Diyarbakır’da 1980 askeri darbe döneminde yapılan ve üzerinde şehrin simgesi karpuzun yer aldığı ‘Ne mutlu Türküm diyene’ yazısının kaldırılması toplumda farklı yorumlara yol açmıştır. Basından aldığım iki örnek aşağıdadır.
“Diyarbakır’da yoğunluklu olarak Kürtler yaşıyor. Bu tarz ırkçı yazıların olması bizim için utançtı. Bunun kaldırılması beni çok mutlu etti…
Bir başka vatandaş ise, Türküm demek de, Kürdüm demekte güzel bir şey. Diyarbakır’da ‘Ne mutlu Türküm diye’ yazıyorsa İstanbul’da da ‘Ne mutlu Kürdüm diyene’ yazılabilir. Kürt olmakla da gurur duyuyoruz, Türk olmakla da gurur duyuyoruz diye konuştu.”
Yazımın başlığı ile ilgili görüşlerimi 8 Nisan 2013 tarihinde yayınlanan yazımda açıklamıştım. (Siz Türkiyeli misiniz, Yoksa Türk mü?)
Şimdi bu yazımı siz değerli okurlarım ile yeniden paylaşma ihtiyacını hissettim.
Yukarıdaki soru cümlesi, bundan tam 8 yıl önce 6 Aralık 2004 tarihinde Eskişehir Sakarya gazetesinde yayınlanan yazımın başlığı idi
Malum, yeni ve demokratik bir anayasa yapma süreci ağır aksak sürüyor. Başkanlık sistemi de yoğun bir şekilde tartışılıyor. Bu kapsamda aralarında akademisyen, siyasetçi ve emekli askerlerin bulunduğu 300’ü aşkın imzası bulunan ve 27 Mart 2013 tarihinde yayınlanan Türk Milleti’ne Çağrı adlı bildirinin yankıları da sürüyor.
Anayasa’da vatandaşlık tanımı kapsamında “Türk” kelimesinin çıkarılması da bu kapsamda gündeme gelmiştir ama bunun tartışma konusu olması bence çok yersizdir.
Anayasa’da, içinde etnik aidiyeti belirtmeyen bir vatandaşlık tanımı yapılabilir.
Taha Akyol’un CNN Türk’te açıkladığı 1924 Anayasası’ndaki ifade kalabilir görüşüne katılıyorum: “Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir”.
Aydınların “Türk ifadesi Anayasa’dan çıkmasın” açıklamasına da katılmamak mümkün değildir.
Bildiriye imza atanlar arasında bulunan ve SBF’den yakın arkadaşım ve de dostum Prof. Dr. İlber Ortaylı, “Türkiyeli” kavramının kabul edilemeyeceğini söylemiştir. Bu çağrının ardından Taraf gazetesinden aydınlara “Brakisefal Türkleri” şeklinde eleştiri gelmiştir.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde brakisefal kelimesinin anlamı şöyledir: “Kafatasının genişliği ile uzunluğu hemen hemen eşit olan, kısa kafalı, kafa endeksi 80’in üzerinde olan.”
Taraf, bildiriyi imzalayanları açıkça “kafatasçı” olarak tanımlamıştır.
Türkiyeli kavramının kabul edilemeyeceğini vurgulayan Ortaylı, “Birileri ben Kürt’üm diyecek diye ben Türklük’ten çıkamam” demiş ve bu konudaki görüşlerine şöyle açıklamıştır:
“ Coğrafyayla kimlik edinilmez. Mesela Fransa memleketin adıdır. Hiç kimseye Fransa’dan türeme bir isim verilmez. Bizim adımızın da Türkiye’den mülhem olması şart değil. Türkiye bir memleketin adıdır. “Türkler’in ülkesi” demektir.”
Melih Aşık köşesinde şunları yazmıştır:
“Gazeteci Banu Avar geçmişte Fransa’nın ünlü siyasetçilerinden Patrik Deveciyan’la bir mülakat yapmış. Aralarında şöyle bir konuşma geçmiş: Siz bir Ermeni olarak 1915 olayları hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben Ermeni değil, Fransız’ım. Ama siz Ermeni kökenlisiniz. Burası bir ulus-devlet ve ben de Fransız yurttaşıyım. Yani Fransız’ım.”
