Cumhuriyet Devrimi’nin 90.yıldönümünde AKP’li birkaç kadın milletvekili TBMM’ye türbanla gireceğini açıkladı.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu, “Biz TBMM’nin geleneklerine sahip çıkacağız. Türban sadece bir simgedir, burada önemli olan zihniyettir. Bunun gereğini içtüzüğün verdiği bütün imkanları kullanarak gereğini yerine getireceğiz” deyince,
AB Bakanı Egemen Bağış “Bugün bir CHP Genel Başkan Yardımcısı çıkmış diyor ki ‘Bu meclise başörtülü kimseyi sokmayız’ hadi gücün yetiyorsa sokma. Biz bu ülkede her vatandaşımızın dilediği gibi yaşamasının güvencesi olmaya devam edeceğiz. İsteyen başörtü takacak, isteyen mini etek giyecek. Herkes istediği gibi yaşayacak ama başkasına da karışmayacak” dedi.
*
Meclis’e türbanla girilmesinin ardından içtüzük tartışması yapacak olan CHP’liler bir sonraki adım olarak eylemlerine güveniyor!
Tişört, kot pantolon, şapkayla ya da tişörte kravat bağlayarak Genel Kurul’a gelecek CHP’liler itiraz edilmesi halinde içtüzükteki “Genel Kurul salonunda yer alan milletvekilleri, bakanlar ceket giymek ve kravat takmak zorundadırlar. Bayanlar tayyör giyerler” ifadesini gösterecek…
*
Türkiye laiklik konusundaki tartışmalarından birini daha “türban meselesi”üzerinden yaparken, siyasal özneler lâiklik algısında bir kez daha türban üzerinden cepheleşiyor.
*
Halbuki,başlangıçtan bir süre sonra, İnsanlığın Devrimi’nde din’in özel bir mesele olduğu düşüncesiyle,yalnızca mahrem inançlara ve vicdana ilişkin olduklarında dini sorunlar karşısında taraf olmamak düşüncesinde yetkinleşilmiştir.
Oluşan vicdan özgürlüğüyle inananların inanmayanlar aleyhine sahip oldukları tüm kamusal ayrıcalıklar kaldırılmış, dinin devlet içinde egemen güç haline gelmesi reddedilmiştir.
Fransız Devrimi ile birlikte modern devletin kanun çıkarmasının günahkâr insan işi olduğu kabul edilmiş -o yüzden,Tanrı’nın devlet hayatında ortaya çıkan tarafsız ve görünür iradesine saygı kalkmış, akıl ve vicdan özgürleşmiştir.
*
Fransa Devrimi düşünürü Marquis de Condorset,insanın yetkinleşebileceğine ve insanlığın sonsuzca ilerleyebileceğine inanmış, “Bilginlerin aydınlatamadığı toplumları şarlatanlar aldatır” demişti.
O gün-bugün çağdaş devletler rejimleri ve işleyişlerinde sınırsız uygarlık için oluşturdukları sistematiklerle vicdan ve düşünce özgürlüklerini amaçlayan özgür insanlar yetiştirmeyi, onları şarlatanlardan korumayı planlıyor.
Din’in toplumsal bir bağ ve duyarlık yarattığı hep kabul ediliyor ama toplumsal davranışı ve sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olmasına izin verilmiyor.
*
Çok sonra, Batı’nın özgür akıl ve vicdanın düşünsel türevi lâik temele dayandırarak ulaştığı uygarlık, Türkiye’nin de biricik hedefi olmuştur.
Cumhuriyet Devrimi siyasi toplumun temelini “Ümmetten Millet’e” çevirmiş, siyasi iktidarın temelini “Kişisel Egemenlik’ten Millet Egemenliği’ne” döndürmüş, “Teokratik Devlet yapısı yerine Lâik Devleti” getirmiş, “Modernleşme ve Gelenekçilik” arasında bocalayan toplumu bu ikilikten kurtararak yüzünü geri dönülmez şekilde çağdaş Batı medeniyetine çevirmiştir.
Cumhuriyet Devrimi ile bilge,sonsuz, yaratıcı Tanrı tasavvurunda Türk insanına, bilimin dinin açıklama getirdiği sorulara cevap vermeye başladığı, “Tanrı olabilir ama bilim bir yaratıcı olmadan da evrene açıklık getirebilir” mantığından hareketle evren bilgisiyle yetkinleşebilmenin yolu gösterilmeye başlanmıştır.
*
Bu noktada Dünya; Fransız filozof Michel Foucault’un “Bilgi iktidar ve gücü, iktidar ve güç de bilgiyi üretir.İnsanın insan üzerinde güç ve iktidar kurma mücadelesi tarihin değişmeyen kuralıdır; sorun, insanların eşitlikle mi yoksa baskıyla mı bir arada olacakları gerilimidir” ifadesi doğrultusunda dönüyor.
Ve çağdaş devletlerin rejimleri ve işleyişlerinde sınırsız uygarlık için oluşturdukları sistematiklerle vicdan ve düşünce özgürlüklerini amaçlayan özgür insanlar yetiştirmek yükümlülüğü çerçevesinde,
Kadın-erkek insan onurunun eşit ve başkasına aktarılamaz hak olarak tanınmasının özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu,
Bu temelden toplumsal ilerlemeyi kolaylaştırmaya, daha geniş bir özgürlük içerisinde daha iyi yaşam koşulları oluşturma çabasının bir hukuk düzeniyle korunmasının zorunluluğu pekişmiştir.
*
İşte, Uluslararası Hukukun üstünlüğü Birleşmiş Milletler’in merkezinde olduğu uluslararası sistemin temel ilkesidir.
