BAYRAMLAR VE YARIN

Önceki Kurban Bayramları,Türkiye’nin Atatürk önderliğinde emperyalizme karşı kazandığı Bağımsızlık Savaşının ardından,
Tam bağımsız,ulusal birlik ve bütünlükte aklın ve ilmin rehberliğinden vicdan ve düşünce özgürlüğünde,
Türk kültürünün çağdaş uygarlıklar düzeyine çıkarılması iddiasıyla söz ve karar sahibi olunması amacında,
Toplumun temel kurumlarından devletin rejimi ve işleyişinde oluşturulan sistematikte millete ve insanlığa adanmış özgür bireyler olmak hedefinde ve bu mükemmelliğin mazlum İslam ülkelerine örnek olması harikulâdeliğinde yaşanıyordu.

*
Sonra Amerika’nın ılımlı islam vizyonu çerçevesinde hilafetin temsilcisi Osmanlı’nın ardından oluşan devlet yapılanmalarının Vatikan benzeri ekonomik güç olması için verdiği destekle,
AKP iktidarı ve İslam ülkelerindeki hempaların “Kur’an ve Sünnet” kaynağından Batı’nın yeniden tanımlanması amacının âlemlere rahmet olacağı inancı ve “İslami Devlet” amacı yürütülmeye başladı.

*
Geçen Kurban Bayramında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Arap Baharının 2010 sonunda ilk başladığında 100 yıllık büyük bir dönüşümün izlerinin ilk işaretlerini görmeye başladıklarını hatırlatıyordu.
“Türkiye olarak bundan sonra Ortadoğu’da değişim dalgasını yöneteceğiz. Zihnimizde nasıl yeni bir Türkiye iddiası varsa,yeni bir Ortadoğu iddiası da var. Kim ne derse desin,bu düzenin öncüsü de, sözcüsü de Türkiye olacaktır” diyordu…

*
Bir yıl sonra, yeni bir Kurban Bayramı’nın yaşandığı bugünlerde;
Batı; Türkiye,Tunus, Libya,Mısır gibi ülkelerde toplumlarının en alttaki kesimlerinden iktidar ettiği,”Müminler, kendi sorunlarını ancak şeriatın tesisi aracılığıyla oluşacak ve onunla başarı şansı bulacak bir İslami ideoloji oluşturmak suretiyle çözebileceklerdir” İslamcı inanışın küresel boyutta “İslami Cihad”a dönüşme tehditinden,
Rusya; ABD’nin Hazar Havzasının Enerji Kalkınması Projesi ile topraklarından geçen hatlara bağımlılıklarının kaldırılmasını teminen Balkan ve Kafkasya ülkelerinin bağımsızlığı, alternatif ihraç yollarının bulunması ve mevcut rejimiyle İran’ın Hazar enerjisinde rol almaması siyasetini -bu uğurda İslamcılığın kullanılmasıyla çeşitli provokatif eylemlerle bölgede kalıcı barış ve güvenliği engellemesini ve Doğu’ya doğru ilerlemesi tehditinden: ortak payda oluşturmuş bulunuyor.

*
Bu suretle tek küresel sistemde yer alan ve onun çevresinde birbirine bağlı yapıda ve ilgileri farklı ülkelerin genel ekonominin gündemi içinde benzer yaklaşımlarda değil,kendilerine en uygun seçeneğin yükümlülüklerini üstlenecekleri,
Değişim ya da ciddi krizlerin tek taraflı yaptırımlar yolu ile değil topluca çözüldüğü yeni bir sürece girilmiştir.

*
İşte, İsrail’in bölgedeki güvenlik ortaklarından izolasyonunun büyümesine ve kapsamlı bir Ortadoğu barışınin fiilen beklemede kalmasına neden olan,
Suriye’den gelişen İsrail’i merkezde tutan Sünni-Şii ekseninde giderek yükselen karmaşa,
Taraflardan birini oluşturan İslamcı radikalizmin tasfiyesi,Cenevre II Konferansı ve izleyen süreçte bu yöntemlerle çözülmeye çalışılıyor.

*
Rağmen bu yılın Kurban Bayramında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İslam Birliği hedefine dönüştürülen Türk dış politikasını yere göğe sığdıramamaktadır.
Bakınız, İsviçre’nin Neue Zürrcher Zeitung gazetesine, “Sıfır sorun politikası, bizim ilkesel programımız.Bizim sadece bir iki komşumuz yok. Ayrıca sorunların çözülebilmesi için karşı tarafta da partnere ihtiyacınız vardır”diyor!

*
“Ukrayna ve Yunanistan ile çok önemli ilişkiler geliştirdik.
Rusya ile vize muafiyeti sözleşmesi imzaladık.
Sadece Avrupa Birliği ile libarelleşmeye gidemedik.
Soğuk Savaş döneminde çatışma yaşadığımız ülkelerle vizeleri kaldırabildik, fakat o dönemlerde dostumuz olan ülkelerle bu durumu başaramadık.
Gürcistan’a geçerken kimlik kartıyla geçebiliyoruz.
Kıbrıs Rum Kesimi’nin yönetimiyle de daha iyi ilişkilerimizin olmasını isterdik.
Ermenistan ile de 2009 yılında protokol imzaladık. Fakat Ermenistan Anayasa Mahkemesi, Azerbaycan’daki işgal topraklarının devam etmesine karar verdi.
Suriye ile bir sorunumuz var.
Mısır konusunda ise darbe rejimini meşrulaştıramayız.
Hiçbirinde sorun bizde değil, karşı taraflardadır ” diyor-aslında,Türkiye’nin yalnızlığına işaret etmektedir-ama,
“2002 yılında komşu ülkelerle ihracat yüzde 8 iken şu sıralar yüzde 32 durumunda. Bu bile sıfır sorun ilkesinin ne kadar başarılı olduğunu göstermeye yeter” ifadesiyle yalnızlığa aklınca değerlilik katıyor!