Fransa’da beş yıl yaşadım. 1988 yılında Ermenistan’da büyük bir deprem oldu. Ermeni kökenli Fransız şarkıcı Charles Aznavour deprem sonrasında Fransa’da Ermenistan’a yardım kampanyası başlatmıştır.
Neden böyle bir kampanya başlattığı sorulduğunda, kendisinin bir Fransız, kökenini Ermeni olduğunu söylemiştir.
Aznavour hiçbir zaman ben bir Ermeniyim dememiştir.
Yurt dışında Türk pasaportu taşıyan herkese “Türk” diye hitap ederler. Nasıl Alman pasaportu taşıyan birine biz Alman diyorsak.
Türkiyelilik tanımlaması, Türk milletini bölüp parçalamak isteyen belli mihraklar tarafından kullanılmaktadır. Bazı iyi niyetli Türkler de bilmeyerek bu oyuna alet olmaktadırlar.
Geçmişte, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Türkiyelilik üst kimliğini öneren Azınlıklar Raporu sebebiyle şimdi akil adam olan Prof. Dr. Baskın Oran ile eski Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu hakkında dava açmıştır.Başsavcılığın iddianamesinde Azınlık Raporu’nda “Türklük yerine Türkiyelilik” kavramının önerilmesinin neden suç oluşturduğu şöyle açıklanmıştır:
“Burada kullanılan Türk kelimesi etnik-sosyolojik ile bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kapsamaktadır. Nitekim bugün İngiltere devleti vatandaşına İngiltereli değil, İngiliz, Almanya devleti vatandaşlarına Almanyalı değil Alman, Fransa devleti vatandaşına Fransalı değil, Fransız denilmektedir. Bu ülkelerde tek bir ırk yaşamamaktadır. Örneğin, Fransa milletini yani Fransa’yı oluşturan etnik unsurları Kelt, Flaman, Alzas, Katalan, Bask, Bröton, Normanlar ve başka ırklar oluşturmaktadır. Buradaki bir Fransız vatandaşının Je suis Français (Ben Fransızım) derken Fransız olduğunu söylemesi sorun yaratmazken, bir Türk vatandaşının Türkiyeli olduğunu söylemesini istemenin nedeni nedir?”
Özdemir İnce, bunu çok güzel şöyle açıklıyor: Galya topraklarında Kelt, Flaman, Alzas, Katalan, Bask, Bröton, Norman vb. halkların yaşamasına karşın bu ülke Fransa adını almışsa, bunun nedeni Frankların oluşturucu, kurucu ve birleştirici rolünde aramalıyız. Türklerin Selçuklu ve Osmanlı topraklarında bin yıldır yüklendiği ve oynadığı rol de işte budur. Bu tarihsel rol, hatır için kimseyle paylaşılmaz! Büyük Önder Atatürk Ne Mutlu Türküm diyerek, sadece bir ırkı değil, kendini Türk hisseden herkesi Türk saymıştır. Türk kimliğinin altında, Kürt, Çerkez, Tatar, Boşnak, Laz, Abaza, Gürcü, Ermeni, Rum, Yahudi alt kimlikleri vardır. Son olayları göz önünde bulundurursanız, kimlerin, hangi amaçla “Türkiyelilik” kavramına sahip çıktığına şahit olursunuz. |
Üyesi olmakta için büyük çaba harcadığımız ekomen2001 yılında bitkisel hayata girmiş, ölmekte olan terör örgütünü ABD desteğiyle “alt kimlik-üst kimlik” diye diye okşayarak canlandıran zihniyet, ülkeyi bölünmeye götürüyor.. 75 milyonun en az 60 milyonunun “Türk”lükle herhangi bir sorunu / derdi yokken, ABD
20:32 (Çar)
AB üyesi devletlerin anayasalarına göz attığımızda “Alman”, “Fransız”, “İtalyan”, “Yunan” gibi kavramları görüyoruz.
