AKP hükümeti ile Gülen cemaati arasındaki gerilim, 2004 Ağustos MGK’sında Gülen cemaatinin yurtdışı ve yurtiçi faaliyetlerine karşı önlem alınması kararının çıktığı,
Bu kararın Başbakan Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Gül’ün de aralarında bulunduğu bazı kabine üyeleri tarafından imzalandığının duyurulmasıyla yeni bir dönemece girdi.
*
Öte yanda, söz konusu MGK kararının 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında alınan kararlarla benzerlik gösterdiği, bu toplantılardan bir tanesi suç unsuru olarak nitelendirilirken diğeri hakkında yasal bir işlem yapılmamasının hukuka aykırı bir durum oluşturduğu iddia ediliyor.
İlgili tarihlerde irtica ile mücadele kapsamında yürütülen faaliyetlerin tümünün Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı’nın koordinasyonunda gerçekleştirildiği -dolayısıyla,
1997’de Balyoz Davasına konu olan toplantının ve sonrasında yasal zeminde hayata geçirilen önlemlerin de suç unsuru taşımayacağı söyleniyor.
*
Sonuçta hükümet ve cemaate bağlı kişi ve kurumlar birbirine karşı saflaşıyor – tam da, yerel seçimlerin ve ondan bir süre sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arifesinde bir iktidar savaşı yaşanıyor -ki, bu savaşa haklı olarak kitleleriyle birlikte Balyoz mağdurları da katılıyor,huzursuzluk büyüyor.
Ne oluyor?
*
TSK’nın 12 Eylül 1980’de, ABD buyruğunda “Yahu,hangi taşı kaldırsam altından Atatürk çıkıyor”düşüncesinde Kenan Evren komutasında Türk toplumunu zamanla ekonomik,siyasal,ahlaki, kültürel ve sosyal her alanda çürüten günlerden başlamak gerekiyor.
*
Yetiştirilen yeni bir nesille bireycilik ve apolitiklik kutsanmış, her türlü ulusal değer ayaklar altına alınmış,çarpık bir ekonomik yapı ardından toplumsal doku tahrip edilmiştir.
Nihayet -hem,Fethullah Gülen -hem, Necmettin Erbakan’dan bayrağı kapan Tayyip Erdoğan’ın yıllar boyunca oluşturdukları insan sermayesi yatırımı ve karşılıklı çıkarlarla kişiler arasında oluşturdukları sosyal sermaye yatırımından AKP’nin iktidar olmasıyla birlikte bir İslamcı kadro hareketi;
Türk Milleti çerçevesinde devletin elit kadroları tüm yapılardan silmiş, hareketini kısıtlayan ekonomik dengeleri yeniden düzenlemiş ve devleti Orta Doğu’ya yönelik politikalarda kurumsallaştırmıştır.
*
Bugün, siyaseti ve askeri; Milli İstihbarat Teşkilatı merkezinde Türkiye’nin demokratikleşmesi idaresinde ABD/CIA, Kürtlerin demokratikleşmesi idaresinde İsrail/MOSSAD, askerin idaresinde NATO unsurlarının gölgesi altında Recep Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen unsurları yönetiyor.
Bu yeni Türkiye’dir; Osmanlı’nın egemen olduğu İslam toplumlarındaki siyasal kültürün kurumları ve kültürel kodlarının çağdaşlaşmasının siyasetini yapılıyor-du ki;
*
Bir süre önce Türkiye’de ve bir çok İslam ülkesinde desteklenen İslamcıların; Ekonomilerini rekabetçi baskılara dayanabilecek bir ekonomi varlığı içinde tutmayı başaramadıkları:İslamcılığın demokrasiyle alâkasının olmadığı: İslamcılıkla taassuba yönelen toplumların İslami Cihad örgütlerini beslediği:
Bu yüzden İsrail’in güvenliğinin mütemadiyen beklemede kaldığı: İslami Cihad örgütlerinin Batı’yı, Rusya’yı ve Çin’i tehdit ettiği:Bu haliyle dünyanın en tehlikeli bölgesi Ortadoğu’dan dünyaya istikrar,güven, barışın yansımasının olanaksızlığı anlaşıldı.
*
Hele -ki, Suriye’deki iç savaşın Ortadoğu’nun parçalanmasına neden olacağı ve İran’ın nükleer programında ilerlediği görülünce bölgenin bir arada, hoşgörü, özgürlük ve demokratik istikrar temelinde yeniden inşa edilmesi şart oldu.
*
Mısır’da demokrasiyi kullanarak ülkeyi dine dayalı bir yönetim şekline zorlayan Mursi ve Müslüman Kardeşler örgütü, Türkiye’deki kardeşleri gibi yeni Mısır Devleti’ni kuramayışlarının bedelini kolayca iktidardan indirilmeleriyle aldılar!
BM Güvenlik Konseyi’nin 2118 sayılı kararı ve Cenevre II Barış Konferansının düzenlenmesiyle ilerleyecek ve işlenen hukuk ihlallerinden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve bunları destekleyen devletlerin paylarını üstlenmeleri ve yeni Suriye’nin bu hukuktan kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın alınmasına hız verildi.
Cenevre’de 5+1 grubu ile İran’ın nükleer programının sınırlandırılmasına yönelik pazarlıklar umud veren bir ön anlaşma ile sonuçlandı.
*
Geriye,Ocak 2014’te Cenevre II Konferansı’nın yapılması ve yeni Suriye’nin kurulması işleri ve sonrası kaldı.
