ÖMRÜMÜN KIBRIS YILLARI
Hüseyin MÜMTAZ
Yine ömrümün Kıbrıs yıllarının, Ekim-Kasım aralığına denk gelen Kıbrıs zamanlarındayım.
Memlekette kazak palto giyer, kalorifer yakar, uzak dağlara yağan ilk karları birbirimize hayretle gösterirken, gecenin bir yarısı baktık ki Ercan’a inivermişiz..
Pasaport kontrolünde bacaklarımızın arasında ve valizleri beklerken ortalıkta sevimli bir K-9’cuk dolaşıyor.
(Metehan’dan giren Rumların arabaları da aynı ciddiyetle aranıyor mu acaba?)
İki saatlik uykudan sonra sabah gözümüzün tam orta yerine giren Girne güneşi uyandırdı bizi.
Girne, o eski Girne.. Dost, tanıdık, saygılı ve mesafeli..
Dost çünkü insancıl, tanıdık çünkü ilk defa gördüğü insana bile gülümseyerek bakıyor. Ama Anavatan’dan gelen her uçak ve gemiden inen temizlikçi, benzin pompacısı, inşaat işçisi vs. bile küçük dünyaları ben yarattım kostaklığında sokağa dökülürse “mesafeli”.
Eski Girne, yeni Girne ve “English” Girne apayrı dünyalar.
Eski Girne’de tek, bazen iki, ender olarak da üç katlı evlerin camları, kapıları ardına kadar açık..sessiz ve sakin. Kapı önüne bırakılmış tepside içilmiş kahve fincanları.. sokaktan geçerken görülen evlerin içleri, açık televizyon, bahçede oynayan küçükler..ağaçların arasına asılmış çamaşırlar.
Yeni Girne, kozmopolit.. Her renk, cins, dil, boy ve enden ibaret şekilsiz bir kalabalık. Akşam hava karardıktan sonra, hatta günün bazı saatlerinde bile girmeye çekineceğiniz, Mezopotamya’nın her dil ve lehçesinin konuşulduğu “kurtarılmış” sokak, cadde ve mahalleler. Ama son tahlilde mevcut ortama uymak onların da hoşuna gider.
Ve “English” Girne.. Dünya yansa umurlarında değil.. sabahın onunda soğuk biralarını içer, en ufak bir kolesterol kompleksine girmeden yağlı yumurtalı ham/jambonlarını yer, akşam da “whisky” eşliğinde England-Montenegro maçını seyrederler.
Ekim ortasında güneş yakar ve denize girersiniz, gece de hiç olmadığı kadar yakın, büyük ve parlak yıldızları sayarsınız.
Hava serin ve sakindir. İçinize çektiğiniz nefes, toprak ve su ve yaprak kokar.
Ekim sonu kahvaltınızı bahçede, balkonda yapar ve güneşten “rahatsız” olursunuz.
Bu güzel, nefis ruh hali/ağız tadını ne yazık ki yine “politikacılar” bozar.. Keyfe limon sıkar, pişmiş aşa su katarlar.
Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile “kıprıslıtürk” Dışişleri Bakanı Özdil Nami ortak basın toplantısı düzenlemişler. 4 Kasım’da liderlerin bir araya gelmesinin söz konusu olduğunu, Ekim ayının ise hazırlık ayı olacağını söyleyen Davutoğlu, “Kritik bir eşikteyiz. Eğer güçlü bir irade sergilenirse Kıbrıs’ta uzun zamandır arzulanan uygun müzakere ortamı ve barış imkânı doğar” ifadesini kullanmış.
Kıbrıs’ta barış yok muymuş?
Sonra söz alan Nami de, Kıbrıs Türk halkının dünyayla bütünleşmesi gerektiğini söyleyerek, “Mart 2014 diye bir hedef koyduk. Bundan önce kapsamlı çözümle ilgili bir referandumu adamızda gerçekleştirmek ve bu kapsamlı çözümü mutlaka gerçeğe dönüştürmek istiyoruz” diye konuşmuş..
Söylenilen lâflardan önce benim dikkatimi, iki dışişleri bakanının fotoğraf verdikleri kürsülerin arkasındaki fon dikkatimi çekti.
İki bakan, birbirlerine dönmüş gülümseyerek bakıyorlardı ve arkada mavi zemin üzerinde “Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı” armaları resmedilmişti.
Ama, değişik bir “arma” idi.
Beyaz ay-yıldız, sarı zemin üzerinde duruyordu.
