Mezopotamya bölgesinde günümüzden binlerce yıl önce Sumerler, Akadlar, Babilliler v.b. halkların bize bırakmış olduğu çiviyazılı kaynaklardan elde ettiğimiz bilgilere hekimlerin hastalıkları teşhis yöntemi hakkında çeşitli bilgiler edinmemiz mümkündür. Hekimler, hastaların bulundukları evlere gitmişler ve hastalara sordukları sorularla hastalığı tanımlamaya çalışmışlardır. Bunun haricinde öncelikle hastanın genel görüntüsü ve hareketlerini incelemiş, daha sonra hastaya el ile dokunarak vücut ısısını ölçmek, hastanın soluğunu dinlemek, nefesinin kokusuna bakmak, bağırsak sesine bakmak gibi teşhis yöntemlerine de başvurmuşlardır. Ayrıca hastalığın tam teşhisi için ağız ve dilin durumu, idrarın görüntüsü, gözlerin durumu da diğer yöntemler arasındadır. Örnek olarak şunları verebiliriz: Hastanın ağzı kırmızı ise hasta iyi olacaktır, siyah ise hasta ölecektir. İdrar kırmızı ise hasta iyileşecektir, şayet hasta idrarını yapamıyorsa o kişi ölecektir.
O devrin hekimleri nabzın atışının kan dolaşımıyla ilgili olduğunu anlayabilmiş, bazı akıl hastalıklarını tanımlayabilmiş ve bunun tedavisi için sihre başvurmuşlardır.
Göz hastalıklarını da çok yakından incelemiş ve bunları iyileştirmek için göz banyoları, merhemler ve bazı yağlar kullanmışlardır. Ayrıca miyop ve hipermetropluğu gidermek için çeşitli cam mercekler kullanmışlardır. Çiviyazılı belgelerden göz hastalıklarına karşı bir takım otları kaynatarak yağ içerisinde bir merhem yaptıkları ya da bakır madenini arpa suyuna karıştırarak bununla hasta gözü yıkadıkları öğrenilmektedir.
Yine ilgili tabletlerde; boğaz, kulak, kalp, akciğer, karaciğer, mide, bağırsak, idrar yolları ve cilt rahatsızlıkları hakkında ayrıntılı bilgi verilmiş ve bunların belirtileri ile tedavi yolları açıklanmıştır. Sarılık hastalığının karaciğerden kaynaklandığı fark edilebilmiştir.
Mezopotamyalılar diş çürümesini ise kurt yeniği olarak düşünmüşler ve çürük ya da ağrıyan dişi çekmişlerdir. Hekimler dişçilikleri konusunda sadece bir sihir formülü bulunmuştur. Anlaşıldığına göre diş siniri kurt sanılıyor ve diş çekiliyordu. Söz konusu tablette kurdun Tanrı Šamaš ile Ea’nın huzuruna çıkarak ağladığı ve rızkının ne olduğunu sorduğu kaydedilmiştir. Aldığı cevapta kendisine incir, incir ağacı ve narın rızk olarak verildiğini duyan kurt “dişle diş eti arasında yaşayayım ve bunların dibini kemirerek kan içeyim” diye yalvarmıştır. Diş çürümesine karşı kullanılan sihir formülü tamamen bu hikâyeye dayanmaktadır.
Mezopotamyalı hekimler sindirim ve solunum organlarına ilişkin hastalıklar üzerinde çok durmuşlardır. Özellikle safra kesesini iyi bildikleri anlaşılmaktadır. Safra kesesi rahatsızlıklarında hastaya suya keskin şarap karıştırılarak içirilmiştir. Ayrıca hastaya dana sütü vermişler ya da dana sütüne veya acı içkilere hurma şarabı karıştırarak kullanmışlardır. Safra kesesinin acılığına karşı acı ilaç kullanarak her hastalığın kendine benzer bir madde ile tedavi edilmesi usulünü geliştirmişlerdir.
Hastalıklar ve bunlara uygulanan tedaviler hususunda elimizde hükümdarlara yazılmış mektuplar da mevcuttur. Buna en güzel örnek, Asarhaddon’un hekimi Arad-Nanay’ın yazmış olduğu mektubu verebiliriz. Sayılı’dan nakletmiş olduğumuz mektupta hekim şöyle yazmıştır:
Hünkârım Efendime. Hizmetkârın Arad-Nanay’dan Hünkârım Efendime selamlar. Nimutra ve Gula Hünkârım Efendime mutluluk ve sağlık ihsan etsinler. Hükümdarımın oğluna sıcak selamlar. Kendisi için tavsiye ettiğim tedavi her çift saatin üçte ikisi fasılasıyla tatbik edilmelidir. Mugi’lerin reisinin dün burun kanamasının şiddetli olduğu yolunda verdiği habere gelince, pansumanlar doğru yapılmamış. Pansuman, solunuma müdahale edecek ve kanın ağız içine akmasına sebep olacak şekilde, burnun kanatlarına tatbik edilmiş. Hava temasını engelleyecek şekilde burun, sonuna kadar tamponlanmalıdır. Böyle yapılınca kanama duracaktır. Hünkârım arzu ederse yarın tekrar hastayı ziyarete geleyim. Bundan böyle işlerin iyi gideceğini ümit ediyorum.
