“HAKKIMDA REVA GÖRÜLEN İFTİRALARI, ONLARI YAKIŞTIRANLARA BÜYÜK BİR NEFRETLE RED VE İADE EDİYORUM!”
BEN HAİN DEĞİLİM
“Tahta geçer geçmez cephelerimizin birbiri ardından düştüğü haberlerini almaya başladım. Ülke hızla kan kaybediyordu. Beraber savaştığımız ülkelerden ayrı bir barış yapmak istedim ama ‘ihanet şebekesi’nin engellemesiyle karşılaştım. O uğursuz Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasına kadar böyle devam etti.
SORUMLULAR KAHRAMAN İLAN EDİLDİ
Mütarekeden ben değil, onu imzalayan Rauf (Orbay) Bey ile İçişleri Bakanı Fethi (Okyar) ve devleti böyle bir acı mecburiyete düşürmekte cidden rol sahibi bulunan Mustafa Kemal gibi bugünkü Millî Mücadele reislerinin sorumlu ve suçlu olması gerekir. Zira anayasa gereği icraattan Padişah değil, hükümet sorumludur. Ancak asıl sorumlular bugün kahraman ilan edilmişlerdir.
Temel siyasetim, içeride makul ve ılımlı bir ıslahata girişmek, dışarıda ise aleyhimizdeki gayzın bertaraf olacağı güne kadar vakit kazanmaktı. İzmir’in işgali başlangıçta Büyük Devletler meselesiydi. İtilaf devletleri Yunanistan konusunda fikir ayrılığına düşünce meselenin mahiyeti değişti. Başlangıçta sabırla beklemek taraftarıyken işgal bir Yunan meselesi haline gelince tavrımı değiştirip mağlup olmamak şartıyla direnişe taraftar oldum. Nitekim Kuva-yı Milliye’ye eğilim duyan kabineleri iktidara getirdim. Ancak bu sırada Mustafa Kemal itaat dairesinden çıkmış, kendi başına işler yapmaya başlamıştı.
SEVR’İ TASDİK ETMEDİM
Bize Sevr’i dayatıp 24 saat süreniz var, dediler. Ben de vakit kazanmak için antlaşmanın hükümetçe kabulüne taraftar göründüm. Nasıl olsa onay aşamasında önüme gelecekti. Nitekim Sevr Antlaşmasını tasdik etmedim.
SALTANATIN KALDIRILMASI, BAŞKENTİN ANKARA’YA TAŞINMASI
“Kemalciler”in İstanbul’da nüfuz kurmalarını sağlayan Tevfik Paşa hükümetinin yaptıklarına da ses çıkarmadım. Ta ki Saltanatın Hilafetten ayrılması ve başkentin Ankara’ya nakline kadar.
Birincisine, Şer-i şerife kesinlikle aykırı ve vekili bulunduğum Peygamber Efendimiz Hazretleri’nin haklarından feragati içerdiği, ikincisine ise hilafeti İstanbul gibi siyasî ve tarihî bir dayanaktan mahrum eylemek demek olduğu için karşı çıktım.
YALNIZ VATANLARINA DEĞİL, BÜTÜN İSLAM ALEMİNE İHANET ETTİLER
Şimdi bana haksız yere vatana ihanet suçu isnat edenler, hilafeti hukuk ve nüfuzundan ayırıp değiştirerek bu Muhammedî saltanatı yıkmış ve yalnız vatanlarına değil, bütün İslam alemine ihanet etmişlerdir.
..Ben milletimin aydınlarının vatanî ve vicdanî görevlerini bu derece kötüye kullanmayacakları hakkındaki hüsn-ü zannıma ait olan hatamı itiraf ederim.
HAKİKAT MAĞLUP EDİLEMEZ
Hilafet meselesinin halli 300 milyonluk İslâm âlemine düşecek bir büyük meseledir. Dolayısıyla şimdi ben Hilafet hakkında Ankara’da ve İstanbul’da verilen fuzulî ve cebrî hükmü kesinlikle kabul etmeyerek hakkımda reva görülen iftiraları onları yakıştıranlara büyük bir nefretle red ve iade ederek, memleketin ırk ve din ayırmaksızın bütün ahalisinin mutluluk ve refahından başka bir emeli olmayan ve adalet ve itidalin hakim olmasını isteyen müsterih bir kalb ve vicdan ve hak ve hakikatin mağlub edilemeyeceğine dair kuvvetli bir imanla sevgili vatanıma dönünceye kadar ıtır kokulu toprağının ezelden müştakı olduğum Haremeyn-i Şerifeyn’de ve şimdilik Beytullah’ın civarında vakit geçiriyorum.”
(1922’de Ülke Dışına Çıkmaya Zorlanan Sultan Vahideddin’in 1923’te Mekke’de Yayınladığı Beyannamesinden Günümüz Türkçesine Sadeleştirilerek..)