“Ay-yıldızlı al bayrak” ile kim hangi hakla oynayabiliyordu?
“Ay-yıldızlı al bayrak” filan bakanın, falan müdürün, filanca sanatçının keyfine göre değiştirilebiliyor muydu?
Böyle ciddiyetten uzak bir fonun önünde verilen pozlar-söylenilen sözler de aynı derecede problemli oluyordu.
Bakanlar kısaca, 2013 Ekim hazırlık, Kasım görüşme, 2014’ün ilk ayları referandum ve Mart 2014’de de “çözüm”, yâni “Kıbrıs Türk halkının dünya ile bütünleşmesi”ni amaçlıyorlardı.
Nami’nin, “Kıbrıs Türk halkının dünya ile bütünleşmesi” dediği şeyin, “RUMLA BÜTÜNLEŞMEK” demek olduğunu Oslo/PRİO’daki sağır sultanlar bile biliyor.
Ama bu “yıl sonuna kadar çözüm, yıl başında da referandum” formülünü başka bir yerden hatırlamıyor musunuz?
61’inci hükümette Dışişleri Bakanlığını yeniden üstlenen ve ilk resmi ziyaretini 9 Temmuz 2011 günü KKTC’ye yapan Ahmet Davutoğlu, KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile gerçekleştirdiği görüşme ve çalışma yemeğinin ardından “ortak basın açıklaması” yaparak Türkiye’nin Kıbrıs Türk halkına desteğini yineleyen Davutoğlu, yılsonuna kadar (2011) Kıbrıs sorununa çözüm bulunması, 2012 başında referanduma gidilmesi ve Temmuz 2012’de AB dönem başkanlığını ”Birleşik Kıbrıs”ın üstlenmesi hedefini dile getirmemiş miydi?
Siz Dâvutoğlu’nun; 2011 planının neden gerçekleşemediğini izah ettiğini, gerçekleşmediği için de boş yere umut verdiği toplumdan özür dilediğini hatırlıyor musunuz?
Fos çıkan ve pat diye ortaya çıkan bu gizli saklı “planların” milletin yararına olduklarını nereden biliyoruz?
Aslında plan da gizli/saklı filan değil..
Ankara’daki ziyareti sırasında “Diplomasi Muhabirleri Derneği” (DMD) üyeleriyle de bir araya gelen Nami, Kıbrıs’ta müzakerelerin sıfırdan başlamayacağını ve bugüne kadar pek çok konuda önemli yakınlaşmalar elde edildiğini belirterek, “Ocak ayına kadar olan sürenin yeni bir kapsamlı çözüm planını ortaya çıkarmak için makul bir süre olduğunu düşünüyoruz” demiş. Nami görüşmede, toprak konusunda da karşılıklı kriterlerin konulduğunu ve ortaya çıkacak haritanın Annan Planı’ndan çok farklı olmasının beklenmediğini kaydetmiş.
23 Aralık 2002 günü KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Ankara’da İbni Sina Hastanesi’nde sağlık kontrolünden geçmektedir. Denktaş, BM’nin Annan Kıbrıs çözüm planını mevcut haliyle kabul etmenin, Kıbrıs Türk halkının sonunu getirmek olacağını ifade eder. Denktaş, “Toprak konusunda yapılanlar ve bizden istenenler, Kıbrıs Türkleri’ni sefalete sürükleyecek bir zaman içerisinde Ada’dan boşalmalarını temin edecek durumdadır” der.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın planında Kıbrıs Türkleri açısından sakıncalı unsurları Annan’a yazılı olarak ileteceğini söyleyen Denktaş, bu çalışmayı birkaç gün içinde sonuçlandıracağını belirttir.
Denktaş, Rum Başsavcı Alekos Markides’in ‘Denktaş’la anlaşma olmaz’ sözlerine de tepki gösterir. KKTC Cumhurbaşkanı, “Ama Denktaş ayaktadır, bu iş Denktaş ile yürüyecektir” der.
Yıl 2013.. Denktaş ne yazık ki artık “ayakta” değildir ve “iş” Denktaş’sız yürütülmektedir.
Bakın 2004’de Türklerin kabul edip de Rumların etmediği Annan Planı yürürlüğe girseydi neler olacaktı?
Çok basit olarak; 85 bin Rum, Kıbrıs Rum Devletine iade edilmiş topraklardaki evlerine dönerken 45 bin Rum da Kıbrıs Türk Devleti topraklarındaki mülklerine dönmüş olacaktı.
