen komutanı Yarbay Arif (Ayıcı Arif) de, “Bu heriflerin maksatları kötü, bizi kırdırıp kendileri sağlam kalmak, böylece bu iki muvazzaf tümeni yok ettirerek, vaziyeti ele almak istiyorlar” diyerek taarruzu tekrarlamaktan vazgeçmişti.(8)
Bu olaydan sonra cephenin daha sıkı bir düzen içine sokulması şart olmuştu. Ali Fuat Paşa’ya Moskova Elçiliği görevi verilerek geri alındı ve cephe 8 Kasım 1920 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla Kütahya’nın kuzeyi ve güneyi olarak ikiye ayrıldı. Kuzey kesim, Genelkurmay Başkanlığı görevi üzerinde kalmak şartıyla Kurmay Albay İsmet Bey’in, güney kesimi de Kurmay Albay Refet Bey’in komutasına verildi.(9) Ali Fuat Paşa’ya Çerkez Ethem ve Reşit Beyleri de Moskova’ya beraber götürebileceği ve buna muvaffak olursa, çok iyi olacağı anlatıldı. Bu haber ortalığa yayıldığı zaman, muhalifler Ethem ve kardeşlerini bu teklife rıza göstermemesi için uyarmışlardı.(10)
Meclis askerlerle Milis kuvvetlerinin arasında bir çatışmayı önlemek için her türlü çabayı gösterdi, fakat Efe’lerin taviz vermez tutumu devam edince Meclis ve Mustafa Kemal, Cephe Komutanlığına şartların gereğini uygulama yetkisi verdi.(11)
Aynı günlerde Ethem’e Meclis’ten “Nasihat Heyeti” gönderildi. Meclis’in eğilimine saygı duyan Mustafa Kemal, tıpkı Demirci Efe gibi bir yere çekilip rahat oturması yolunda yazdığı bir belgeyi Cephe Komutanlığı vasıtası ile Ethem’e yolladı, bu yazıya “Ethem’e işten el çektirildiğini” ifade eden 29 Aralık tarihli bildirisini de ekledi. Albay İsmet bu yazıları, kendi uyarıcı yazısını da ekleyerek Ethem’e gönderdiyse de hakaret dolu bir yanıt aldı.(12) 30 Aralık 1920’de Milli kuvvetlerin ilerlemesi üzerine Ethem Gediz batısına çekildi, ertesi gün kendisinden ayrılan birliklerin bir kısmı Türk Ordusu saflarına katıldılar. İyici sıkışan Ethem kardeşi Tevfik Bey aracılığı ile Yunanlılarla irtibat kurdu.
Türk kuvvetleri arasındaki bu iç çatışmadan yararlanmak isteyen Yunanlılar 6 Ocak günü Eskişehir yöresinde bir saldırı başlatınca bölgedeki sınırlı sayıdaki birlikler çok zayıf bir durumda olmalarına rağmen Yunanlıları İnönü Mevzilerinde karşıladılar. Yunan Ordusunun bütün gayretlerine rağmen Türk Ordusunun büyük bir kısmı Kütahya yakınlarında Ethemin kuvvetleri ile boğuşurken zaman kazanmak mecburiyetinde olduklarından mevzilerini terk etmediler. Ethemin karşısında zayıf kuvvetler bırakılarak bütün kuvvetler olağanüstü bir gayretle ancak 10 Ocak günü muharebe meydanına yetiştirilebildiler. Gelen kuvvetler karşısında başarı şansı kalmadığını anlayan Yunan Birliklerinin Aynı gece çekilmesi ile serbest kalan kuvvetler, yeniden Çerkez Ethemin peşine düştüler. Nihayet sorun Ethem ve adamlarının Yunan kuvvetlerine sığınması ile çözülmüş oldu.(13)
1921 Ocağının ilk iki haftası içinde T.B.M.M. Ordusu adeta bir mucize yaratmış; hem çetelerin hâkimiyetine son vermiş, hem de küçük çapta da olsa, (istediği her şeyi yapabilir zannedilen) Yunan askeri gücü, ilk defa belirli bir bölgeden ileri geçirilmemiş, yenilmiştir. Bu iki olayın hem Mecliste hem de yurtta halk üzerinde yarattığı hava çok olumludur.