Hukuka saygının güç kullanımına en iyi alternatif olduğu idealize ediliyor, gerilimlere uluslararası hukuk işbirliği ve müzakere ile çözüm bulunması öngörülüyor, güç kullanmak kaçınılmaz olduğunda da BM bünyesinde oluşturulmuş uluslararası hukuk ile meşrulaştırılıyor.
Uluslararası hukuka uygun anlaşmalar, insanın temel hak ve özgürlükleri ulusal hukuklarca denetleniyor.
Bu çevrim insan haklarına saygıdan oluşan evrensel değerleri besliyor,özgürlük,adalet ve barışa yol açıyor ve totaliter rejimleri dönüşmeye zorluyor…
*
Ne ki, İnsanlığın Devrimi ve Türk Devrimi de her zaman ve her yerde toplumların kendi evrim kanunlarına göre yavaş gelişmesi düşüncesini reddeder, eski düzenin canlandırılması girişimlerini önleyecek sağlam düzenin kurulmasına ve devrimin temel ilkelerinden ödün vermemeyi ister.
Devrimi kararlılıkla korumak ise devrimciye düşen görevdir.
Devrimcinin yüzyılların çağ dışı değer ve geleneklerin tasfiyesine yönelmiş Devrim’inin birçok aktif direniş ile karşılaşması haline daima dikkat göstermesi gerekiyor.
O yüzden Önder Atatürk “idare-i maslahatçılar devrim yapamaz” diyor…
*
Nitekim Türk Devrimi öncesinde Batı sanayii devrimiyle gelişmekteyken,karşı devrimci kimileri geri kalmanın biricik nedeninin İslam’ın kutsal kitabının ilkelerinden uzaklaşılması olduğuna hükmetmişti.
İnsanlar İslama çağrılmalı, Allah’ın birliğine inanmaları, yalnız Allah’a ibadet ederek tüm yaşamda Allah’ın hükmünden başka hüküm tanımamaları bildirilmeliydi.
Pan-islamizmi resmi ideoloji olarak bellettiler-ki,
*
Nihayet – bir zaman sonra,Türkiye’de Fethullah Gülen ve AKP lider takımı, İslam’ın siyasal sistem dışına itilmiş olması halinin toplumsal istikrarı sağlamadığı,Türk Devriminin ceberrut yönetimlerinin ulusçu,üniter, milliyetçi varlıklarını sürdürmek için ülke dinamiklerini tükettiği ve hep Batı’ya dayanmak zorunda kalındığı teziyle,
Batı’nın Orta Doğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak ve itikadî hedefleri karşılığını satın aldılar.
*
Yıllarca insanların eğitim,sağlık gibi alanlarda kalitelerini oluşturmayla ve din-iman yoluyla kişiler arası ilişkilerin,güvenin,duyarlılıkların sağlanması ve hedefe yönelişlerinden geliştirdikleri yatırımla -giderek,el koydukları Devrimci Türkiye Cumhuriyeti’nden İslam ülkelerine yayılmanın peşine düştüler.
Ve “İmana, Kur’an’a, o yüce mefkureye hizmet eden insanların,asırlarca süren tahribatı tamir eylemenin peşindeki fedakar ruhların emin olarak yürüyebilmesi ve gereken şeyleri güzergah emniyeti içinde yapabilmesi için kendilerini istemeyen insanların kimler olduğunu bilmeleri gerekir” fitnesiyle cihad’ı kışkırttılar.
*
Üstelik bu davranışlarına ve davalarına BM’de temsil edilen uluslararası hukukun üstünlüğünün esas aldığı insan hakları müeyyidelerini şahit tutuyorlar.
Herkesin düşünce,vicdan ve din hürriyeti vardır ya da herkesin görüş ve yorum hürriyetini koruma hakkı vardır denirken;
İnsanlığın macerasında akıl ve vicdanı özgürleştirerek “İnsan olmanın”, toplumu uluslaştırarak “Ulus” olmanın kavgasında hiç olmadan -ya?
Devletin rejiminde ve işleyişinde getirilen ve yavaş-yavaş geliştirilen bir sistematikle vatandaşlık yerine din, eşitlikler yerine din birliği, adalet yerine kendi kaderine sahip çıkamaz insan olmayı -sonuçta,dinamik bir toplumsal yapının inşa edilmesine olanak tanımayan politikalarıyla;
*
İnsanının temel hak ve özgürlüklerinin savaşımı ardından kurulan Gazi Meclis’te, o muhteşem geleneğin çatısı altında kadın milletvekillerinin siyasi simgesi olan “türban”la bulunmasının hak olduğunu iddia ediyor, “herkesin düşünce,vicdan ve din hürriyeti vardır “diyorlar.
*
Ne ki, Karşı Devrimcinin bu arsızlığı çağdaş ülkelerce anlaşılmıştır.
Şimdi,çağdaşlık bu arsızlığı -mesela, Mısır’da toplumsal hayatın ve kültürün bir bölümünde tarikatların, cemaatler ve dini kurumların siyasete karışmadan dini ritüellerine izin veren ve devletin bu toplumu küresel siyasi ve ekonomik kriterler dengesinde tutması bileşkesinde değiştirmeye çalışıyor.
*
Erdoğan ve Gülen, bir merkezden denetledikleri ve yürüttükleri koca bir Türkiye’de karşı devrimci kurumlaşmalar üzerinden,
Çağdaş ülkelerin kollektif kararı olan İslamcı radikalizminin tasfiye edilmesi mücadelesine de “herkesin düşünce,vicdan ve din hürriyeti vardır” teziyle karşı çıkıyor -ki,
bu emeksizliktir!
*
Okları kırık CHP milletvekilleri ise günü geldiğinde kullanmak üzere gardroplarında tişört, kot pantolon,şapka ayarlayacak olmanın rahatlığındadırlar…
30.10.2013