İran binlerce yıldır var olan bir devlet. İmparatorluklar kurmuş, bir dönem Kıbrıs adasını bile fethedecek denli genişlemiş, Anadolu’yu boydan boya geçip, şimdiki Yunanistan topraklarında bulunan kent devletlerine saldıracak denli yayılma gücüne ulaşmış, kökleri tarihin derinliklerine kadar inen bir devlet.
Çağımızda topraklarında çıkan petrol ve doğalgaz nedeni ile geliri yüksek olan, kendi kendine yetebilmek ve dışa bağımlı olmamak için çabalayan bir ülke İran. Halkının büyük bir kısmı Şii. Sonra Sunni’ler, sonra da az sayıda olsalar bile Bahai’ler ve çok az sayıdaki Yahudi’ler geliyor, dinsel sınıflamada.
İran kendi kendine yeterli olabilmek çabaları içine girdi yıllar önce. Önce hemen hemen her iş kolunda küçük sanayiyi hayata geçirdi. Sonra kara taşıt aracı imaline başladı. Bunun için gerekli olan tüm yan sektörleri de kurdu. Sonra sıra deniz taşıtı imal etmeye geldi. Bunu da silah, uçak , füze ve uydu imali takip etti.
Petrolün ve doğalgazın getirdiği para akışına ve de ülkenin sınırları içindeki coğrafik yapıya çok güvenerek, batı hegemonyasından kurtulmanın yollarını aramaya başladı. Hedef büyüttü ve nükleer silah sahibi ülkeler sınıfına girmeyi kendine ilke edindi.
İran nükleer enerji sahibi olabilmek için yıllar önceden hazırlığa başladı ve büyük boyutta yatırımlar yaptı. Bilim adamları yetiştirip istihdam etti, gizli tesisler kurdu ve karmaşık testler, denemeler yaptı.
Humeyni yönetimi, gizli servisleri aldatacak yöntemleri, entrikaları ve stratejileri uygulamaya koydu. Bu nedenle de ne ABD nede İsrail o yıllarda bunun farkına varamadılar. Ruhları bile duymadı böylesi önemli bir çalışmayı.
Gerçekte İran’da barışçıl ve askeri amaçlarla kullanılabilecek nükleer reaktörlerin yapımı Şah Rıza Pehlevi döneminde başladı. İran, Şah döneminde batının müttefiki ve batılı kurumların üyesi olduğu için, İsrail dahil hiçbir ülke İran’ın bu girişiminden herhangi bir rahatsızlık duymadı.
Tam tersine 1977 yılında İsrail, İran’a yerden yere füzeler (SSM – Surface to Surface Missile) sisteminde işbirliği yapmayı ve İran’daki teknolojiyi ileri götürmeyi teklif etmiş, gerektiğinde de bu füzelere nükleer başlık takılabileceğini teyit de etmişti. (Bar-Zohar, Mossad, 2012)
Bu dostluk çok sürmedi ve İran- İsrail dostluğu, 1979 yılında yer alan İran Devrimi ile son buldu. Başa geçen devrim hükümeti İsrail’i düşman sınıfına indirgedi ve iki ülke arasındaki dostluk gerginliğe dönüştü.
Süreç içinde İran nükleer çalışmalarını bir taraftan gerçekleştirirken, diğer taraftan da Orta Doğu’nun ve Arap ülkelerinin lideri olmasının kendisine büyük avantaj sağlayacağını düşünerek, büyüme ve liderlik stratejisini de ona göre belirledi.
Humeyni, iktidarının ilk yıllarında nükleer silahlanma projesini İslam karşıtı gördüğü için derhal durdurarak satın alınan tüm araç gereci söktürdü ve yurt dışına gönderdi.
1980 yılında başlayan ve 8 yıl süren İran Irak savaşında Saddam Hüseyin İranlılara karşı kimyasal silah kullanınca, Ayetullah Hümeyni İran’ın silahlanma politikasını yeniden gözden geçirmek zorunda kaldı, İran’ın da savunma amaçlı yeni ve farklı silahlar geliştirmesi gerektiğine karar verdi. Bu kararla İran’da biyolojik, kimyasal ve nükleer silahların geliştirilmesi ve sahip olunmasının çalışmaları başladı.
İran ilk etapta, dağılma sürecine giren Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğindeki (SSCB) dar gelirli subay ve tesis komutanlarından nükleer bomba ve savaş başlıkları satın almak yoluna gitti. Rus generallere ve Rus Bilim adamlarına yüksek paralarla iş teklifleri yaparak nükleer çalışmalarının başlangıç temelini attı…. (Devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
29 Kasım 2013