*
Bu noktada Suriye rejiminin halk tabanı ve net bir siyasi programı bulunan,dışarıdan kiralanmayan ve emirleri dışarıdan almayan,silah ve terörden uzaklaşan herhangi bir tarafla müzakerelere hazır olduklarını açıklamasına rağmen,
Başbakan Erdoğan,” Bu rejim kimyasal silah kullandı.Rejim, bu suçun cezasını çekmeli ” düşüncesinden geliştirdiği, bütün vebalin Esad’a yüklenmesi ve Lahey Adalet Divanı’nda Esad’ın yargılanmasını gerektiren savunusu karşı-karşıyadır.
*
Erdoğan, “Cenevre II Barış Konferansıyla geçiş yönetimi kurulduğunda Esad ve arkadaşları yönetimde olmamalıdır. Bosna halkı, insanlık suçu işleyenlerle aynı masada oturmayı kabul etmişti. Fakat geçen yıl yapılan görüşmelerde şöyle bir şey ortaya çıktı: Ellerine kan bulaşmış insanlarla aynı masaya oturmak istemediler ve onları görüşmeden uzaklaştırdılar” emsaliyle -aksi takdirde ,Cenevre II sürecini bir süre sonra tıkayacağına işaret ediyor.
Üstelik bu savunu ve Yeni Türkiye Devleti gücüyle İslam ülkelerindeki İslamcıları “Ümmet” dayanışmasına çağırıyor, Ortadoğu barışına engel oluyor.
İşte Suudi Arabistan da bu savunudadır, Özgür Suriye Ordusu’da Cenevre II Konferansına katılmayacağını açıklamış bulunuyor.
*
Başbakan Erdoğan’ı en iyi tanıyan kişi -elbette,Suriye Cumhurbaşkanı Esad’tır – bakınız,
“Erdoğan Müslüman Kardeşlerin ideolojisi ve düşüncelerini derin bir şekilde taşıyor.Tabî olduğu bu cemaati ve ideolojisini Türk halkının çıkarları ve iki ülke ilişkilerinin çok üstünde görüyor.
Erdoğan’ın ABD ve Batı’nın vekili olarak iktidara geldiği andan beri lâiklerle bir çatışma yaşarken,Türkiye’nin uğradığı maddi ve manevi hasara rağmen bu tutumundan geri adım atmaması;
Müslüman Kardeşlerin bölgede bir çok devlette iktidar olmaları halinde güçleneceğini düşünmesi,Suriye dahil bölgede yaşananları tarihi fırsat olarak kullanması, bunun en büyük kanıtıdır”diyor.
*
Ocak 2014’te yapılacak Cenevre II Konferansı ve yeni Suriye’nin kurulmasının, dünyanın en tehlikeli bölgesi Ortadoğu’dan dünyaya istikrar,güven, barışın yansımasının bir kilidi Başbakan Erdoğan’da bulunuyor.
Şimdi, ABD barış sürecini sağlamak üzere “memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler” ifadesinden hareketlenmiştir.
İşte, türlü katekullinin ardından yeniTürkiye’de siyaseti ve askeri birlikte yöneten Fethullah Gülen ve Recep Tayyip Erdoğan -şimdi, birbirine kırdırılıyor…
*
Halbuki, Fethullah Gülen yeni Türkiye’de cemaatinin gücünü takdim ederken,”Hükümet dışı,geniş kitleleri etkileyebilen hareketimizin partilere siyasetleri bazında destek vermesi ve gerekirse bunu geri çekmesinin toplumsal sigorta gibi düşünülmesi gerekir”diyor,
Statülerinin geriye götürülmesinin çok zorlaşmış olduğuna değiniyor ve bir noktanın altını çiziyordu; “Ancak vesayet bu sefer entrikalarla, dedikodularla velhasıl en kuvvetli insanları bile tuş edebilen zaaflarla karanlık emellerine geniş kulvarlar açabilir” ikazında bulunuyordu.
*
Tayyip Erdoğan ise -daha dün,Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda “Önümüzdeki 4 aya dikkatinizi çekiyorum, (eliyle 4 işareti yaparak) bu işaret birilerini rahatsız ediyor. Ama ben rahatsız değilim.Bu işareti yapan Mısır’da 20 kadar genç kızımızı içeri atan darbeci yönetimin karşısındayım. Karşısında olmaya da devam edeceğim. Önümüzdeki 4 ay boyunca dikkatinizi çekiyorum. Plan, proje, vizyon değil, sadece fitne üretecekler, ne gerekiyorsa yapacaklar, ellerine ne geçerse kullanacaklar, her imkanı, her fırsatı, her çirkinliği ve ittifakı değerlendirmenin gayreti içinde olacaklar. İçeriden ya da dışarıdan ellerine ne geçerse, fırlatacak ve Türkiye düşmanları ile bile işbirlikleri yapıp üzerimize saldıracaklar” diyordu.
*
ABD vesayeti altında Erdoğan ve Gülen arasında savaş henüz başlamıştır,Ortadoğu’da barışın yolunu açmak üzere İslamcı şanlarına yaraşır şekilde karşılıklı fitnelerle birbirlerine düşürülmüşlerdir.
Bu tarafların “Durmak Yok,Yola Devam” mecburiyetiyle geliştirdikleri -yarınların; türlü fitnelerle belirleneceği, bilhassa,Erdoğan’ın kısa vadede mutlaka kırılacağı yeni nesil bir darbedir.
Bay’ımızın Lahey Adalet Divanı yolu açık olsun!
1.12.2013