İKİBİNONDÖRT – MAALESEF BİR TAYYİP YILI

2013’de Türkiye’nin devrimci tarihinden, güçlü demokrasi birikiminden gelişen Taksim Gezi Parkı’nda bir ağaca iliştirilmiş kartonda “Sen bir milyon topla, biz biriz” yazısıyla kendini açığa vuran Gezi Direnişi tüm yurdu sardı.
Toplumun her kesimi lidersiz ve belli bir ideolojinin olmadığı protestolarla, Başbakan Erdoğan’ın ileri demokrasi balonunu patlattı, eğreti fiyakasını bozdu, siyasal dengeyi yerinden oynattı.

*
İslamcı faşizme karşı korku eşiği aşıldı, herkes politikleşti, eylem ve muhalefet biçimi zenginleşti, her alanda dost-düşman farkedildi, tüketimden gelen güç keşfedildi ve halkın gücü dünyanın tüm halklarına nam oldu.
Erdoğan ve şürekası gözden düşerken, çok güçlü bir talep olarak AKP’nin neden olduğu partizanlık, usulsüzlükler ve haksız kazançların, doğa katliamının ve ne yaptılarsa hepsinin hesabının sorulması isteği akıllarda ve vicdanlarda yer etti.

*

Sonra, 2013 son günlerinde Erdoğan ve Fethullah Gülen arasında parlatılan birbirlerini yıpratma mücadelesine gelindi.
BM Güvenlik Konseyinin nükleer programından vazgeçmesi -aksi halde, gelirinin çoğunu petrolden sağlayan İran’ın merkez bankaları ile işlemlerinin askıya alınması kararının Erdoğan hükümetince by-pass edildiği sıralarda,
İtinayla seçilmiş birçok iş adamın, banka müdürleri, belediye başkanları,bakan çocuklarının da bulunduğu organize bir suç örgütünün;
İstanbul’da bazı arazilerin usulsüz olarak imara açılmasıyla kazanılan milyonlarca liralık rantın -bir bölümünü, iç ettikleri -bir bölümünü, İslamcı terör örgütlerinin finansmanında kullandıkları -diğer bölümünün de aklanıp dövize ve altına çevirildikten sonra resmî olarak İran’dan doğal gaz ve hampetrol ithalinde kullandığına ilişkin soruşturma açıldı.

*
Şimdilerde, koca Başbakan Erdoğan bazı belge,ifade ve ilişkilerin deşifre olması halinde soruşturmanın oğullarına ve kendisine ulaşabileceği ihtimaline karşı tedbirler alıyor.
Ortada çok büyük yolsuzluk,rüşvet iddiaları ve bununla ilgili bir soruşturma varken,soruşturmanın yasalara ve hukuka uygun biçimde yürütülmesini önlemek ve olayın üstünü örtmek için elinden geleni yapıyor.
Akıl almaz bir keyfilikle Ceza Yargılama Yasası hükümlerini gözardı ediyor, büyük bir tasfiye operasyonu yapıyor, halkın bilgilenme kanallarını sansürlüyor.

*
Daha beteri,”Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet ve -ne alâka: Rabia” şifresinde oluşturduğu mottosuyla kışkırtıcılık yapıyor.
Mottosuyla yurt içinde ve dışındaki taraftarlarına “Şüphesiz sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de Rabbinizim. Öyleyse benden sakının” (Mu’minun, 23/52) ayetini işaret ediyor.
Bu suretle, altını oymakla itham ettiği Batı’nın baskıcı yönetimlerinin hızını kesmek için ümmet şuurunun ortaya çıkaracağı güçten, dayanışmadan ve işbirliğinden medet umuyor.

*
Çünkü, 2014′ e giren uluslararası camia, Arap Baharı sürecinin bir sırasında İslamcılığın demokrasi ile uyumsuzluğu:İslamcılıkla ülke ekonomilerinin rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutmanın mümkün olmayacağı: Cihad örgütlerinin İslamcılıktan beslendiği: Bu yüzden İsrail’in güvenliğinin beklemede kaldığı: Cihad örgütlerinin uluslararası tehdit haline geldiğini yaşayarak görmüştür.
Suriye’deki iç savaşın Ortadoğu’nun parçalanmasına neden olacağının anlaşıldığı bu sırada, Mısır’daki darbe; bölgenin bir arada tutulabileceğini, hoşgörü, özgürlük ve demokratik istikrar temelinde yeniden inşa edilebileceğinin umudunu vermiştir!

*
Nitekim,BM Güvenlik Konseyinin farklı görüşlerde 5 ülkesi, İsrail-Filistin arasında yeni bir barış planını merkezleyip, iç savaşıın yayılma potansiyeliyle tek başına küresel dengeye tehdit oluşturan Suriye sorununu çözmek, bölgeyi cihadçı terör örgütlerinden temizlemek ve İran’ın nükleer gelişmesini ortak bir çözümle engelleyerek Ortadoğu’da barışı gerçekleştirmek istiyor.
Bu niyetle Suriye’de kimyasal silahların imha edilmesine ilişkin 2218 sayılı kararıyla pekişen ve yürütülen bugünkü sürec başlatılmış bulunuyor.

*
Cenevre II Konferansı sürecinin kritik eşiği, işlenen hukuk ihlallerinden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve bunları destekleyen devletlerin paylarını üstlenmeleri ve yeni Suriye’nin bu hukuktan kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın alınmasını müteakip BM merkezinden yeni bir dünya statüsünün oluşmasıdır.
Bu eşiğin geçilmesi ve yeni Suriye’nin kurulması için bağlayıcı kararının oluşmasında bir dizi hukuk içtihadı ve Uluslararası Ceza Mahkemesinin durumla ilgili çıkaracağı sonuçlara ihtiyaç duyuluyor.