Alman ve Alman vatandaşlığı; Fransız, Fransız halkı, Fransız vatandaşlığı; bütün Yunanlar, Yunan vatandaşı, Yunan toprağı gibi kavram ve deyimlerle karşılaşıyoruz.
Kendi vatandaşını Türk olarak niteleyemeyen Türkiye’nin Batı Trakya’daki ahalinin Türk sıfatıyla nitelenmesini yasaklayan Yunanistan’ı eleştirmesi mümkün mü?
Adı Türkiye olan devletin, tek olan bayrağına Türk bayrağı denildiği gibi, tek olan millete de Türk milleti denilecektir.
Avrupa dillerinde “Türk kafası”, “Türk gibi kuvvetli”, “Anne Türkler geliyor” gibi deyimler vardır. “Türk kahvesi”, “Türk hamamı”, “Türk mutfağı”, “Türk lokumu” gibi kavramlar da dünyaca bilinmektedir.
1571’den itibaren Anadolu’dan gelip Kıbrıs’a yerleşmiş olanlara Kıbrıs Türk halkı denilmektedir.
Kuzey Kıbrıs’taki devletin adı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’dir.
“Türk ulusu”, “Türk vatandaşı” ve “Türk” kavramlarını terk edersek başında “Türk” sıfatının yer aldığı resmi kurum ve kuruluşlarımızın isimlerinin değiştirilmesi taleplerinin de gündeme getirilme ihtimalini yok sayabilir miyiz?
Türk yerine Türkiyeli ifadesi kabul edilirse şu komik durumlarla karşılaşmamız kaçınılmazdır: Türkiyeli bayrağı, Türkiyeli Silahlı Kuvvetleri, Türkiyeli Havayolları, Türkiyeli Milli Takımı, Türkiyeli lirası, CNN Türkiyeli, Jöntürkiyeli, Kuzey Kıbrıs Türkiyeli Cumhuriyeti, Türkiyeli hamamı, Türkiyeli lokumu, Türkiyeli kahvesi, Hidayet Türkiyelioğlu, Beyazıt Öztürkiyeli vb.
Yurt dışındaki Türk vatandaşlarına “Türk sporcu”, “Türk sanatçısı”, “Türk askeri”, “Türk parlamenteri”, “Türk diplomatı” denen insanlara bundan sonra acaba Türkiyeli sporcu mu diyeceğiz?
Galatasaray, Fenerbahçe ve diğer Türk takımlarının Avrupa’daki maçlarını anlatan yabancı spikerler acaba bu takımlara Türk takımı mı yoksa Türkiyeli takım mı demektedirler?
Fatih Terim’e Türkiyeli eski milli takım antrenörü mü diyeceğiz? Tabii ki hayır! (The former Turkish national team coach)
Burak Yılmaz’a Türkiyeli forvet mi diyeceğiz? Tabii ki hayır!
(Turkish international striker)
Yabancı kaynaklarda Orhan Pamuk kısaca ünlü “Türk romancısı ” olarak anılmıyor mu?
Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesiyle Nazilerden kaçan, aralarında ünlü hukukçu Prof. Dr. Ernst Hirsh ve ünlü maliyeci Prof. Dr. Frizt Neumark’ın da bulunduğu Yahudi asıllı Almanlar ve aileleri, “Türk vatandaşı” olmaları ve “Türküm” dedikleri için hayatta kalmışlardır.
Kürt liderler Mesud Barzani ve Celal Talabani geçmişte kullandıkları pasaport dolayısıyla “Türk vatandaşı” olarak görünmekten, kayıtlara “Türk” olarak geçirilmekten rahatsızlık duymamışlardır.
1992 yılında, Arjantin’in o dönemdeki Cumhurbaşkanı Carlos Menem Ankara’ya geldiğinde Arjantin’deki lakabının El Turco olduğunu açıklamıştır.
Anne ve babasının Osmanlı devleti zamanında Suriye’de doğup büyüdükleri ve sonradan Arjantin’e göç ettikleri için Arjantin’de El Turco olarak adlandırıldıklarını söylemiştir.
Amerikalı “Amerikanım”, Fransalı “Fransızım”, Almanyalı “Almanım” derken, Türkiye’de “Türküm” demeyip, “Türkiyeliyim” demek, gaflet ve dalalet değil de nedir?
