KKTC’nin en büyük sorunlarından biri kamu işletmeleri.
Örneğin “KTHY” ardından ağıt yakanlar söz konusu işletme göz göre, göre “batarken” nedense pek ortalıkta gözükmüyorlardı. Aslında yapabilecekleri pek bir şey de yoktu. “KTHY” rakipleri onunla baş edemedikleri için rekabet nedeniyle batırılmadı. “KTHY” İşletme okumakta olan tüm öğrenciler için “çocuklar bakın bir işletme böyle batırılır” diye örnek olarak sunulabilenecek durumdaydı.
Kendisi “başka bir devletin karşılıksız mali desteğine” ihtiyaç duyan bir devletin “sürekli zararını karşılamakta olduğu” bir havayolu şirketinin ayakta kalması zaten imkansızdı.
Sadece “biri” kendine ait gerisi kiralık bir kaç uçakla “ülke bayrağını” göklerde ancak “batana” kadar tutabilirsiniz.
“KTHY”, THY ile olan işbirliği ilişkisinden koparıldığı andan itibaren “piranha havuzundan” farksız dünya havacılık sektöründe zaten “işi bitmiş” bir haldeydi. Tüm kurallara aykırı sayıda “aşırı fazla” personel ve gelirlerle “orantısız” maaşlar, en başta “KTHY” Yönetim Kurulu üyeleri olmak üzere herkes tarafından neredeyse bedavaya rezerve edilen koltuklar ve aşırı masraf “sonu” getirdi.
Bugün “bizim bir havayolumuz olacak” iddiasıyla ortaya çıkanlar “KTHY” dersinden gerekeni öğrenmedikleri sürece bu alanda başarılı olamazlar.
KKTC’de “özelleştirme” bir “öcü” gibi pazarlandığı sürece halkın “ucuza uçması” ya da “ucuz ve kesilmeyen” elektrik kullanabilmesi neredeyse imkansız olacaktır.
Ülkenin devlet tarafından üretilen “elektriği” bana “KTHY’nı” hatırlatmakta.
Size bu konuda bir anımı anlatmak istiyorum.
CTP-BG ile ÖRP Hükümeti döneminde Hamburg Eyalet Hükümeti destekli bir Alman Firması’nın o dönemin yöneticileri ile buluşmasına aracı olmuştum. Hatta o dönemde sorumlu bakan Hamburg’ta Eyalet Hükümeti Başbakan Yardımcısı ile de buluşmuştu. Sonradan KTTC’nin elektrik üretiminin düzene sokulması amacıyla AB’den finansmanını sağlayarak KKTC Elektrik Üretimi üzerine rapor yazacak olan bir Alman Heyeti raporunu yazmadan vaziyeti KKTC’de görmek üzere ülkemizi ziyaret etti. Elbette “Teknecik’e de” gittiler ve her yeri incelediler.
Gelen heyetten biri bana aynen şunları söylemişti: “Biz Almanya’da da tesisleri inceleriz. Bir tesise girdiğimizde her hangi ünitesinde birinin o an işi olmayabilir ama biz içeri girince hemen bir dosya açar ve en azından çalışıyormuş gibi yapar. Valla biz Teknecik’tekileri hiç rahatsız etmedik. İçeri girdiğimizde belli ki işi gücü olmayanlar hiç bir rahatsızlık duymadan meşgul gözükme ihtiyacı duymaksızın keyifle bizi izlediler ve biz onlara meşguliyet olduk.”
Bu ziyaretin üzerinden bir kaç yıl geçti. Hala öyle olup olmadığını bilmiyorum.
Ancak gerçek olan “Teknecik”” verimli bir tesis değil. “Kaçıncı el” olduklarını bilmediğim türbinler ve pahalı olmasının yanı sıra “çevre için zararlı” yakıt ile elektrik üretmek artık AB ülkelerinde düşünülemeyecek bir olay. KKTC’de ise mümkün.
Sendikalar KKTC’de Hindistan’daki “kutsal inekler” gibi. Kimse “bulaşmak” istemiyor.
Belli sayıda sendikacı “iyi maaş alabilsinler aman kıyameti koparmasınlar” felsefesi nedeniyle sendikacılar iyi maaş alıyor ve karşılığında “özelleştirme yasak”, “üretim pahalı” ve de “teknik demode”.
Özelleştirme mümkün olsa ve rekabet gündeme gelse devletin tahsil edemediği borçlar tahsil edilir. Devlet “oy hesapları” ya da başka nedenlerden dev işletmelerde uzak durabilir. Buna karşın elektriği üretip satan güçlü özel sektör kurumu borçları “takır, takır tahsil eder”. Çünkü aksi takdirde “para kazanamaz”.
Rekabetin olduğu ortamda tüketici elektriği istediğinden yani kısacası kendi cebine ve taleplerine uygun hizmeti verenden alır. Rekabet içindeki enerji şirketleri daha iyi ve daha kaliteli hizmet için yarışırlar.
Bu yazdıklarım örneğin AB ülkesi Almanya’da günlük yaşamın bir parçası. Çok sayıda enerji üreticisi tüketicinin dilediğinden elektriğini sağlaması anlamına gelmekte. Hatta kimi tüketiciler evde ürettikleri az miktardaki enerjinin kullanmadıkları kısmını da satabilmekteler.
Tüm bunlar KKTC’de niye olmasın!
Biz niçin elektriğe dünyanın parasını ödeyelim?
Çoğu kez kimse gelip sayacımızı bile okumadan kafadan yazılmış faturalarla karşı, karşıya kalmıyor muyuz?
Birimizin amcası ya da arkadaşı o kurumda çalışıyor “aman rahatı kaçmasın” mantığı ile tüm toplumun huzurunu kaçırmıyor muyuz, sürekli kesilen, kalitesiz ama dünya standartlarına göre çok pahalı ve de tam tükettiğimizin çok daha fazlasını sürekli tahsil ettikleri bu “adaletsiz tüketici dostu olmayan” sistem yüzünden?
Bu ülkede “özelleştirme” kelimesine karşı yanlış ideolojik savaşlar vererek halkın enerji refahını engelleme hatası yapanlara artık “yeter” demenin zamanı gelmedi mi?
Ayda kaç para ödemeniz gerekiyor “yeter” demek için?
Yazıları posta kutunda oku