Diyanet’te Genel Müdür seviyesinde bir bürokrat olan dostum, bugün (pazar günü) kendi facebook sayfasında şöyle bir paylaşımda bulunmuş:
“Dostlukta ve düşmanlıkta, kin ve nefrette ölçümüz, heva ve hevesimizin ya da şer güçlerin bize pompaladığı muharrik duygular olmamalı. Müminler olarak Abdullah b. Sebe’nin çağdaş türevlerini sevince boğmayalım. Safımızla, akıllımızda, alimimizde, cahilimizle onlara teslim olmayalım. Bir dakika dur ey vicdan, ey insaf diyelim. Allah ve resulünü tavrımıza ortak edelim. Onay ve reddi onlara havale edelim. Öfke ve kinimiz adalete, fitne ve fesat kardeşlik ve iman bağımıza galip gelmemeli. Müslümanlar arasında birilerinin tam beklediği ve arzu ettiği şekliyle gerçekleşen oyunun süreç içinde nice yaralar açacak bir konuma dönüşmemesine gayret edelim. Hüseyin’leri şehadete sevk eden yezidilere ortam hazırlamayalım.
Hüseyin olmak zor, Yezid ve İblis olmak kolay. Akıllar ve idrakler tutuldu mahallemizde. Abdullah b. Sebe’nin sesi bütün hoyratlığıyla ve gönülleri yaralarcasına daha gür. Çağlar boyu bu akıl tutuluşunun bedelini ödüyoruz. Kaybeden oyunun büyük aktörü değil, bir şekilde saf ve temiz duygularıyla İblis ve Abdullah b. Sebe misyonuna taşeronluk yapan Müslümanlar olmuştur. Şam’ı, Bağdat’ı, Kahire’yi ve daha nice İslam beldesini kan gölüne çeviren bir tarafta Müslümanların hadiseyi okumakta düştükleri yanlışlar diğer tarafta büyük aktörlerin oyunları. Ülkemiz için de böyle. Kardeşliğimizi, aynı milletin fertleri olduğumuzu, İslam’ımızı, adaletimizi, insaf ve vicdanımızı gölgeleyecek tutum, söylem ve ithamlardan lütfen uzak duralım. Zaman fitne zamanı değil, ıslah zamanı olsun. Allah yar ve yardımcımız olsun”.
Dostumuz, ortalığı teskin etmeyi kendisine vazife edinmiş ki; Diyanet’in asli kurumsal görevi de zaten budur. Yangına körükle değil, yangın söndürücü ile gitmek. Gelin görün ki; Diyanet, uzunca bir zamandır, hele de Mehmet Görmez’in başkan olmasından sonra tam anlamıyla siyasal iktidarın kuyruğu durumundadır. Bu sebeple de hükümetin hemen her düzenlemesine sonuna kadar destek vermiştir. Aynı desteği dostumuzun yukarıdaki yorumunda da görüyoruz. Üstü kapalı ve ima yollu olarak, 17 Aralık’ta patlak veren “Yolsuzluk Operasyonu” nun dış kaynaklı olduğunu, olayın tam anlamıyla aydınlanması için didinen bizim gibileri ise Abdullah b. Sebe, Yezid b. Muaviye ve İblis’in yolundan gitmekle itham ediyor çünkü…
Bu sebeple dayanamadım, kendisine şöyle bir cevap verdim ve bir de soru sordum: “…hocam, yazdıklarınızdan yangına körükle değil, su hortumuyla gittiğiniz anlaşılıyor. Evet zaman fitne zamanı değil. Ancak ortada bir de ‘Suç işleyen kızım Fatma da olsa aynı cezayı uygulardım’ diyen bir Peygamber var. Lütfen hırsızları ve rüşvetçileri görmezden gelmeyelim. Aslında size sormak istediğim başka bir husus var. Sahi Hayrettin Karaman, aşağıdaki sözleriyle ne demek istemiş.
