Almanya, Fransa ile birlikte kurucu üye olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi olmasına en fazla karşı çıkan ülkedir. Bunun sebebi, Türkiye’nin Avrupa Parlamentosu, Konsey gibi önemli AB kurumlarında önemli bir temsil ve söz hakkına sahip olacak olmasıdır.
Almanya, Türkiye’yi AB üyesi yapmadan fakat Avrupa’dan da koparmadan ilişkileri sürdürme politikası izlemektedir.
Almanya’da önceki hafta yapılan seçimleri Başbakan Merkel kazanırken, Türkiye kaybetmiştir. Çünkü Merkel, eski Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile birlikte Türkiye’nin AB üyeliğine muhalefet eden en önemli siyasetçilerden biridir.
Sarkozy gitmiştir ama Merkel daha da güçlü bir şekilde üçüncü defa iktidara gelmiştir. Koalisyon ortağı Liberaller (Hür Demokrat Parti: FDP) ise yüzde 5 barajını aşamamıştır.
FDP’nin yüzde 5’lik barajın altında kalarak meclise girememesi, Türkiye’nin aleyhine olmuştur. Çünkü FDP’den Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, Türkiye’nin AB üyeliğine destek verirken bu konuda koalisyon ortağı Merkel’e sıklıkla ters düşmüştü.
Yüzde 42,5 oranında oy alan Hristiyan Birlik partileri seçimlerden zaferle çıkmıştır. 2009 yılında yapılan son seçimlerde, Birlik Partileri CDU/CSU yüzde 33,8 oranında oy alabilmişti.
Bu sonuç, Hıristiyan Demokratların 1990 yılından bu yana ulaştığı en yüksek oran olmuştur. Seçimlere ortaklaşa giren muhafazakar Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) oy oranını yaklaşık yüzde 8’in üzerinde artırmıştır.
Türklere yakınlığı ve Türkiye’nin AB üyeliğine desteği ile bilinen Sosyal Demokrat Parti (SPD) seçimde yüzde 23’lük oy oranıyla şimdiye kadarki genel seçimlerdeki en kötü sonucunu almıştır.
Almanya’daki seçimlere Türk kökenli 60’dan fazla aday katılmıştır. En fazla Türk kökenli adayı Yeşiller, Sol Parti ve SPD göstermiştir.
Angela Merkel, yeni dönemde de AB mevzuatında olmayan ve hiçbir hukuki dayanağı bulunmayan “imtiyazlı ortaklık” konusunda ısrar etmeye devam edecektir.
Merkel, imtiyazlı ortaklığın içeriğiyle ilgili olarak üyelik müzakerelerindeki 35 başlıktan 27-28’nin görüşülmesinin “imtiyazlı ortaklık” anlamına geleceğini söylemiştir.
Buna karşılık Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stefan Füle EurActiv’e 31 Mart 2010 tarihinde vermiş olduğu demeçte imtiyazlı ortaklık konusunun AB gündeminde olmadığını belirtmiş ve şöyle demiştir: “İmtiyazlı ortaklık masada değil.”
Başbakan Merkel son Türkiye ziyareti öncesinde ”Önümüzde uzun bir müzakere yolunun bulunduğuna inanıyorum…Bu müzakereleri sonucu açık olarak sürdürüyoruz” demiştir.
Merkel’in Türkiye ziyareti ile ilgili olarak Alman Lausitzer Rundschau gazetesi şu yorumu yapmıştır: “Avrupa Birliği’ne katılım kriterleri herkes için aynı: Hukuk devleti olmak, düşünce ve din özgürlüğünün sağlanması ve demokrasinin tesis edilmesi… İmtiyazlı ortaklık yerine şimdi şunun söylenmesi gerekiyor: Üye olmanızı gönülden arzu ediyoruz ve gerekli koşulları yerine getirebilmeniz için elimizden geleni yapacağız. Ancak Merkel, ziyaretinde böyle bir ifadeyi ağzından çıkaramadı.”
Müzakerelerde ucu açık süreç olmaz.
Ucu açık müzakere sürecinin sonu “imtiyazlı ortaklık” ise bu kabul edilemez. Çünkü AB müktesebatında böyle bir düzenleme bulunmamaktadır.
Ayrıca AB ile üyelik müzakereleri yürütüp AB’ye üye olmayan bir ülke de yoktur.
İmtiyazlı ortaklık kavramı, Merkel’in liderliğini yaptığı Hıristiyan Birlik Partileri’nden çıkmıştır.
Hıristiyan Demokrat Birlik ve Bavyera Hıristiyan Sosyal Birlik Partileri’nden oluşan Hıristiyan Birlik, 2004 yılında Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin olarak aldığı Ayrıcalıklı Ortaklık: Türkiye İçin Avrupa Perspektifi () kararında, 2004 yılındaki 10 ülkenin AB’ye dahil olduğu büyük genişlemenin AB için sıkıntılı olduğu, bu sebeple Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık teklif edilmesi gerektiği açıklanmıştır.
Kararda; Türkiye ile gümrük birliğini de aşan bir serbest ticaret bölgesi kurulacak, dış politika, güvenlik, sivil toplum, çevre, eğitim, sağlık gibi konulardaki işbirliği derinleştirilecektir.
Böylece Türkiye AB’nin yapısal ve tarım fonlarından yararlanamayacak, Türk vatandaşları AB içerisinde serbest dolaşım özgürlüğünden mahrum kalacak, Türkiye hiçbir AB kurumunda temsil edilmeyecektir.
Mallar serbest dolaşacak ama kişiler dolaşamayacak,Türk vatandaşları vize sorunları ile uğraşmaya devam edecektir.
Böyle bir üyeliği Türkiye kabul edemez. Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık statüsü verilmesi söz konusu olacak olursa, Lizbon ve Ankara Anlaşmaları ile Katma Protokol’ün değiştirilmesi gerekir.
Başbakan Merkel, bundan önceki Türkiye ziyareti öncesinde 29 Mart 2010 tarihinde Türk gazeteciler ile yaptığı görüşmede “İmtiyazlı -ayrıcalıklı- ortaklık dediğim zaman bu şu anlama geliyor: Türkiye ile AB arasında iç içe geçmiş ilişkilerimiz var. Müzakere edilen 35 fasıl var. Bunlardan 27-28’i eminim ele alınabilir ve bu da gerçekten imtiyazlı bir ortaklık anlamına gelir. Kurumsal iç içe geçiş gibi bazı noktalar ise kapsam dışında kalır” demiştir ama bu başlıkları neye göre seçtiğini açıklamamıştır.
Merkel’in iktidar döneminde Türkiye’nin üyeliği konusunda hiçbir değişiklik olmamıştır. Bundan sonrada olmayacaktır.