T.C. Dışişleri Bakanı Sn. Ahmet Davutoğlu’nun KKTC Ziyareti

Rumları paniğe sokan durumun Davutoğlu’nun “Kurucu Devlet” tanımını kullanması olduğunu belirten Atun “İngilizce ‘Constituent  State’ olarak tanımlanan bu terimin, hayata geçecek yeni ve bağımsız bir devleti oluşturan kurucu devlet manasını taşıdığını açıkladı:

Can evlerinden vuruldular

Yurdagül BEYOĞLU

Cumhurbaşkanlığı Danışma Kurulu Üyesi , Davutoğlu’nun Yunanistan ziyaretinde Venizelos ve Samaras ile görüştükten sonra KKTC’ye gelip Eroğlu ve Downer ile görüşmesi sonrasında “Kurucu Devlet” terimini kullanarak açıklama yapmasının Rumları can evinden vurduğunu söyledi.

Rum lider Nikos Anastasiadis’in, Konseyi toplantıya çağırma hazırlığını yapmasının nedeninin, Davutoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Eroğlu’na baskı yapmak yerine tam destek çıkması olduğunu belirten Ata Atun, “Destekten de öteye Türkiye’nin Kıbrıs sorununun, müzakereler sonucunda halen geçerliliğini korumakta olan ‘BM Kıbrıs Müktesabatı’na uygun olarak ‘Yeni Federal bir devletin’ kurucu Türk ve Kurucu Rum devletleri tarafından yeniden yaratılması şeklinde olduğunu kesin bir dille vurgulamış olması” dedi.

Rumları asıl paniğe sokan durumun Davutoğlu’nun “Kurucu Devlet” tanımını kullanması olduğunu belirten Atun “İngilizce ‘Constituent  State’ olarak tanımlanan bu terim, hayata geçecek yeni ve bağımsız bir devleti oluşturan kurucu devlet manasında. Kurucu devletler anayasasının parçası olmakta, yasa yapabilmekte ve kendi bölgesi içinde kesin egemenliği bulunmakta.  Anastasiadis ve yanındaki mesai arkadaşları ise müzakerelerin sonucunda  “Yeni bir devletin oluşmasını” asla istememekte ve mevcut, Rumlar tarafından işgal edilmiş Kıbrıs Cumhuriyeti yasalarında bazı değişikler yapılarak Kıbrıslı Türklerin azınlık statüsünden biraz daha fazla haklar ile mevcut (korsan) devlete katılımını hedeflemekte” şeklinde konuştu.

Cumhurbaşkanlığı Danışma Kurulu Üyesi Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun KKTC ziyaretini ve bu ziyaretin Rum kesiminde tedirginlikle karşılanmasının sebeplerini Star Kıbrıs’a değerlendirdi.

Soru: Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun KKTC ziyareti ve Elçilik binasında Downer’le görüşmesi müzakerelerde bir dönemece gelindiği izlenimini doğurdu. Yarım asırdır süren müzakerelerde sona mı gelindi?

Bu soruyu yanıtlamadan önce bir hatırlatma yapalım; Tam 5 gün sonra Kıbrıs adasında yaşayan iki halkın kesin çizgilerle bölünmesine yol açan çatışmaların başlamasının 50. yılı olacak.  1 Ocak 2014 günü ise 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini yıkmayı ve adayı Yunanistan’a bağlamayı kendine ülkü edinmiş Makarios’un 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nı feshettiğini açıklamasının 50. yılı… Birçok yabancı gazeteci ve politikacı, Makarios Yılbaşı gecesi şarabı fazla kaçırdı, masa arkadaşlarının gazına geldi ve boyundan büyük laf etti diye yazmıştı ertesi gün. Türkiye ve İngiltere’nin sert çıkması sonucunda, daha doğrusu “söylediklerini geri almazsan biz adaya gelir 1960 Anayasasını tekrar yürürlüğe koyarız” uyarısından sonra istemeye istemeye basına bir açıklama yapmış ve sözlerinin yanlış anlaşıldığını belirterek, anayasayı lav etmekten de vazgeçmişti. 7 Ocak 2104 ise, Kıbrıslı Türklerle Rumların yaptıkları ilk müzakerenin 50. yıl dönümü. Birçok kişi müzakerelerin 1968 yılında Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta başladığını söyler. Doğrudur gerçekte.

