Avrupa Birliği Zirvesi dün akşamdan beri Brüksel’de toplantısını sürdürmekte. Ana konu ABD tarafından dinlenen AB liderleri ve kurumları.
Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in cep telefonunun ABD İstihbaratı tarafından dinlendiği ortaya çıktığından beri AB genelinde “panik” gündeme geldi. Sadece Almanya’da değil tüm AB ülkelerinde ve de özellikle AB kurumlarında ABD’ye yönelik şüpheler dile getirilmeye başlandı.
Almanya’da Angela Merkel’in dinlenmesi doğal olarak “Merkel’i dinliyorlarsa hepimizi dinliyorlardır” seslerinin yükselmesine neden oldu. Brüksel’den de aynı tepki geldi.
Asıl “skandal” bence ABD’nin “Merkel’i dinleyip, dinlememesinin” ötesinde bu konuda aldığı tavır.
ABD ilk olarak “Angela Merkel’i dinlemediğini” açıklasa da buna kimse inanmadı. Ardından ABD’nin “tüm istihbarat servisleri dinler” diyerek AB sınırları içindeki “casusluk” faaliyetlerini “haklı bir eylem” olarak tanımlaması ise herkesi kızdırdı.
Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz kızgınlığını “ABD ile ticaret kolaylıkları anlaşması” görüşmelerini durdurmayı talep ederek dile getirdi.
AB ülkelerinin kamuoyu şu sıralar ABD’ye yönelik “sempati” beslememekte dersek yanlış olmaz.
Angela Merkel’de dün Brüksel’e gelir gelmez medyaya kızgın bir ses tonu ile “müttefikler hiç birbirlerini dinler mi!” demeden edemedi.
Sonuç olarak tüm AB liderleri hem Merkel ile dayanışma içinde oldukları hem de aynı şekilde dinlenebilecekleri konularında hemfikirler.
ABD’nin “suç üstü” yakalandığı bu olay AB içinde Brüksel’in önemini de arttırdı diyebiliriz. ABD ile ulusal devletler olarak başa çıkmakta zorlanan AB ülkeleri hem AB Komisyonu hem de Avrupa Parlamentosu üzerinden “misilleme” şansını değerlendirmeye yöneliyorlar.
Bundan böyle AB Komisyonu ABD ile çeşitli alanlarda işbirlikleri anlaşmaları için masaya oturduğunda ABD’ye dayatılan koşullar sertleşecek. Aynı şekilde AP’de tüm anlaşmaları onaylaması gereken merci olarak “ABD ile anlaşmalar” konusunda ABD’li temsilcilere “kök söktürmeye” hazırlanıyor.
İşte tam da bu noktada AP’nin öneminin arttığı bu süreçte 25 Mayıs 2014 Günü Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacak.
Türkiye üye olmadığı için bu seçimler Türkiye kamuoyunun ilgisini çekmiyor ama aslında çekmek zorunda. AP her gün daha önemli bir hale geliyor. Ağırlık olarak Konsey ve Komisyon’dan sonra üçüncü sırada olsa da boşlanmaması gereken bir platform.
Bu parlamentoda altı tane Rum milletvekili “24 saat 7 gün” Türkiye aleyhtarı faaliyetler içindeler. Elbette Kıbrıslı Türkler de doğal olarak onların hedefinde. Ancak Kıbrıs söz konusu olduğunda “Ankara’nın kilit kent” olduğunun farkında olan Rum milletvekilleri sabah, akşam “nasıl olurda Türkiye’yi huzursuz ederiz” ya da “aman Türkiye lehine her adımı bin kere gözden geçirelim aleyhimize olmasın” derdindeler.
Bu altı tanesinden dördü “legitim”, ikisi ise Kıbrıslı Türklerin sandalyeleri üzerinde “illegal” bir şekilde oturmaktalar ve “gasp ettikleri Kıbrıslı Türklerin hakkı olan” sandalyeleri onlara karşı kullanamaktan da “zerre kadar” utanmıyorlar.
Kim bunlar?
Tanıyalım: Takis Hadjigeorgiou, Antigoni Papadopoulou, Andreas PitsIillides, Sophocles Sophocleous, Eleni Theocharous ve Kyriacos Triantaphyllides.