Rumlara iade edilen ve Rumların yerleştiği topraklardan sökülüp atılan Kıbrıslı Türkler bir insan ömrü içinde dördüncü defa göçmen olacaklar ve mecburen yine prefabrik göçmen konutlarına yerleşmiş olacaklardı.
8 yıl içinde adada konuşlanmış Türk askerinin tamamı Türkiye’ye dönmüş olacaktı. Plandaki koşullara göre sadece 650 Türk askeri kalmış ve en küçük bir birim bile kışladan dışarı çıkmak için 15 gün evvelinden izin istemek zorunda olacaktı.
Rumlar en son 2009 yılında Kıbrıs Türk kesimindeki topraklarının da üçte birini, yani iade edilen 450 bin dönüme ilaveten 350 bin dönüm toprağı daha tümden geri almış olacaklardı.
Rumlara toplam olarak 800 bin dönüm toprak iade edilmiş olacaktı.
Kıbrıs Türk kesiminde kalan 600 bin dönüm Rum toprağı için, her mal sahibi Rum geri alamadığı malı için tazminata hak kazanmış olacaktı.
Karpaz’daki dört köy “Özerk Otonom bölge” olacaktı.
Zaten Nami de; “Annan planında olduğu gibi bir kapsamlı çözüme giderken elbette ki bir toprak düzenlemesi yapılacaktır ve bir kapsamlı çözümde bizi acıtacak konularından da biri bu olacaktır” dememiş miydi?
Her kafadan bir ses çıkıyor, Downer gidip gelmeye başladı, “temsilciler” bir metin üzerinde çalışacaklar, ve “temsilciler” Ankara ve Atina’da çapraz görüşmeler yapacak..
Ekim’de görüşme, Mart’ta da referandum..
Bir telâş, bir kalabalık.
Göz gözü görmüyor.
Dâvutoğlu; “kritik bir süreç” diyor.
Neden kritik, kim söyledi?
Dâvutoğlu için kritik olmayan ülke, bölge, halk yok..
Ama çok kısa sürede vardığı nokta belli..
Özersay da sosyal medyada “uzun bir aradan sonra Eroğlu ile görüştüğünü ve başlaması muhtemel yeni süreç ile ilgili görüşlerini aktardığını” paylaştı.
Eroğlu, BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon ile görüşmesi sonrasında New York Türkevi’nde düzenlediği basın toplantısında aynı Dâvutoğlu ve Nami gibi yıl sonuna kadar kapsamlı bir uzlaşıyı gerçekleştirmeyi hedeflediklerini vurgulayarak, “Bunu geriye kalan bütün konuların sonuçlandırılacağı çok taraflı toplantı takip edecek ve bir uzlaşıya varıldığı takdirde, bu iki halkın ayrı ayrı ve eş zamanlı referandumuna sunulacaktır” demişti.
Şimdi can alıcı soru şu.
2004 referandumunda Türk tarafında “Hayır” diyen tek siyasi parti UBP ve onun lideri Eroğlu idi.
Sandıkların açıldığı akşam saatlerinde UBP Genel Merkezi’ndeki yalnızlığını sadece partinin çaycısı ile beraber benim paylaştığımı zannederim hatırlar.
Bırakın Genel Sekreterini, tek bir milletvekili yoktu Sarayönü’ndeki o binada o saatte.
“2013-14 Müzakere, referandum, çözüm” planını genel hatlarıyla bildiği anlaşılıyor da; Nami’nin dillendirdiği; “Annan planından pek farkı olmayacak-acıtacak” ayrıntılarının ne kadarından haberi var?
Haberi var mı yeni plandan, “acıtacak” toprak tavizlerinden?
Plan 2004’den “farklı olmayacak” ve “acıtacak”sa o zaman HAYIR diyen Eroğlu şimdi ne diyecek?
Nasıl ve neden evet diyecek?
Evet demeyecekse, düşünceleri belli Özersay ile neden görüşüyor?
Madem “danışacaktı” neden Cumhurbaşkanlığı’ndaki görevinden ayırdı?
Kıbrıs Türkü’nün; Nami’nin açıklamalarına karşı Cumhurbaşkanı’nın tavrını ve düşüncelerini öğrenmeye hakkı vardır.
Göz gözü görmeyen bu toz duman içinde Kıbrıs Türkü’nün, önünü net bir şekilde görmeye gerçekten ihtiyacı vardır. 13 Ekim 2013
57’İNCİ ALAY HER YERDE
HEPİMİZ 57’İNCİ ALAYIN NEFERİYİZ