Andımı Özledim
Ben 1960’lı yıllarda ortaokulda okuduğum dönemde söylediğim andımı özler hale geldim:
Türküm,
Doğruyum,
Çalışkanım,
Yasam; büyüklerimi korumak, küçüklerimi saymaktır.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Varlığım; Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene.
Bu andın esasını Osmanlı İmparatorluğu’nun 35’nci padişahı ve 114’ncü İslam Halifesi Sultan Reşat (Mehmet Reşat, 2 Kasım 1844, İstanbul – 3 Temmuz 1918 İstanbul) 1914 yılında hazırlatmıştır:
Kuruluş Andı
Tanrıya ibadet ve padişaha itaat edeceğime,
Daima vicdanlı, vazifesini tanır, kanuna hürmet eder, yiğit bir adam olarak hareket eyleyeceğime,
Vatanımı sevip barış ve savaş zamanında fedakarlıkla hizmet yapacağıma,
İzcinin türesine baş eğeceğime,
Namusum ve şerefim üzerine söz veririm.
Ana Dilde Eğitime Ret
Geçen hafta Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir karar Hollanda’da alındı.
İlkokullarda Türkçe ve diğer azınlık gruplara anadillerinin öğretilmesi için devlet aleyhine açılan davada Lahey Mahkemesi anadil eğitiminin önemli olduğunu ancak devletin bu eğitimi vermek zorunda olmadığını karar bağladı.
Fakat bu karar kesin değil. Çünkü Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği (HTİB) Başkanı Mustafa Ayrancı, davayı bir üst mahkemeye taşıyacaklarını açıklamıştır.
Eğer Lahey Temyiz Mahkemesi’nden sonuç alınmaz ise dava Strasbourg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınacaktır. Mustafa Ayrancı, şu ana kadar anadil ile ilgili olarak ülke genelinde 1,5 ay içinde toplam 52 bin imzaya ulaşıldığını, topladıkları imzaları yakında Hollanda Temsilciler Meclisi’ne de sunacaklarını söylemiştir.
Burada en önemli argüman, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 28 ve 29’ncu maddelerine değinilmemesidir.
Türk Dünyasından 3 Bin Öğrenci Eskişehir Gezisine Katılabilir mi?
Geçen hafta Sakarya’daki haber dikkatimi çekti: “Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen projede bugüne kadar 7 bin öğrenci yurt dışı gezilerine katıldı.”
Daha önce de yazdığım gibi keşke 10 bin öğrenciden geriye kalan 3 bini de Türk dünyasından Eskişehir’e getirilse. Çünkü, Türk dünyasından gelecek olan 3 bin öğrenci Eskişehir’i ve de Türkiye’yi görme, Türk halkını tanıma ve güzel Türkçemizi duyma imkanına kavuşur.
6 Eylül 2013 tarihli yazımdan alıntı aşağıdadır:
“1992 yılından bu yana Türk Dünyasına gerek Başbakanlıkta görev yaptığım dönemde ve gerekse daha sonra öğretim üyesi olarak konferanslara katılmak üzere gittim.
Türk dünyasından öğrencilerin Türkiye’ye gelmesi ile Türkiye’den öğrencilerin Türk Cumhuriyetlerine gitmesi arasındaki etkileşim farkını çok iyi gözlemledim.
Uluslararası Türkçe Derneği tarafından düzenlenen Uluslararası Dil ve Kültür Festivali kapsamında bu yıl 11’ncisi yapılan Türkçe Olimpiyatları Türk Cumhuriyetlerinden birinin bir kentinde (Astana’da, Taşkent’te, Bakü’de, Bişkek’te, Aşkabat’ta) değil, Eskişehir’de yapılmıştır.
11’nci Türkçe Olimpiyatları’nın kapanış töreni ise 16 Haziran Pazar akşamı saat 21.00’da İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’nda gerçekleştirilmiştir.
Tersten düşünürsek, Türkçe olimpiyatlarının kapanış töreni bir Türk Cumhuriyetinin bir kentinde değil, İstanbul’da yani Türkiye’de yapılmış ve Türkçe konuşan çocuklar Türkiye’ye gelmiştir.”
Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında düzenlenen etkinlik Eskişehir’de Cumartesi günü yapılmış ve Kırım Milli Meclis Eski Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu Eskişehir’e gelmiştir.
Heyetle birlikte Kırım’dan belli sayıda Tatar kökenli öğrenci de Eskişehir’e gelebilseydi.
Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ve Osmangazi Üniversitesi
Bu köşede 9 Ekim 2009 tarihinde yayınlanan yazımın başlığı şöyleydi: “Mustafa Kırımoğlu’na ESOGÜ’nce Fahri Doktora Ünvanı Verildi” Bu yazımda, önceki bir yazıma şöyle atıfta bulunmuştum:
“Eskişehir, Kırım kökenli Türklerin yoğun oldukları bir kenttir. Bu kentte iki üniversitemiz vardır. Anadolu ve Eskişehir Osmangazi Üniversitelerimizin Kırımoğlu’na fahri doktora unvanı vermemesi için hiçbir sebep yoktur. Daha önce üniversitelerimizden biri tarafından başlatılan girişim sonuca ulaşamamıştır. Eskişehir’deki bu üniversitemizin konuyu yeniden gündemine almasını ben öneriyorum. İnsan haklarının çok önem kazandığı günümüzde bu üniversitemizin yöneticilerinin süreci kaldığı yerden başlatmalarında sonsuz yarar vardır.”
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi 26 Ağustos 2009 tarihli ve 22 sayılı Senato Kararı ile Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’na 2009 yılında Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında fahri doktora vermiştir.
Eskişehir’e Türk Dünyası Kültür Başkenti ziyareti kapsamında gelen Kırım Milli Meclis Eski Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun Osmangazi Üniversitesi’ni de ziyaret etmesini çok anlamlı buldum.
Kırımoğlu’na, Türkiye Cumhuriyeti ile Ukrayna Cumhuriyeti arasındaki dostça ilişkilerin geliştirilmesini, iki ülke halkını birbirine yakınlaşmalarını sağladığı için Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyet Nişanı verilmesinin uygun olacağı düşüncesindeyim.
Haytarma (Dönüş) Filmini Mutlaka İzleyin
Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkentliği etkinlikleri kapsamında Kırım Tatarlarının (Türklerinin) Haytarma isimli ilk sinema filminin Türkiye galası Cumartesi günü Anadolu Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezinde yapılmıştır.
Film insanlık tarihinin kara lekesi olan 18 Mayıs 1944 tarihinde Kırım Tatarlarına yapılan sürgün ve soykırımı anlatmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nda iki defa kahraman madalyasıyla ödüllendirilen kahraman pilot Ahmethan Sultan köyüne gider, tüm halkının sürgüne gönderilişine tanık olur. )
Yönetmenliğini ve başrol oyunculuğunu Ahtem Seytablayev’in üstlendiği filmde; Aleksey Gorbunov, Usnije Khalilova, Adrey Mostrenko gibi oyuncuların yanında Rus ve Ukraynalı oyuncularla birlikte Kırım sürgününü yaşamış çok sayıda kişi de rol almıştır.
Kırım Milli Meclis Eski Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, yapılan filmle yaşanan sürgünü tüm dünyaya duyurmayı amaçladıklarını şöyle belirtmiştir:
“İkinci Dünya Savaşı sonrasından birçok azınlık gruplar topraklarından sürgün edindiler. Bunlardan bir tanesi ise Kırım Tatarlarıydı. Sürgünlere gerekçe olarak ise bizleri vatan haini ilan ettiler. Filmde gösterildiği gibi yaklaşık 250 bin kişi sürgün edildi. Bunların yüzde 90’ı ise kadın ve çocuklardan oluşuyordu. Kalanları ise savaşta yediler. Bunun için bu gibi filmlerin önemi çok büyük. Biz bu filmi bütün dillere çevirip, tüm dünyaya dağıtacağız. Bizim bir intikam alma gibi bir düşüncemiz söz konusu değil. Bu yaşananların bir daha yaşanmamasını istiyoruz.”