H.Karaman diyor ki: “Mecellemizin 26. Maddesi şöyle der: ‘Zarar-ı âmmı def’ içün zarar-ı hâss ihtiyar olunur’. Gençler de anlasın diye günün diline çevirelim: Kamuya (ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir. Siyasette olan selim akıl ve kalb sahiplerine de bu kuralı hatırlatıyor ve örnek olarak merhum şehid Muhsin Yazıcıoğlu’nu dua ile anıyorum.”
Sayın Genel Müdür, sormuş olduğum soruya açıkça cevap vermedi “Ömer bey teşekkürler. Yazdıklarımda her şey, mündemiç. Adalet arayışımız haricilerin arayışıyla eşdeğer olmamalı. Hırsızın da arsızın da nasıl yargılanacağı, hangi ölçütlere riayet edileceği bizim dini ve hukuki kodlarımızda mevcut. Benim ki Müslümanların hali pürmelaline bir serzeniş…” demekle yetindi. Ancak onun yerine “Vaiz” olduğu anlaşılan birisi şu cevabı verdi:
“… Hocam İslam Hukukçusudur; hüküm ve fikir beyanı için hukuki merhaleyi bekler. Magazinde gördüğü ve birilerinin haklı-haksız iddia ve ithamlarına göre hüküm vermez. Suç ve suça konu olan her kötülükle mücadele Allah’ın emri; başkalarının emir tekrarına hacet yok.”
Diyanetçilerden adam akıllı cevap alamayacağım anlaşılmıştı. Onlar, devlet memuru olarak ve hükümetin tayin ve terfi yöntemiyle bulundukları yere gelmiş olmakla, mecburen hükümetten yana tavır alacaklardı. Üstelik, hükümetin emniyeti hallaç pamuğu gibi attığı bir ortamda yanlış bir beyanda bulunarak sahip oldukları makam ve mevkii kaybetmeleri işlerine gelmezdi. Dolayısıyla ve mecburen kendi sormuş olduğum soruyu yine kendim cevaplandırdım ve bu dostları aydınlatmak maksadıyla şöyle dedim:
“Evet Vaiz…(Efendi); dediğin gibi … Bey İslam hukukçusudur. Hüküm vermek için hukuki merhaleyi bekler. Ancak bir bakanın oğlunun evinden 1.5 milyon dolar, çelik kasalar ve para sayma makineleri, bir banka genel müdürünün evinden 4.5 milyon dolar çıkarsa bu konuda İslam Hukukçularının da söyleyeceği sözler olmalıdır.
Bu konuda ‘bu meseleler saldırmakla, karalama ile, yerli yersiz isnatlarla aşılmaz…yeni Lawrence’lere mekan ve ortam hazırlamaktır…” demekle, İslam Hukukçuları görevlerini yapmış olmuyorlar. Ancak neylersiniz ki; … Hocam bir devlet memuru. Konuşamıyor. İçinde fırtınaların koptuğundan kesinlikle eminim. İlk yorumumda Hayrettin Karaman ne demek istemiş demiştim. Cevabını ben vereyim; Hayrettin Karaman, açıkça ‘çoğunluğun menfaati için azınlığın menfaati görmezden gelinebilir’ diyor. ‘Muhsin Yazıcıoğlu, umumun menfaati için öldürüldü ve öldürülmesi caizdir’ demek istiyor.