“İLK GÖRÜŞME BEYRUT’TA OLMUŞTU”

BM gözetiminde ve uluslararası camianın bilgisi ve onayı ile yapılan ilk görüşme 1968 yılında gerçekleşmiştir, Phonecia Otel’de… O yıllarda Ortadoğu’nun Paris’i diye anılan Beyrut’un ilk ve tek 5 yıldızlı oteliydi Phonecia. Burada başlayan Kıbrıs müzakereleri adaya barışı getirmek amacını taşıyordu.

“KALLEŞÇE ATILAN KAZIK…”

Bu tarihten evvel Rumlarla Türkler arasında birçok görüşme yapıldı. 7 Ocak 1964 günü yapılan ilk görüşme karşılıklı olarak yollara kurulan barikatların kaldırılması ile ilgiliydi ve rahmetli Dr. Fazıl Küçük ile Makarios arasında gerçekleştirilmişti. Türk tarafı anlaşmaya sadık kalmış ve barikatları kaldırmış, buna karşın Rumlar her zaman yaptıkları gibi anlaşmanın altına attıkları imzayı inkar etmişler ve barikatları havadan bir bahane yaratıp kaldırmamışlardı. 4 Mart 2014 ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde bizler Kıbrıslı Türklere acımadan ve kalleşçe atılan kazığın 50. yıl dönümü olacak. O gün bu gündür, son 50 yıldır hep ambargolara ve insanlık dışı davranışlara muhatap olduk. 1963-1974 arasında ise tam bir soykırıma uğratıldık Rumlar tarafından.

***

“KAYIP ŞAHISLAR KOMİTESİ’NİN KAYITLARI HALKA AÇILMALI”

Soykırımdan neyi kastettiğimin anlaşılabilmesi için “Kayıp Şahıslar Komitesi”nin kayıtlarının ve tutanaklarının halka açılmasını isterim. Halka açılmazsa da yazı yazın, başvurun ve size her iki tarafa ait araştırılmakta olan kayıpların listesi ile mesleklerinin gönderilmesini talep edin. Kayıp Şahıslar Komitesinde, kayıp şahısların kim oldukları ile ilgili tam bir komedi oynanmaktadır. 1963-1974 yılları arasında kayıp olan Rumların yüzde sekseni askerdir ve Barış Harekatında hayatlarını kaybetmişlerdir. Günümüzde Karaoğlanoğlu şehitliğinde sergilenen tankları, zırhlı taşıyıcıları, topları, havanları ve diğer askeri malzemeyi biz Türkleri öldürmek ve bu adadan silip atmak için kullanırken hayatlarını kaybetti bu Rum kayıplar. Bir savaş esnasında bundan daha doğru bir gelişme olamaz. Onlar hayatlarını kaybetmeseydi, bizler kaybetmiş olacaktık.

“YAPTIKLARI KATLİAMLARI UNUTTULAR”

Bu silahların da hangi parayla alındığı da bir başka araştırılması gereken konu. 1960-1974 yılları arasında Kıbrıs Cumhuriyetine Dünya Kalkınma Bankası tarafından verilen düşük faizli kredi ve hibelerin yüzde otuz’unun Türk Cemaat Meclisine verilerek Kıbrıslı Türklerin kalkınma yatırımlarına harcanması gerekirken, bu para Kıbrıslı Türklere verilmemiş ve Maraş’ta otel yapmak isteyen, Lordos gibi Rum yatırımcılara sıfır faiz ve 20 yıl vade ile verilmiş, bir kısmı ile de Türkleri yok etmek için Mısır’dan ve Arjantin’den zırhlı taşıyıcılar, tanklar ve Çekoslovakya’dan da otomatik tüfekler alınarak Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) saldırı ve imha silahları ile donatılmıştı. Açıkçası Rumlar, bizim paramızla bizi öldürmek ve yok etmek için çeşitli silahlar satın almışlardı.  Buna karşın 1963-1974 yılları arasında kayıp olan Türklerin yüzde sekseni çocuk, kadın, sivil erkek ve yaşlılar. 1963-15 Temmuz 1974 arasında birçok masum sivil Türk, sırf Türk oldukları için yollardan, tarlalardan, işyerlerinden, otobüslerden, arabalarından alındı ve acımasızca öldürüldü. Şimdi Rumlar bu gerçeği ters çevirmeye ve Türkiye ile Türk Silahlı Kuvvetlerini suçlamaya çalışmakta, kendi yaptıkları insanlık dışı davranış ve katliamları unutarak.