Bu vekillere kızma hakkımız yok. Sonuçta onlar kendi “milli davaları” için koşturmaktalar. Kimi çok radikal, kimi daha ılımlı!
25 Mayıs 2014 Günü Avrupa Parlamentosu seçimleri yapıldığından Kıbrıs’ı temsilen yine bazıları tekrar seçilecek ve belki bazı isimler değişecek. Ancak Kıbrıslı Türkler’e ait iki sandalye ne boş kalacak ne de Kıbrıslı Türk vekillerin olacak. Yine altı Rum vekil aynı “strateji ve taktiklerle” burada oturacaklar.
Daha da kötüsü Yunanistan’da her geçen gün daha da güçlenen faşistler belki de Yunanistan’dan seçilen vekiller arasında güçlü bir şekilde temsil ediliyor olacaklar. Buna Fransa, Almanya ve diğer ülkelerde var olan faşist partileri eklersek ve de Bayan Le Pen’in son zaferlerini de hatırlatırsak Türkiye ile sorunlu hatta “Türkiye’den nefret eden” faşistlerin sayısı Avrupa Parlamentosu’nda azalmayacak tam tersine artacak.
Kısacası doğuştan “Türkiye karşıtı” Rum vekilleri, Yunan faşistleri, zaten “Türkiye ile sorunlu” Yunan vekiller, AB ülkelerindeki “Türkiye düşmanı” faşist partilerin vekilleri, AB’de “Türkiye ile sorunlu” olan partilerin vekilleri ve “dost partilerdeki” karşıtlarımız hepsi biraraya geldiklerinde sayıca ciddiye almamız gereken bir “güç” oluşturacaklar.
Her geçen gün “demokratikleşen ve güçlenen” müslüman Türkiye’nin onlara göre “hristiyan AB’deki” bu konumundan rahatsız olanlar AP’yi “Türkiye’ye karşı operasyonlarda” kullanmak istediklerinde hiç zorluk çekmeyecekler.
İşte bu nedenle AP’deki dost grup ve vekilleri de daha iyi destekleyebilmek için Avrupa Parlamentosu’na daha fazla Türkiye kökenli arkadaşımızı yollamanın yollarını bulmak zorundayız.
Almanya ve Hollanda dışında Türkiye kökenli insanlarımızın sayıca iddialı seçmen gruplarına sahip oldukları ülkelerden bugüne kadar Türkiye kökenli vekillerimiz olmadı. Belçika, İsveç ya da Fransa hatta Danimarka gibi ülkelerden de adaylara ihtiyacımız var.
Almanya ve Hollanda’dan seçilen Türkiye kökenli vekillerimiz “ellerinden geleni” yapmaktalar ama sayıca çok azlar. 25 Mayıs 2015 Avrupa Parlamentosu seçimleri ile ilgili olarak partilerin aday hazırlıklarına baktığımızda sayı pek artacağa benzememekte.
İşte bu nedenle Almanya’da AP Seçimi’ne yönelik olarak Anayasa Mahkemesi’nin yüzde beşlik barajı yüzde üçe düşürmesi sadece tüm küçük partilerin ve bağımsız adayların şansını artırmadı. Türkiye kökenli adaylarında “bağımsız “olarak seçilmesi olanağını sundu.
Bu aylarda hem Türkiye’de hem de AB ülkelerinde bu konuya “kafa yormak” zorundayız!
Eğer partiler üzerinden olmayacaksa Türkiye kökenli seçmenlerimizin sayıca çok güçlü olduğu seçim bölgelerinden adaylarımızı çıkarmayı denemek isteyen sivil toplum örgütleri olduğunu biliyorum.
Örneğin koskoca Avrupa Birliği’nin parlamentosunda bir tane bile başını örten milletvekili yok! Oysa bu büyük bir çelişki değil mi?
AP’de bir milletvekili haklı olarak namaz kılmak istese bu olanağı yok!
Eğer AB bir hristiyanlar birliği değil ve her dinden milyonlarca insanın yaşadığı bir birlik ise müslümanların da bizzat kendi temsilcilerinin AP’de olma hakkı var. Örneğin “hristiyandemokrat” bir meclis grubunun olması ne kadar doğal ise “müslümandemokrat” bir meclis grubunun da olması bir o kadar doğal olmalı.
