ANKARA’DAN ABİM GELDİ
HÜSEYİN MÜMTAZ
Yok, bu “abi” Grup Gündoğarken’in 90’lı yıllarda yüreğimizi ılıtıp gözlerimizi yaşartan şarkısındaki “abi” değil..
Çatık kaşlı, asık suratlı, kolları iki yanda kanat gibi açık sallanarak yürüyen, ayakkabısının bastığı topuklarından nasırlı tabanı görünen, sağ elindeki tespihi çekmeyip sallayan nemrut bakışlı bir “ağır ağabey”..
Nemrut bakışlarında azar var, aşağılama var, kin var, nefret var..
Filmin adını duyunca nedense o şarkı gelmişti aklıma.
Gelmez olsaymış..
Halası gelmiş..
Gelmez olaymış..
Film (HALAM GELDİ) 3 Ocak’ta gösterime girdi.
Yönetmeni ve oyuncuları önemli değil..
“Köyde üç çocuk, üçü de Diyarbakırlı, üçü de 13 yaşında, üçü de kaderine tutsak yol arkadaşları… Çözüldükçe karışan bir törenin,ÇOCUK GELİNLERİN hikayesi”ymiş…
Filmin öyküsü ise, “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Rum köyü Limya (Lympia) sınırında ezan seslerine kilise çanlarının, Türk müziğine Yunan ezgilerinin karıştığı, Diyarbakırlı ve Kıbrıslıların bir arada yaşadığı sınır köyü Akıncılar’da geçiyor. Köyde üç çocuk… Üçü de 13 yaşında… Kadere tutsak yol arkadaşları… Çözüldükçe karışan bir törenin, çocuk gelinler dramı”ymış gazetelerdeki tanıtım yazılarına göre..
Filmi seyrettikten sonra aklımıza gelen soruları sıralamadan önce devenin hangi hörgücünden yahut kelin kaçıncı perçeminden yakalayalım..
Türkiye’de ezan sesinin çan sesine, yahut Türk müziğine buzukinin karıştığı yer yok muydu da zahmet edip KKTC’ye gitmişler?
“Diyarbakırlı üç çocuk gelin, üçü de 13 yaşında, üçü de kaderine tutsak yol arkadaşları”nın hikayesinin anlatılacağı bir köyü Diyarbakır’da bulamamışlar mı?
“Farklı kökenlerden gelen Kıbrıslılarla Kürtlerin kültür çatışmasını” anlatıyormuş; “aynı zamanda Kıbrıs’ın kuzeyi ve güneyi arasındaki sınır sorununu insani yönleriyle” ele alıyormuş..
Çorba ki ne çorba…”Kıbrıslılar” dedikleri kim? “Kürtler”i, Kıbrıs’a; KKTC’ye kim gönderdi? Memleketlerinde rahatlar mıydı da KKTC’ye gidince problemler ortaya çıktı?
Yoksa mevcut “rahatsızlıklarını” KKTC’ye taşımak için mi “görevlendirilerek” oraya “taşındılar”?
Kuzey ile güney arasındaki “sınırın insani yönü” ne demek oluyor?
Şimdiki sınırların kalkacağı, “dört parçanın birleşeceği” bir dünya mı hayal ediyorlar?
Bu problemleri Kıbrıs’a taşıyınca “insani bir sanat” mı icra edilmiş oluyor?
Ve benim, zerre kadar beğenmediğim, zamanıma acıdığım bu “sosyal sorumluluk projesi” bir film festivalinde büyük ilgi görmüş..
Festivalin bu filme “büyük ilgi gösteren” seyircileri kimlermiş acaba?
Neyse…
Bizim Kıbrıs’tan kuzeye bakarak düşlediğimiz, özlediğimiz “abi”lerin gözlerinde yıllar yılı şefkat vardı, yardım severlik vardı, paylaşmak vardı..
1571’de gönderdiler, geldik..
“Dayan” dediler, dayandık, “diren” dediler direndik, yok olmaktan öyle kurtulduk.
Devlet kurduk..
Devletimiz var, bayrağımız var..
Ve işte tam bu noktada, sanat-müzik-film üçgeninden sıyrılıp gerçek dünyaya dönüyoruz.