“DENKTAŞ’I TÜRKİYE’YE ŞİKAYET ETTİLER”

4 Mart 1964 tarihine BM Güvenlik Konseyinde yaşananlar ise tam bir insanlık yüz karası aynen 18 kasım 1983 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 541 numaralı karar gibi. 4 Mart 1964 tarihinde Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türkleri katletmesini önlemek ve Türklere yapılan saldırıları kontrol altına almak amacı ile Türkiye’nin başvurusu ile toplanan BM Güvenlik Konseyi, rahmetli liderimiz Rauf R. Denktaş’ın, karar taslağı içinde adaya BM Barış gücünün gönderilmesi ile ilgili olarak “Kıbrıs Hükümeti ile istişare edilerek” cümlesi yerine içinde Kıbrıslı Türklerin yüzde otuz kurucu ve yönetici haklarının bulunduğu “Anayasal Kıbrıs Hükümeti ile istişare edilerek” cümlesinin konulmasını ısrarla talep etmesi sonrasında ABD yetkilileri, rahmetlik liderimizi Türkiye’ye şikayet etmişler ve inadının kırılmasını talep etmişlerdi. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, rahmetlik liderimizin endişelerini dikkate alıp Amerikalı diplomatları ikna edeceğine, ABD’nin isteğini yerine getirmiş ve Denktaş’ı ısrarından vaz geçirmişti. Sonrasını herkes bilmekte.

“TÜRK MİLLETVEKİLLERİNİ TEMSİLCİLER MECLİSİ’NDEN ATTI”

Makarios hükümeti, BM’nin bu kararından sonra kendini adanın tek hükümranı olarak kabul etmiş,  ilk iş Türk Milletvekillerini silah zoru ile Temsilciler Meclisinden atmış, Kıbrıslı Türklere korkunç bir baskı uygulamaya başlamış, ellerinden dolaşım, serbest ticaret ve her tür insanca yaşam haklarını almış sonra da katliama başlamıştı. 20 Temmuz 1974 tarihinde anavatan Türkiye’miz 1960 Anayasasında kağıt üstünde yer alan garantörlüğü, fiiliyata çevirememiş olsaydı, bu gün adada hiçbir Kıbrıslı Türk yaşıyor olmayacaktı. Türkiye’nin müdahale edememesinden daha da cesaretlenecek olan Rumlar, Yunanistan’a bağlandıktan çok kısa biz zaman sonra adada yaşamakta olan Kıbrıslı Türklerin sayısını silahlı ve de ekonomik baskılarla sıfıra kadar indirgeyeceklerdi.

“DAVUTOĞLU’NUN BASKI YAPMASINI İSTEDİLER…”

Geçen haftalarda da Mart 1964 tarihinde yaşananlara benzer bir olayı yaşadık.  ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile İngiltere Dışişleri Bakanı William Hauge, Anastasiadis’in başvurusu üzerine Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Profesör Dr. Ahmet Davutoğlu ile temas kurarak Kıbrıs’ta tıkanmış gözüken Ortak Metin çalışmalarının sona erdirilmesi ve Müzakerelerin başlayabilmesi için Eroğlu’nun “Tek egemenliği” kabul etmesi için kendisine baskı yapmasını istediler. “Tek Egemenlik” konusunun tek başına bir madde olmadığını, bu maddeye ilaveten Türklerin karşı öneri olarak sunduklarının da var olduğunu çok iyi bilen Davutoğlu, 1964’de oynanan oyuna gelmemiş ve kibarca ABD’nin bu talebini, Yunanistan ile görüşerek değerlendireceği şeklinde yanıtlayarak, Erivan toplantısı sonrasında Ankara’ya uğramadan Atina’ya gitmiş ve mevkidaşı Evangelos Venizelos ile görüşmüştür.