AB nufusunda müslümanlar oranlarına göre AP’de temsil edilecekleri güne şu an uzaklar. Ama bu konuda adım atmanın da zamanı gelmedi mi?
İşte 25 Mayıs 2014 iyi bir fırsat.
Hem Türkiye hem müslümanlar hemde AB’nin daha da demokratikleşmesi için.
Asıl “skandal” bence ABD’nin “Merkel’i dinleyip, dinlememesinin” ötesinde bu konuda aldığı tavır.
ABD ilk olarak “Angela Merkel’i dinlemediğini” açıklasa da buna kimse inanmadı. Ardından ABD’nin “tüm istihbarat servisleri dinler” diyerek AB sınırları içindeki “casusluk” faaliyetlerini “haklı bir eylem” olarak tanımlaması ise herkesi kızdırdı.
Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz kızgınlığını “ABD ile ticaret kolaylıkları anlaşması” görüşmelerini durdurmayı talep ederek dile getirdi.
AB ülkelerinin kamuoyu şu sıralar ABD’ye yönelik “sempati” beslememekte dersek yanlış olmaz.
Angela Merkel’de dün Brüksel’e gelir gelmez medyaya kızgın bir ses tonu ile “müttefikler hiç birbirlerini dinler mi!” demeden edemedi.
Sonuç olarak tüm AB liderleri hem Merkel ile dayanışma içinde oldukları hem de aynı şekilde dinlenebilecekleri konularında hemfikirler.
ABD’nin “suç üstü” yakalandığı bu olay AB içinde Brüksel’in önemini de arttırdı diyebiliriz. ABD ile ulusal devletler olarak başa çıkmakta zorlanan AB ülkeleri hem AB Komisyonu hem de Avrupa Parlamentosu üzerinden “misilleme” şansını değerlendirmeye yöneliyorlar.
Bundan böyle AB Komisyonu ABD ile çeşitli alanlarda işbirlikleri anlaşmaları için masaya oturduğunda ABD’ye dayatılan koşullar sertleşecek. Aynı şekilde AP’de tüm anlaşmaları onaylaması gereken merci olarak “ABD ile anlaşmalar” konusunda ABD’li temsilcilere “kök söktürmeye” hazırlanıyor.
İşte tam da bu noktada AP’nin öneminin arttığı bu süreçte 25 Mayıs 2014 Günü Avrupa Parlamentosu seçimleri yapılacak.
Türkiye üye olmadığı için bu seçimler Türkiye kamuoyunun ilgisini çekmiyor ama aslında çekmek zorunda. AP her gün daha önemli bir hale geliyor. Ağırlık olarak Konsey ve Komisyon’dan sonra üçüncü sırada olsa da boşlanmaması gereken bir platform.
Bu parlamentoda altı tane Rum milletvekili “24 saat 7 gün” Türkiye aleyhtarı faaliyetler içindeler. Elbette Kıbrıslı Türkler de doğal olarak onların hedefinde. Ancak Kıbrıs söz konusu olduğunda “Ankara’nın kilit kent” olduğunun farkında olan Rum milletvekilleri sabah, akşam “nasıl olurda Türkiye’yi huzursuz ederiz” ya da “aman Türkiye lehine her adımı bin kere gözden geçirelim aleyhimize olmasın” derdindeler.
Bu altı tanesinden dördü “legitim”, ikisi ise Kıbrıslı Türklerin sandalyeleri üzerinde “illegal” bir şekilde oturmaktalar ve “gasp ettikleri Kıbrıslı Türklerin hakkı olan” sandalyeleri onlara karşı kullanamaktan da “zerre kadar” utanmıyorlar.
Kim bunlar?
Tanıyalım: Takis Hadjigeorgiou, Antigoni Papadopoulou, Andreas PitsIillides, Sophocles Sophocleous, Eleni Theocharous ve Kyriacos Triantaphyllides.
Bu vekillere kızma hakkımız yok. Sonuçta onlar kendi “milli davaları” için koşturmaktalar. Kimi çok radikal, kimi daha ılımlı!