İslam hukukçusu H.Karaman, ‘Muhsin Yazıcıoğlu’nun maksatlı olarak öldürüldüğünü’ çoktan ilan etmiş bile. Buradan hareketle Gülen Cemaati’nin tasfiyesine cevaz veriyor! Hoca, bu ülkenin hala MECELLE ile yönetildiğini sanıyor! Oysa bu ülke mecelleyi terk edeli yaklaşık bir asır oldu. Öte yandan çoğunluğun menfaati için azınlığın ve kişilerin menfaatinin (elbette hayatlarının) ortadan kaldırılmasına onay vererek ‘haksız yere bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmek’ anlamına gelen Kur’an ayetini de inkar etmiş oluyorlar. Böyle bir yaklaşımın Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren caiz görülmeye başlanan ‘Kardeş katli’ne dair fetvadan neşet ettiği ortadadır. Lütfen zorbalardan yana tavır almayalım. Haktan ve hukuktan yana tavır alalım…”
Özellikle Hayrettin Karaman’ın yazdıklarıyla ilgili olarak yapmış olduğum yoruma takılan vaiz efendi, H.Karaman’ın yukarıya almış olduğum yazısını tashih ettiğine dair ikinci bir yazısının linkini gönderince kendisine şu cevabı verdim:
“…Bey, bazen hocalar da kıvırır. Hayrettin Hoca, ilk yazısını, yazdıklarından böyle bir anlam çıkacağını bile bile maksatlı olarak yazmıştır! Arkasından da hızlı bir kıvırma hareketi yapmıştır. Bütün mesele budur. Üstelik hoca, Muhsin Yacızıoğlu ve Turgut Özal’ın öldürüldüğünden emin gibi konuşuyor. Oysa Özal’ın kabri açıldı ve zehirlendiğine dair emare bulunamadı. Cesedinde herkesin cesedinde olabilecek miktarda zehir olduğu saptandı Adli Tıp tarafından. H.Karaman, yazdıklarıyla yangına körükle gidenlerdendir.”
Vaiz Efendi, benim yapmış olduğum bu yoruma “Cemaat yorumları, hoca kıvırdı der; cemaat hep haklı” diyerek, benim cemaat mensubu olduğumu ima ediyordu. Mecburen kendisine yine cevap vermek zorunda kaldım ve şu cevabı verdim:
“… Hocam, … Hoca beni az çok tanır. Ben cemaatin tam karşısında olan bir adamım. Ayrıca bu cemaatin ülkeye zarar verdiğine ve toplumu ayrıştırdığına da kesin inanırım. Yazdıklarımı lütfen bu noktai nazardan bakarak değerlendiriniz. Elimden geldiği kadar haktan ve adaletten yana olmaya çalışıyorum sadece. Bu ülke Gülen Cemaati ile AKP iktidarının oyuncağı edilemeyecek kadar mukaddestir. O kadar…”
Hoca Kıvırmaya Başlarsa Cemaat Göbek Dansı Yapar!
Hayrettin Karaman, hiç şüphesiz bu ülkenin en ünlü ilahiyatçılarından birisidir. Diyanet çevrelerinin ve mevcut iktidarın oy tabanının büyük saygısını kazanmış bir kişidir. Diyanet, halen onun zihniyetine mensup adamlar tarafından yönetilmektedir ve bunların arasında onun öğrencilerinin de bulunduğunda şüphe yoktur. O, aynı zamanda Diyanet tarafından yayınlanan kaynak niteliğindeki Kur’an Meali, Tefsir, İlmihal ve İslam Ansiklopedisi gibi eserlerin de yazarları arasındadır.
Başbakanın “Ulema” olarak nitelendirip, bazı meselelerin hallini kendilerine havale ettiği kişilerden birisinin de Hayrettin Karaman olduğu konusunda şüphe yoktur. O, aynı zamanda Başbakanın atadığı “Akil Adamlar” grubunun üyesi olacak kadar da hükümete yakın birisidir. Bu yönüyle Hayrettin Karaman, yandaş gazetelerden Yeni Şafak gazetesinde yazılar yazmaktadır. Dini içerikli yazılar yazmakla birlikte din kisvesi altına gizlenerek açık açık siyaset yaptığı da ortadadır.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, 19 Aralık tarihli ve “Türkiye’nin dostları ve düşmanları” başlıklı yazısında sonunda “Yolsuzluk Operasyonu” ile sarsılan hükümete “…Akl-ı selim ve kalb-i selim sahiplerinin bir dönüp sağlarına ve bir daha dönüp sollarına bakmaları gerekiyor; bu iktidar kadrosunun yerine koyabilecekleri başka bir kadro varsa -ki, bana göre yoktur- bir diyeceğim olamaz, yoksa kimse pire için yorgan yakmamalıdır.” demek suretiyle açıkça destek çıkıyor ve hükümete şöyle yol gösteriyordu:
“Mecellemizin 26. Maddesi şöyle der: ‘Zarar-ı âmmı def’içün zarar-ı hâss ihtiyar olunur’. Gençler de anlasın diye günün diline çevirelim: Kamuya (ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir. Siyasette olan selim akıl ve kalb sahiplerine de bu kuralı hatırlatıyor ve örnek olarak merhum şehid Muhsin Yazıcıoğlu’nu dua ile anıyorum.”(1).