Birinci İnönü başarısı ve muntazam ordunun kuruluşu Türk tarihi için o güne kadarki en demokratik belge kabul edeceğimiz bir yasanın, 20 Ocak 1920 tarihinde kabul edilmesini de sağlamıştır. O güne kadar yasaya karşı değişik kaynaklara dayanarak direnç gösterenler askerlerin sağladığı güven ortamının coşkusu içinde davaya olan inançlarını pekiştirecekler ve daha ılımlı bir tutum sergileyerek yasanın kabulünü sağlayacaklardır.
Meclis üyelerinde Yasanın bazı maddeleri ile ilgili tereddütler vardı. Sonucun ne olacağını tahmin edemediklerinden İstanbul hükümetine tamamen karşıt bir pozisyona düşmüş görünümünü vermek istememekteydiler. Ordunun ard arda elde ettiği başarılar, Meclisin bütün ülke üzerinde hâkimiyetini belirli bir şekilde ortaya çıkarınca, tereddütler giderilmiş oldu. İsmet Paşa bu durumu şu sözlerle özetlemektedir. “Dikkate değer ki Mustafa Kemal Paşa’nın biri 24 Nisan 1920, ikincisi 13 Eylül 1920 tarihli projeleri ilk Anayasa şeklini alıncaya kadar Birinci İnönü zaferi sonucunu beklemek gerekmiştir.”(14)
Türk toplumunun büyük bir çoğunluğunun hareketlerini çevresindeki gelişmelere göre ayarladığı bir ortamda, Mustafa Kemal o günlerde olağanüstü yaratıcı kabiliyeti ile olaylara yön vermek için, sanki gün kaybına dahi tahammül edemiyor, doğan her fırsatı değerlendirme çabası içinde bulunuyordu.
DİPNOTLAR:
(1) İ. İnönü, Hatıralar-I, s.181, 182
(2) Celal Erikan, 100 Soruda Kurtuluş Savaşımızın Tarihi, s.42 (Gerçek yayınevi–1971); Y. Nadi, Çerkez Ethem, s.13 (Sel Yayınları, İstanbul–1955)
(3) İzzet Öztoprak, İkinci Askeri Tarih Semineri, s.268
(4) Y. Nadi, Çerkez Ethem, s.17, 18 (Detaylı bilgi için ayrıca bknz. Cemal Şener, Çerkez Ethem Olayı (Okan Yayınları, İstanbul–1984)
(5) Y. Nadi, Çerkez Ethem, s.18
(6) General Konstinyadis komutasındaki 13’üncü Tümen (Ali Fuat Cebesoy, s.502)
(7) Harekât için bknz. A.F. Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, s.495–505; İsmet Paşa’nın görüşü için bknz. İsmet İnönü Hatıralar-I, s.213
(8) Rahmi Apak, İstiklal Savaşında Garp Cephesi, s.164
(9) İsmet İnönü, Gen kur Basımevi, s.15
(10) Y. Nadi, Çerkez Ethem, s.21
(11) Bknz. Söylev-II, s.377–406
(12) Türk İstiklal Harbi, Cilt-II, Kısım-II, s.99, Ek–4 ve Ek–5, (Ankara–1966)
(13) Söylev-II, s.405-406; Y. Nadi,Çerkez Ethem, s.121-125; Cemal Şener, a.g.e., s.93-97
(14) Hamza Eroğlu: Atatürk ve Millet Egemenliği, s.29
Dr. M. Galip Baysan
Yazıları posta kutunda oku