ESKİ MEZOPOTAMYA’DA HEKİMLİK

yılan

Mezopotamya’da yaşamış eski halklar hayatın özünün su olduğuna inanırlardı. Sümerler, hekimleri A.ZU olarak tanımlamışlardır ve bu kelimenin de anlamı “suyu tanıyan kimse”dir. Hekimlik yapanlar suya bakarak hasta hakkında yorumda bulunmuşlar ve ona göre tedavi uygulamışlardır. Herhalde bu sebepten hekimleri “suyu tanıyan kimse” olarak tanımlamışlardır. Hekim tedavi için gelen hastaların yanına bir kap koyar ve suyla doldurur. Sonra suyun içine bir damla zeytinyağı damlatır. Damlanın hareketine ve şekline bakarak hastanın iyileşeceği veya iyileşmeyeceği hakkında bilgi verirdi.
Sümerlerde tıp eğitimi tapınaklara bağlı okullarda yapılırdı. Bu yüzden tıp, dini görüşlerle iç içe girmiştir. Tıbbı sihirden ayırmak oldukça zordur. Asurlular zamanında saraya geçen hekimler görevlerine başlarken ant içmişlerdir. Hekimlik ve büyücülükle ilgili tıp ve psikolojik yardımlar geniş kapsamlı olarak M.Ö. 2000 yıllarından sonra olmuştur. Rahip ve büyücü sınıf daha çok ayinlere önem verirken, hekimler çeşitli iksir, sargı, eriyik ve lapa gibi ilaçlar kullanarak hastayı tedavi etmişlerdir. Bu gelenek uzun süre devam etmiş, tıp ile üfürükçülük bir arada uygulanmıştır. Büyücü ve rahipler ile hekimler bazen beraber çalışmışlardır. Her ikisinin hastayı iyileştiremediği hallerde ise hem hekimin hem de büyücü sınıfın kullandığı usullerden bazıları yedi gün yedi gece, sabah akşam uygulanmıştır.
Hekimler işlevleri yönünden rahiplerden ayrıldıkları gibi, aldıkları ücret yönünden de rahip sınıfından ayrı tutulmuşlardır. Hekimlik daha çok bir zanaatkâr sınıfı olarak kabul görmüştür. Hekimlerin yaptıkları ameliyat ve tedavilerin ücretleri ile yaptıkları hataların cezaları da diğer zanaatkârlara uygulanan cezalarla hemen hemen aynı olmuştur.
Hekimlerin almış oldukları ücret, ceza ve uyguladıkları ameliyat ile tedavi şekilleri hususunda bilgi edindiğimiz yegâne kaynak “Hammurabi Kanunları”dır. Hammurabi Kanunları’nın 215. maddesinde yer alan ibarelerden hem hekimin gerçekleştirdiği cerrahi operasyon hem de kullandığı aletler ile aldığı ücret hakkında bilgi edinebiliyoruz. İlgili maddenin çevirisi Şöyledir:
Eğer bir hekim, ağır yaralı bir adamı bronz neşterle ameliyat edip, adamın hayatını kurtarırsa (yaşatırsa) veya adamın alnını veya Şakağını bronz neşterle açıp, adamı yaşatırsa 10 Şekel gümüş alacaktır.
Maddeden de anlaşıldığı üzere Mezopotamyalı hekimler baş bölgesi gibi vücudun önemli kısımlarında operasyonlar gerçekleştirmişlerdir. Hekimlerin kullandıkları başlıca alet ise bronz neşter olmuştur. Elbette ki operasyonlar her zaman başarılı olamamıştır. Böyle durumlarda ise hekimler cezalandırılmıştır. Kanunların 218. maddesinden ise bununla ilgili bilgi edinmek mümkündür:
Eğer hekim, ağır yaralı adamın bronz neşterle üzerinde çalışıp adamın ölümüne sebep olursa veya adamın göz bölgesini bronz neşterle açıp, adamın gözünü kör ederse, (hekimin) bileklerini keseceklerdir.
İlgili maddede, cerrahların başarısızlıklarının cezalandırılması söz konusudur ve cerrahlığı tehlikeli bir meslek haline sokan bir zihniyetin varlığı görülmektedir. Bir cerrah, mesleği için çok önemli olan ellerinin kesilmesi tehlikesi ile karşı karşıyadır. Fakat daha sonraki çağların benzer tedbirlerine bakılırsa, bu kanunların nadiren uygulanmış olması gerekmektedir. Bu kanun maddelerini mesleğini kötüye kullananlara karşı bir tedbir olarak düşünmek doğru olacaktır. Başka bir deyimle, bu gibi kanunların hekim sınıfından kişilerin mesleklerini kötüye kullanmalarına karşı toplumu kanun yoluyla korumak amacı ile oluşturulmuş olduğu ifade edilebilir.
Esenlikle kalın.
Dip.Ark. Kadir YILDIRIMSAL
e-mail: kyildirimsal@istanbul.com