Ne demek istiyordu Türkiye’nin hâlen “MECELLE” ile yönetildiğini zanneden ünlü İslam Hukukçusu Hayrettin Karaman? Aslında söylediği açıktı hazretin. Umumun (elbette hükümetin) menfaati için nasıl ki Muhsin Yazıcığoğlu bir şekilde bertaraf edildiyse ve Yazıcıoğlu’nun Genel Başkanı olduğu parti mensupları ve ailesi bunu sineye çekmişlerse (ki; BBP yöneticilerinin ve Yazıcıoğlu ailesinin bu konuda verdikleri canhıraş çabaya bakılırsa Yazıcıoğlu’nun ölmesi ya da H.Karaman’ın dediği gibi öldürülmesi, hiç de sineye çekilmiş değildir), Gülen Cemaati’de tasfiye ve bertaraf edilebilir ve cemaat mensupları bunu sineye çekebilirler. İslam’a (ve elbette Mecelle’deki İslam’a) göre; böyle bir tasfiye ve bertaraf caiz olur!
Doğrusu, bu ülkede az çok kafası çalışan herkes gibi benim de kafam allak bullak olmuştu Hayrettin Karaman’ın söylediklerinden. Zira adı geçen, hem Muhsin Yazıcıoğlu’nun maksatlı olarak öldürüldüğünü, hem de bunun caiz olduğunu söylüyordu. Şu halde Muhsin Yazıcıoğlu’nun öldürülmesinde kimlerin menfaati vardı ve Merhum Yazıcıoğlu 25 Mart 2009 tarihinde öldürüldüğüne göre bundan kim menfaat elde etmişti? Dorusu Hayrettin Karaman onu da biliyor gibi geldi bize! Hayrettin Karaman, “Şecaat arz ederken Merd-i Kıbti sirkatin söyler” misali, birilerine destek çıkacağım ve yağcılık edeceğim derken farkında olmadan onları ele mi vermişti bu yazdıklarıyla?
Sevgili ulemamız, hatasını anlamış olacak ki; Merhum Barış Manço’nun şarkısında olduğu gibi anında bir ters “U” dönüş yapıp kıvrak bir bel ve hızlı bir el hareketiyle bugün (22 Aralık) yazmış olduğu “Derin devlet de yapı da meşru değildir” başlıklı yazısında şöyle demiştir:
“Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu, ‘şahsına ve grubuna ait menfaati, gerektiğinde kamu menfaati için fedâ etme erdemi’ne örnek olarak zikretmiştim. Bazıları bunu yanlış anlamış, ‘devletin bekası için derin devlet tarafından öldürüldü ve o buna razı idi’ manasını çıkarmışlar. Yukarıda maksadımı, neye örnek verdiğimi açıkladım. Şimdi şunu ilave edeyim: Turgut Özal’ı, Eşref Bitlis Paşa’yı, Muhsin Yazıcıoğlu’nu ve daha nicelerini hangi gerekçe ile olursa olsun öldüren derin yapılar canidir, katildir ve cinayetlerinin ‘kamu menfaati, devletin bekası’ ile bir alakası yoktur. Devletin bekası ve kamu menfaati bu değerlerin öldürülmesini değil, yaşatılmasını zorunlu kılıyor. Gezi kalkışmasını ve benzerlerini tezgahlayan yapılar da millet-devlet düşmanlarıdır, devletini ve milletini sevenlerin bunlara destek vermesi düşünülemez.”(2).