*
Yine de “Değerli Yalnızlık” konusunda ya da bir yıl önceki, “Türkiye olarak bundan sonra Ortadoğu’da değişim dalgasını yöneteceğiz. Zihnimizde nasıl yeni bir Türkiye iddiası varsa,yeni bir Ortadoğu iddiası da var. Kim ne derse desin,bu düzenin öncüsü de, sözcüsü de Türkiye olacaktır” ifadesinde kararlılık gösteriyor.
Nasıl?

*
Önce BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye konusunu bloke etmesini eleştiriyor -ardından, Cenevre’de planlanan Suriye Konferansı’nın başarısız geçebileceğine dikkat çekiyor.
“Suriye halkının Esad’ı o masada isteyeceğini düşünmüyorum. Türkiye’nin de dahil olduğu Suriye’in Dostları Grubu, kimin katılacağına karar verecek.
Esad rejiminin yaptıklarına karşı hepimizin pozisyonu aynı. 114’e yakın ülke bizimle aynı düşünceyi paylaşıyor.
Bu rejim kimyasal silah kullandı. Katil silahını bıraktığı zaman, suçsuz olmaz. 1400’ten fazla insan kimyasal silah kullanımından dolayı yaşamını yitirdi. Rejim, bu suçun cezasını çekmeli” diyor ve Cenevre II Konferansını sonuçsuz bırakacak olan formülü açıklıyor:
“Bosna Halkı, insanlık suçu işleyenlerle aynı masada oturmayı kabul etmişti. Fakat geçen yıl yapılan görüşmelerde şöyle bir şey ortaya çıktı: Ellerine kan bulaşmış insanlarla aynı masaya oturmak istemediler ve onları görüşmeden uzaklaştırdılar” diyor…

*
Davutoğlu’nun Cenevre II Konferansı ile ilgili uyarısı,
Suriye’nin dünyaya ihraç ettiği gerilimi düşürmenin biricik yolunun oradaki insanların yaşamlarına saygı göstermek ve korumaktan geçtiğini ileri süren BM Güvenlik Konseyi kararına,
Teminen Cenevre’de sağlanacak anlaşmaya uyulmasına, herkesin silah bırakması ve müzakere için masaya oturmasına,
Ve Türkiye’de hükümeti bağlayıcı Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un “Cenevre Görüşmelerine engel olacak adımlardan kaçınılması gerekir. Bu tür adımlar tek taraflı olarak tüm günahlardan Esad rejiminin suçlanması, teröristlerin yaptıkları zulüm ve muhalif güçler tarafından işlenen insani hukuk ihlallerinin göz ardı edilmesi ve bu durumun BM Genel Kurulu’nda tek taraflı kararlarla kabul ettirmek istenmesidir” ifadesine aykırı düşüyor.

*
Türkiye Suriye konusunda ABD ve Rusya’nın çözüm planıyla birlikte Katar ve Suudi Arabistan’la da ayrışmış, bölgede iyice yalnızlaşmıştır.
Desteklenen Suriye muhalefeti Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) -önce, Suriye Ulusal Koalisyonu’na (SUKO) katılması -sonra, radikal ve ılımlılar olmak üzere ikiye bölünmesi, ABD’nin ılımlı muhalefet ve PYD gibi Kürt örgütleri El Kaideci örgütlerle mücadeleye sevketmesi,
El Kaide ve türevlerinin Suriye muhalefetinden ayrıldıkları ve yeni bir çatı örgütü kurduklarını ilan ettiği bu noktada;
Türkiye -hem,İslam Birliği siyasetinin banisi olmak -hem, Kürtlerle mücadele etsin diye El Kaideci örgütlerle olan işbirliği ile öne çıkıyor.

*
AKP’nin partileştirdiği Türkiye devleti,muhalif ve İslamcı radikal örgütlerle sağladığı etkili beraberliklerle, -hem,onları silahlandırıp-yönlendirmek ve Suriye’de savaşa salmak, diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmek, başka bir devlet sınırları içinde iç savaş çıkarmak,hukuku ihlal edenlerle yardımlaşmak fiilleri -hem de,İsrail’in bölgede izolasyonuna neden olarak güvenliğini sekteye uğratmakla itham altındayken,

*
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, hâlâ “Sıfır sorun politikası, bizim ilkesel programımız ve çok başarılıyız” demesi, tek dişi kalmış İslam Birliği siyasetini arkalayan Türkiye’nin dünyaya ültimatomu anlamına geliyor-ki,bu İslami Cihad’tır ve Türk Halkının ateşe atılmasıdır.
Bunların Kurban’ına yakışıyor…

18.10.2013

Mustafa Kemal Atatürk