Dolayısı ile sıra geliyor Dâvutoğlu’na..
Dâvutoğlu’nun 16 saatlik son KKTC ziyaretinin artçı kokuları yeni yeni çıkmaya başladı.
Cumhuriyet’ten Duygu Güvenç’in haberine göre; Kıbrıs Türk tarafı ile Rum tarafı arasındaki görüşmelerin başlaması için Türk tarafı, “Ankara’nın baskısıyla” egemenlik tanımında “eşitlik” ilkesinden vaz geçmiş.
Türk tarafı, “Devletin egemenliği, Kıbrıslı Rumlardan ve Kıbrıslı Türklerden -ayrı- değil, -birlikte-neşet edecek” ifadesine bir kere daha “yes be annem” demiş..
“Adada doğrudan görüşmelerin başlaması için Rum tarafının sunduğu ortak açıklama taslağında -egemenlik-kavramı tanımlanırken, Kıbrıs Türk tarafı -eşitlik- ve -birlikte- ifadelerinin kullanılmasını istemişti. Ancak Dâvutoğlu’nun KKTC’de tüm siyasi parti liderleriyle yaptığı görüşmede -eşitlik ifadesi olmasa da doğrudan görüşmelerin başlamasını kabul edin- dediğinin öğrenildiğini” yazıyor Güvenç.
Nami de bugün “ortak metin üzerinde anlaşılacak bir iki kelime kaldı, Downer onun için geliyor” deyiverdi.
Elini attığı her konuda bize Osmanlı kaynaklı bir restorasyon sıkıntısı yaşatarak uzak yakın bütün komşularımızla “problem”li olmamızı sağlayan Dâvutoğlu hiç olmazsa şu Kıbrıs meselesinden elini çekmelidir.
TDK sözlüğüne göre Arapça kaynaklı küçücük bir “neşet” sözcüğü ile Türkçe “eşitliğimizi” feda etmemizi istiyor Dâvutoğlu.
Bu devlet; 1571’de başlayan ve tam 412 yıl süren bir büyük mücadelenin sonucu olarak 1983’de kurulmuştur.
Paha biçilmez değerler ödenmiştir.
Dâvutoğlu hiç boşa uğraşmasın. Muharrem Ertaş Usta’nın dediği gibi kesik çayır biçilmez, çiğ yumurta soyulmaz.
Sonra bir bakmışsınız, kendisinin “eşitler arasında biraz daha eşit” olduğunu algılayan Rum tarafı hiç üzerine vazife olmadığı halde Hatay’da kaybolan TIR’ın, Suriye’ye ne götürdüğünü BM’ye soruvermiş..
Rum tarafı demişken; Kıbrıslı Rumlar kutsal günlerinden olan haçın denize atılması suretiyle suların kutsandığı “Theofania yortusunu”, 39 yıl aradan sonra ilk kez, Yalusa’daki Agios Therissos kilisesinin yakınındaki deniz bölgesinde de kutlanmış. Rum haber kaynaklarına göre, Theofania yortusuyla ilgili ayin, 39 yıl sonra ilk kez, Agia Triada köyündeki Agia Triada kilisesinde, “Karpaz Bölge Piskoposu” Hristoforos önderliğinde yapılmış.
Efendiler; Yalusa, “Yeni Erenköy”; Agia Triada da “Sipahi” olup 40 yıldır KKTC toprağıdır.. Rumlar “neşet” kelimesindeki yumuşamadan yüz bularak bu kadar yıl sonra “suyu” kutsamışlardır.
Ufak bir soru.. Su sudur, deniz denizdir.. Rum tarafında kalan Leymosun, İskele yahut Kasaba’da suya atılan haç bütün suyu/denizi kutsamıyor mu ki ille Ortaköy, Yeni Erenköy, Sipahi kıyılarında da denize atlama mecburiyeti hissedilmektedir?
Ya “yol olur” da başka yerlerimizi de “kutsamaya” kalkarlarsa?
Sonuçta biz halamız yahut sokak kabadayısı, külhanbeyi tavırlı yukarıdan bakan, küçümseyen ağır ağabeyler yerine Ankara’dan “delikanlı” eski abilerimizin gelmesini tercih ederiz. 7 Ocak 2014
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ
Bir yanıt yazın