25 Mayıs 2014 Günü Avrupa Parlamentosu seçimleri yapıldığından Kıbrıs’ı temsilen yine bazıları tekrar seçilecek ve belki bazı isimler değişecek. Ancak Kıbrıslı Türkler’e ait iki sandalye ne boş kalacak ne de Kıbrıslı Türk vekillerin olacak. Yine altı Rum vekil aynı “strateji ve taktiklerle” burada oturacaklar.
Daha da kötüsü Yunanistan’da her geçen gün daha da güçlenen faşistler belki de Yunanistan’dan seçilen vekiller arasında güçlü bir şekilde temsil ediliyor olacaklar. Buna Fransa, Almanya ve diğer ülkelerde var olan faşist partileri eklersek ve de Bayan Le Pen’in son zaferlerini de hatırlatırsak Türkiye ile sorunlu hatta “Türkiye’den nefret eden” faşistlerin sayısı Avrupa Parlamentosu’nda azalmayacak tam tersine artacak.
Kısacası doğuştan “Türkiye karşıtı” Rum vekilleri, Yunan faşistleri, zaten “Türkiye ile sorunlu” Yunan vekiller, AB ülkelerindeki “Türkiye düşmanı” faşist partilerin vekilleri, AB’de “Türkiye ile sorunlu” olan partilerin vekilleri ve “dost partilerdeki” karşıtlarımız hepsi biraraya geldiklerinde sayıca ciddiye almamız gereken bir “güç” oluşturacaklar.
Her geçen gün “demokratikleşen ve güçlenen” müslüman Türkiye’nin onlara göre “hristiyan AB’deki” bu konumundan rahatsız olanlar AP’yi “Türkiye’ye karşı operasyonlarda” kullanmak istediklerinde hiç zorluk çekmeyecekler.
İşte bu nedenle AP’deki dost grup ve vekilleri de daha iyi destekleyebilmek için Avrupa Parlamentosu’na daha fazla Türkiye kökenli arkadaşımızı yollamanın yollarını bulmak zorundayız.
Almanya ve Hollanda dışında Türkiye kökenli insanlarımızın sayıca iddialı seçmen gruplarına sahip oldukları ülkelerden bugüne kadar Türkiye kökenli vekillerimiz olmadı. Belçika, İsveç ya da Fransa hatta Danimarka gibi ülkelerden de adaylara ihtiyacımız var.
Almanya ve Hollanda’dan seçilen Türkiye kökenli vekillerimiz “ellerinden geleni” yapmaktalar ama sayıca çok azlar. 25 Mayıs 2015 Avrupa Parlamentosu seçimleri ile ilgili olarak partilerin aday hazırlıklarına baktığımızda sayı pek artacağa benzememekte.
İşte bu nedenle Almanya’da AP Seçimi’ne yönelik olarak Anayasa Mahkemesi’nin yüzde beşlik barajı yüzde üçe düşürmesi sadece tüm küçük partilerin ve bağımsız adayların şansını artırmadı. Türkiye kökenli adaylarında “bağımsız “olarak seçilmesi olanağını sundu.
Bu aylarda hem Türkiye’de hem de AB ülkelerinde bu konuya “kafa yormak” zorundayız!
Eğer partiler üzerinden olmayacaksa Türkiye kökenli seçmenlerimizin sayıca çok güçlü olduğu seçim bölgelerinden adaylarımızı çıkarmayı denemek isteyen sivil toplum örgütleri olduğunu biliyorum.
Örneğin koskoca Avrupa Birliği’nin parlamentosunda bir tane bile başını örten milletvekili yok! Oysa bu büyük bir çelişki değil mi?
AP’de bir milletvekili haklı olarak namaz kılmak istese bu olanağı yok!
Eğer AB bir hristiyanlar birliği değil ve her dinden milyonlarca insanın yaşadığı bir birlik ise müslümanların da bizzat kendi temsilcilerinin AP’de olma hakkı var. Örneğin “hristiyandemokrat” bir meclis grubunun olması ne kadar doğal ise “müslümandemokrat” bir meclis grubunun da olması bir o kadar doğal olmalı.
AB nufusunda müslümanlar oranlarına göre AP’de temsil edilecekleri güne şu an uzaklar. Ama bu konuda adım atmanın da zamanı gelmedi mi?
İşte 25 Mayıs 2014 iyi bir fırsat.
Hem Türkiye hem müslümanlar hemde AB’nin daha da demokratikleşmesi için.