Mektuptan anlaşılacağı üzere, Mezopotamyalılar burun kanamasını tamponla durdurmuşlardır. Bir insan kan kaybettiğinde güçsüzleşmekte, çok kan kaybettiği zaman ise hayatını kaybetmektedir. Mezopotamyalılar’ın kanın önemini fark etmiş oldukları açıktır.
Kehanetle ya da teşhisle belirlenen hastalıkları, Mezopotamyalı hekimler kendilerinin hazırlamış olduğu ilaçlar ile tedavi etmişlerdir. Onlar tabletler üzerine yazdıkları ilaç reçetelerinde, ilacı oluşturan maddelerin adlarını ve ilacın nasıl kullanılacağını belirtmişlerdir. Bu reçeteler düzenlenmeleri ve içerikleri yönünden şu şekilde sınıflandırılabilir:
Hastalık belirtilmeden yazılmış ilaç bileşimleri.
Belirli bir hastalığa ait ilacın bileşimi.
Çeşitli hastalıklara ilişkin, kitap oluşturacak şekilde düzenlenmiş olan çok sayıda ilaç bileşimi.
Belirli bir hastalığa tutulmamak için kullanılacak ve günümüzün aşılarına benzer ilaçlar.
Hekimler bu ilaçları üç safhada hazırlamışlardır: pişirmeden önce, pişirme ve soğutma safhası. Bahsedilen safhalardan sonra ilaçlar; bandaj, yağ, lapa, iksir, hap, fitil, tampon, şırınga ve tütsü olarak hastaya uygulanmıştır. Hekimlerin bu formlarda sunduğu ilaçlarla tedavi süresinde, sihirli sayıların etkisi olduğu düşünülmüş ve sayıların ilacı daha tesirli hale getirileceğine inanılmıştır. Bu sayılar arasında üç ve yedi ile katları en çok tercih edilenler olmuştur. İlaçlar üç, yedi, yirmi bir tane olmak üzere uygun görülen kullanım şekliyle hastaya verilmiştir. Ayrıca, bitkisel ilaçların dolunay gibi uğurlu zamanlarda veya bundan yedi gün önce ya da yedi gün sonra toplanmış malzemeden yapılması gerektiği düşünülmüştür.
Uğurlu zamanlarda toplanması gerektiğine inanılan bu bitkilere; hardal, kekik, erik ağacı, armut, incir, söğüt, mana bitkisi, köknar ve çam ağacını örnek olarak verebiliriz. İlaçların ana maddelerini bu bitkiler ile beraber hayvansal ve mineralsel kaynaklar sağlamıştır. Kullanılan gözde mineraller arasında sodyum klorür (tuz), ırmak zifti ve rafine edilmemiş yağ vardır. Hayvanlar âleminden de yün, süt, kaplumbağa kabuğu ve su yılanından yararlanılmıştır. İlaç yapımında kullanılan sıvılar ise su, bira, şarap, sirke, kan, susam yağı, süt, kuyruk yağı, iç yağı, kemik iliği ve idrardır. Hekimler kırarak ezdikleri maddeleri bu sıvılarla karıştırarak kullanmışlardır.
Söz konusu sıvılardan daha çok iksir ve losyon yapımında yararlanılmıştır. Örneğin iksiri oluşturan maddeler genellikle bira içinde eritilerek kullanılmıştır. İksirler şiddetli baş ağrısı, baş dönmesi, göz rahatsızlıkları, bağırsak gazı ve mide bulantısı gibi durumlarda uygulanmıştır. Elimizde Sümerler’den kalma tabletten iksirlerin içeriği hakkında bilgi edinebilmekteyiz. Söz konusu tabletteki 10 numaralı reçetenin çevirisi şöyledir:
. Armut ve “manna”-bitkisinin köklerini toz haline getiriniz; (toz haline getirilmiş otları) biranın içine dökünüz (ve) (hasta) kişiye içiriniz.
Reçete 11 ise şu karışımı içermektedir:
Nignagar-sebzesinin tohumlarını, sarısakızı (?) (ve) kekiği toz haline getiriniz; biranın içine dökünüz (ve hasta) kişiye içiriniz.
Mezopotamyalılar kabukları ezerek, bunları bira, şarap, süt, sirke ya da idrar gibi sıvılarla karıştırarak bir nevi yakı elde etmişlerdir. Bunları bandaj üzerine serpmek suretiyle hasta bölgeye uygulamışlardır. Kramer’in nakletmiş olduğu ilaç reçetelerinden yakılarla ilgili de bilgi edinmekteyiz ve 5 numaralı reçetenin çevirisi şöyledir:
Irmak çamurunu toz haline getiriniz (ve)…; bunu suyla yoğurunuz; ham yağla ovunuz (ve) yakı olarak bağlayınız.
Aynı reçetelerden yutularak alınan ilaçlarla ilgili olarak da 9 numaralı reçeteyi örnek verebiliriz. Reçetede aşağıdaki işlem anlatılmaktadır,
…. bitkisinin sakızı üzerine sert bira dökünüz; bir ateş üzerinde ısıtınız; bu sıvıyı ırmak zifti yağına dökünüz (ve) (hasta) kişiye içiriniz.
Mezopotamyalı hekimlerin tedavi için kullandıkları bazı ilaçları günümüzde “kocakarı ilacı” denilerek hala kullanılmakta. Sonraki yazılarımda görüşünceye dek esenlikle kalın.
Dip. Ark. Kadir YILDIRIMSAL
e-mail: [email protected]