“DAVUTOĞLU VENİZELOS’U İKNA ETMİŞ”

Eski Rum lider Hristofyas ile eski KKTC Cumhurbaşkanı M. A. Talat arasında yapılan görüşmelerde yer alan ve BM tarafından açıklanan birçok mutabakat maddesini yok sayan Anastasiadis’in sadece kendi çıkarlarına yarayan “Tek Egemenlik, Tek Vatandaşlık, Tek Uluslararası Temsiliyet” maddesini “Ortak Açıklamaya” sokmak istemesinin getireceği sıkıntıları Venizelos ile paylaşan Davutoğlu, dost politikacı ve diplomatlardan aldığım bilgiye göre Venizelos’u Türkiye ile işbirliği içinde,  Kıbrıs sorununu çözmeye ve sonlandırmaya ikna etmiş. Bu ikna sürecine Başbakan Recep T. Erdoğan’ın, mevkidaşı Andonis Samaras ile yaptığı görüşme de çok etkili olmuş. (Duyum olduğu için -mış- ekini kullanıyorum.)

“YENİ TALEPLERİN FAYDA SAĞLAMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYORLAR”

Türkiye ve Yunanistan liderlerinin ortak görüşü, Kıbrıs konusunun 50 yıllık bir mesele olduğu ve yeni taleplerin artık hiç bir tarafa fayda sağlayamayacağı şeklinde. ABD, AB, İngiltere ve BM’nin Güney Doğu Akdeniz’de varlığı tespit edilen doğalgazın, uluslararası kurallara uygun olarak çıkarılması ve batı dünyasının kullanımına sunulabilmesi için Kıbrıs konusunu sonlandırmak istedikleri artık iyice açığa çıktı. Yunanistan’ın bu yaklaşımının Rumların paniğe kapılmasına neden olduğu kesin.

Soru: Rum basınını takip ettiğimizde bir tedirginlik görüyoruz. Rumları rahatsız eden ne oldu?

Anastasiadis’in geçtiğimiz gün alelacele Rum siyasi parti başkanlarını toplaması ve hafta içinde de Ulusal Konseyi toplantıya çağırma hazırlığını yapmasının nedeni, Yunanistan’ın bu yaklaşımı ve Davutoğlu’nun da KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu’na baskı yapmak yerine tam destek çıkması. Destekten de öteye Türkiye’nin Kıbrıs sorununun, müzakereler sonucunda halen geçerliliğini korumakta olan “BM Kıbrıs Müktesabatı”na uygun olarak “Yeni Federal bir devletin” kurucu Türk ve Kurucu Rum devletleri tarafından yeniden yaratılması şeklinde olduğunu kesin bir dille vurgulamış olması.

“RUMLAR YENİ BİR OLUŞUM İSTEMİYOR”

Rumları asıl paniğe sokan Davutoğlu’nun “Kurucu Devlet” tanımını kullanması. İngilizce de “Constituent State” olarak tanımlanan bu terim, hayata geçecek yeni ve bağımsız bir devleti oluşturan kurucu devlet manasında. Kurucu devletler anayasasının parçası olmakta, yasa yapabilmekte ve kendi bölgesi içinde kesin egemenliği bulunmakta.  Anastasiadis ve yanındaki mesai arkadaşları ise müzakerelerin sonucunda  “Yeni bir devletin oluşmasını” asla istememekte ve mevcut, Rumlar tarafından işgal edilmiş Kıbrıs Cumhuriyeti yasalarında bazı değişikler yapılarak Kıbrıslı Türklerin azınlık statüsünden biraz daha fazla haklar ile mevcut (korsan) devlete katılımını hedeflemekte.

“CAN EVLERİNDEN VURULDULAR”

Davutoğlu’nun Yunanistan ziyaretinde Venizelos ve Samaras ile görüştükten sonra KKTC’ye gelip Eroğlu ve Downer ile görüşmesi sonrasında “Kurucu Devlet” terimini kullanarak açıklama yapması, Rumları can evinden vurdu. Bu gelişme arkasından neyi getirecek. Büyük bir olasılıkla, BM Kıbrıs müktesebatı uyarınca yeniden doğması planlanarak hazırlanmış olan “Kıbrıs Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”ni tanımlayan Annan Planı benzeri bir planın gündeme getirilmesini.

Rumları paniğe sokan durumun Davutoğlu'nun "Kurucu Devlet" tanımını kullanması olduğunu belirten Atun “İngilizce ‘Constituent  State’ olarak tanımlanan bu terimin, hayata geçecek yeni ve bağımsız bir devleti oluşturan kurucu devlet manasını taşıdığını açıkladı: - davutoglu4