*
Bu noktada Başbakan Erdoğan, devletlerin uluslararası ilişkiler açısından görevlerini belirleyen BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen kararlara aykırı olarak,
Suriye’de İslamcı örgütleri silahlandırıp-yönlendirmek ve savaşa salmak: Suriye’nin iç işlerine müdahale etmek:İç savaş çıkarmak ve hukuku ihlal edenlerle yardımlaşmak fiilleriyle itham ediliyor.

*
O yüzden -bir taraftan,Türkiye’nin ve benzer nedenlerle Suudi Arabistan’ın Cenevre II Konferansı’nı tıkamaya çalışan amillerinin, politikalarının, Suriye iç savaşında İslamcı cihad örgütlerine verdikleri desteklerin önlenmesine ve İslamcı terör örgütleriyle mücadeleye özen gösteriliyor.
Bir taraftan da,bunlara engel olunamaması halinde bölgenin bir arada tutulabileceğine, hoşgörü, özgürlük ve demokratik istikrar temelinde yeniden inşa edilebileceğine dair yükselen umudların tükeneceği düşünülüyor -ki; bu durumda,İsrail’in uygulayacağı yeni bir plan emre amade tutuluyor.

*
İsrail -hem, Batı’nın Suriye’ye askeri müdahalede bulunmamasından rahatsızdır -hem, Cenevre’de İran’ın nükleer programına ilişkin müzakerelerde yapılan anlaşmayı kötü bir anlaşma olarak tanımlıyor.
Ortadoğu’da yalnızlaştığını ve İran’a yapacağı olası bir saldırı için meşru sebebin ortadan kalkmış olduğunu -bu sırada, İran’ın nükleer programında gelişeceğini ileri sürüyor…

*
Verdiği destekle Cenevre II Barış Konferansına Kasım’da prensipte katılacağını açıklayan muhalif Suriye Ulusal Koalisyonu,konferansla ilgili pazarlıkların son aşamaya geldiği şu günlerde,önkoşullar ve talepler ileri sürerek konferansı sabote etmenin işaretini veriyor.
Muhalifler insani yardım bahanesi ile Suriye hükümeti’nin ağır silahlarını şehir merkezlerinin dışına çekmemesi durumunda BM ülkelerinin silahlı güçlerine müdahil olma hakkı tanıyan BM Anlaşması’nın 7.maddesinin çıkarılması girişimini sürdürüyor.

*
Yine verdiği destekle Cenevre II Konferansı öncesinde Türkiye,Suudi Arabistan ve bir kısım Arap ülkesinin,
Başbakan Erdoğan’ın liderliğinde “Cenevre II Barış Konferansıyla geçiş yönetimi kurulduğunda Esad ve arkadaşları yönetimde olmamalıdır: muhalefetin temsilini Ulusal Koalisyon yapmalı: Seçim ancak geçiş yönetimi tarafından ve uluslararası gözlemciler tarafından yapılmalıdır” ön şartı ileri sürülüyor.

*
Veya Suriye’de geniş bir İsrail düşmanlığı organize edilerek ABD’nin onaylayabileceği müdahale şartları oluşturuluyor.
Bu suretle BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye’ye askeri müdahale olasılığını durdurmak için ABD-Rusya arasında bir uzlaşma zemini oluşturmayı -ardından,muhalif güçlerin ve İslamcı terör örgütlerinin mevkilerini iyileştirmelerine fırsat verileceği düşünülüyor.

*
Veya Ürdün’den Suriye’ye sokulacak ağır silahlı binlerce İslamcı Cihad örgütü mensubunun,bölgesel ya da uluslararası ortaklarıyla Suriye’de oynayacakları rolün dehşet verici olacağı,
Bu güçlerin Suriye’nin büyük yerleşim yerlerine yapacakları topyekün saldırılarla bölgenin içinden çıkılmaz bir hale gireceğinden kuşku duyulmuyor.

*

Ya da,neden Erdoğan’ın -işte,ağırlıklı olarak Rusya, kısmen de İran’a bağlı enerji ihtiyacını çeşitlemek,ucuz enerji bulmak ve doğudan batıya enerji köprüsü kurarak ayrı bir stratejik önem kazanmanın hesaplarını öne çıkararak,
Mesud Barzani ile Irak Anayasası’nda Kürt Yönetimi sistemine dahil olmayan yerleşim alanlarının ve Musul-Kerkük sorununu bağlayan durumun netleşmesini öngören,
Ortadoğu’nun yeniden belirlenmesinin kilidi özelliğinde ve Irak Merkezi hükümeti ile Kürdistan Federe Devleti arasındaki sınırı -elbette,İran’ın da bölgedeki hukukunu belirleyen 140.maddesi vasıtasıyla gerginlik çıkarmaya yakın durduğu -neden,bölgedeki yangını genişletmeye çalıştığı da sorgulanıyor.

*
Elbette,İran ile ambargo uygulamasının pazarlıkları ve teknik detaylar üzerinde yürütülen çekişmeli nükleer pazarlıkların -zımni, önşartı olan Sünni-Şii ekseninin kilit noktasında Suriye’de barışın mutlaka temin edilmesi gerekiyor-ki,aksi taktirde bölgeyi -işte,bu planların sonucunda İsrail- İran savaşı bekliyor.

*
2014’ü ya öyle-ya böyle Recep Tayyip Erdoğan’ın kaderi belirleyecektir.

2.1.2014


Yazıları posta kutunda oku