Gördünüz mü bir kere ünlü İslam Hukukçusu ve Büyük Ulema’daki hızlı dönüşü ve kıvrak figürleri. Devletin resmi kurumu olan Adli Tıp Kurumu’nun raporuna rağmen bizim Ulema, Turgut Özal’ın derin devlet tarafından öldürüldüğü konusunda emindir. Eşref Bitlis ve Muhsin Yazıcıoğlu konusunda da yine aynı şeyleri düşünüyor. Ancak asıl niyetini yazısının son cümlesinde şöyle açık ediyor muhterem: “Şimdi de derin yapıların bütün silahlarını üzerine çevirdikleri bir Erdoğanımız var; duam onu ve namuslu çevresini Allah’ın koruması, tavsiyem ise milletini, mukaddesatını seven herkesin bu korumaya vasıta ve yardımcı olmasıdır.”(3).
Bana göre; Prof. Dr. Hayrettin Karaman, bilim namusunu ve ilim ahlakını sadece bu iki yazısıyla bile yitirmiş bulunmaktadır. O bakımdan dini görüş olarak ortaya koyduklarıyla amel edilemez. Üstelik o, Mecelle’nin 26. maddesinden hareketle, çoğunluğun menfaati için kişilerin ve küçük grupların menfaati ihmal edilebilir demekle Kur’anın açık hükümlerini de inkar etmiş bulunmaktadır. Nedir Kur’anın o hükmü? Prof. Dr. Hayrettin Karaman ve ekibince TDV adına hazırlanan mealden aktaralım:
“…Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur…”(3).
Peki, bu ayet hükmü doğrultusunda düşünürsek; Muhsin Yazıcıoğlu, kimin ya da kimlerin canına kastetti de öldürüldü? Bu konudaki fetva kimden alındı ve bu öldürülmeyi kimler caiz gördü? Merhum Yazıcığolu’nu kimler öldürdü? Sağa sola kıvırma hoca, lütfen erkekçe cevap ver; Muhsin Yazıcıoğlu’nun öldürülmesini neden caiz gördünüz?
Milletvekili seçilmek için partisinden istifa edip Sivas’tan bağımsız vekil seçildikten sonra tekrar dönüp partisinin başına geçecek ve karda kışta Çağlayancerit’in karlı dağlarında dolaşacak kadar siyaseti, partisini ve grubunu seven bir adam hakkında “Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nu, ‘şahsına ve grubuna ait menfaati, gerektiğinde kamu menfaati için fedâ etme erdemi’ne örnek olarak zikretmiştim.” demek, bırakın sizin gibi kendisine “İslam Alimi” sıfatı uygun görülen bir kişiye, sıradan bir Müslüman’a yakışan bir söylem midir hoca? Bak durduk yerde başını derde soktun. BBP yönetimi senin konu ile ilgili olarak savcılığa ifade vermen için yazılı müracaatta bile bulunmuş(4).
Hoca hoca, sahi sen;
…
Kibre ne sebeb yoksa vezirim deyu gerçek,
Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın
Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünya
Dünya sana mahsûs u müsellem mi sanırsın
Hâlî ne zaman kaldı cihan ehl-i tama’dan
Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın
En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun
Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın.
___________________
1-http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/turkiyenin-dostlari-ve-dusmanlari/44456
2-http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/derin-devlet-de-yapi-da-mesru-degildir/44755,
3-Mâide, 5/32, Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, s, 112, Prof. Dr. Hayrettin Karaman ve arkadaşları, TDV Yayınları, Ankara,
4-
Yazıları posta kutunda oku