Mezopotamya’da yaşamış eski halklar hayatın özünün su olduğuna inanırlardı. Sümerler, hekimleri A.ZU olarak tanımlamışlardır ve bu kelimenin de anlamı “suyu tanıyan kimse”dir. Hekimlik yapanlar suya bakarak hasta hakkında yorumda bulunmuşlar ve ona göre tedavi uygulamışlardır. Herhalde bu sebepten hekimleri “suyu tanıyan kimse” olarak tanımlamışlardır. Hekim tedavi için gelen hastaların yanına bir kap koyar ve suyla doldurur. Sonra suyun içine bir damla zeytinyağı damlatır. Damlanın hareketine ve şekline bakarak hastanın iyileşeceği veya iyileşmeyeceği hakkında bilgi verirdi.Sümerlerde tıp eğitimi tapınaklara bağlı okullarda yapılırdı. Bu yüzden tıp, dini görüşlerle iç içe girmiştir. Tıbbı sihirden ayırmak oldukça zordur. Asurlular zamanında saraya geçen hekimler görevlerine başlarken ant içmişlerdir. Hekimlik ve büyücülükle ilgili tıp ve psikolojik yardımlar geniş kapsamlı olarak M.Ö. 2000 yıllarından sonra olmuştur. Rahip ve büyücü sınıf daha çok ayinlere önem verirken, hekimler çeşitli iksir, sargı, eriyik ve lapa gibi ilaçlar kullanarak hastayı tedavi etmişlerdir. Bu gelenek uzun süre devam etmiş, tıp ile üfürükçülük bir arada uygulanmıştır. Büyücü ve rahipler ile hekimler bazen beraber çalışmışlardır. Her ikisinin hastayı iyileştiremediği hallerde ise hem hekimin hem de büyücü sınıfın kullandığı usullerden bazıları yedi gün yedi gece, sabah akşam uygulanmıştır.Hekimler işlevleri yönünden rahiplerden ayrıldıkları gibi, aldıkları ücret yönünden de rahip sınıfından ayrı tutulmuşlardır. Hekimlik daha çok bir zanaatkâr sınıfı olarak kabul görmüştür. Hekimlerin yaptıkları ameliyat ve tedavilerin ücretleri ile yaptıkları hataların cezaları da diğer zanaatkârlara uygulanan cezalarla hemen hemen aynı olmuştur.Hekimlerin almış oldukları ücret, ceza ve uyguladıkları ameliyat ile tedavi şekilleri hususunda bilgi edindiğimiz yegâne kaynak “Hammurabi Kanunları”dır. Hammurabi Kanunları’nın 215. maddesinde yer alan ibarelerden hem hekimin gerçekleştirdiği cerrahi operasyon hem de kullandığı aletler ile aldığı ücret hakkında bilgi edinebiliyoruz. İlgili maddenin çevirisi Şöyledir:Eğer bir hekim, ağır yaralı bir adamı bronz neşterle ameliyat edip, adamın hayatını kurtarırsa (yaşatırsa) veya adamın alnını veya Şakağını bronz neşterle açıp, adamı yaşatırsa 10 Şekel gümüş alacaktır. Maddeden de anlaşıldığı üzere Mezopotamyalı hekimler baş bölgesi gibi vücudun önemli kısımlarında operasyonlar gerçekleştirmişlerdir. Hekimlerin kullandıkları başlıca alet ise bronz neşter olmuştur. Elbette ki operasyonlar her zaman başarılı olamamıştır. Böyle durumlarda ise hekimler cezalandırılmıştır. Kanunların 218. maddesinden ise bununla ilgili bilgi edinmek mümkündür:Eğer hekim, ağır yaralı adamın bronz neşterle üzerinde çalışıp adamın ölümüne sebep olursa veya adamın göz bölgesini bronz neşterle açıp, adamın gözünü kör ederse, (hekimin) bileklerini keseceklerdir.İlgili maddede, cerrahların başarısızlıklarının cezalandırılması söz konusudur ve cerrahlığı tehlikeli bir meslek haline sokan bir zihniyetin varlığı görülmektedir. Bir cerrah, mesleği için çok önemli olan ellerinin kesilmesi tehlikesi ile karşı karşıyadır. Fakat daha sonraki çağların benzer tedbirlerine bakılırsa, bu kanunların nadiren uygulanmış olması gerekmektedir. Bu kanun maddelerini mesleğini kötüye kullananlara karşı bir tedbir olarak düşünmek doğru olacaktır. Başka bir deyimle, bu gibi kanunların hekim sınıfından kişilerin mesleklerini kötüye kullanmalarına karşı toplumu kanun yoluyla korumak amacı ile oluşturulmuş olduğu ifade edilebilir.Esenlikle kalın.Dip.Ark. Kadir YILDIRIMSAL e-mail: kyildirimsal@istanbul.com - mardin mezopotamya

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir