Site icon Turkish Forum

Gezi olaylarının kökeni, öncelikli olarak dış sebep, sonucu olarak da iç sebeptir

Doçent doktor  Orhan Çekicin (T.C. Maltepe Üniversitesi) turkishnews.com sitesine özel açıqlaması. - Orhan CekicDoçent doktor  Orhan Çekicin (T.C. Maltepe Üniversitesi) turkishnews.com sitesine özel açıqlaması.

Gulnara İnanc, Azerbaycan

Safa Kerimov, Rusiya

 

Her 30 Ağustos, Türkiye’de Zafer Bayramı olarak kutlanır. Türk ordusunda bir gelenek var: 30 Ağustos 1922, Büyük Taarruz, Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki     Türk ordusunun, Yunan ordusunu yenip denize döktüğü büyük zaferin adı. Ordu 26 Ağustos günü Afyon’dan taarruzu    başlatıp Yunan ordusunu kovalamaya başladı, 30 Ağustos’da Dumlupınar mahallinde ağır yenilgiye uğrattı ve     imha ettı. Uşak’ta Yunan ordusu başkomutanı Trikopis esir edildi. 9 Eylül’de Türk orduları İzmir’e girdi. Böylece   Kurtuluş Savaşı kesin bir zaferle sona erdi. Bu zaferin sonucu 24 Temmuz 1923’de Lozan Barış Andlaşması yapılarak    bağımsız, egemen bir Türk devleti kurulmuş ve dünya tarafından kabul edilmiş oldu.
Yunanistana dönenler, Albaylar Juntası kurup darbe yaptılar, hükümeti devirdiler, “Neden Anadolu’ya karşı böyle    bir sefere girdiniz, sonunda da Yunan onurunu dünyaya rezil ettiniz?” diyerek, Anadolu’da görev yapan tüm    ordu komutanlarını, ilgili bakanları, Başbakan Gunaris dahil, kurşuna dizdiler. Yunanistan’da hükümet değişti.
Aynı zamanda İngiltere’de de, sürekli Yunanistan’ı destekleyen Başbakan George Lloyd Hükümeti de istifa ederek çekildi.    İşte Lloyd George istifasını verirken İngiliz Parlamentosu’nda o ünlü konuşmasını yaptı:     “Her yüz yılda bir, bir dâhi çıkar. Şu bizim talihsizliğimize bakın ki, bizim dönemimizde bu dahi Türkiye’den çıktı.      Mustafa Kemal’i yenemedik…” İşte bütün bu sonuçların kaynağı Türk Ordusu’nun 30 Ağustos 1922 zaferidir.

-Türkiyədə son dönemler askeri  komutanlığın üst görəvinə yeni isimlerin getirilməsinin sebebi ne?

– Türk ordusunda her yıl sırası gelecekler için yapılacak terfi ve yeni tayinlere, ordudan emekli edileceklere,    çeşitli sebeplerle ordudan ilişkileri kesilecek olanlara en üst bir askerî kurul karar verir. Bu kurulun adı:    “Yüksek Askerî Şüra”‘dır.Buna kısaca, YAŞ denir. Üyeleri Başbakan,İçişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı,   Genel Kurmay Başkanı, Genel Kurmay Genel Sekreteri, Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanları ve Jandarma Kuvvetleri   Komutanıdır. Bu komutanların hepsi Orgeneral rütbesindedir. Deniz Kuvvetleri Komutanı da Oramiral’dir.
>    Geleneklere göre; En büyük kuvvet, Kara Kuvvetleri olduğu için, terfi sırası gelen Kara Kuvvetleri Komutanı, Genel Kurmay   Başkanlığına geçer. Bu kez karacı orgenerallerden biri, Kara Kuvvetleri Komutanı (KKK) olacaktır. Aday daima birden çoktur,   çünkü birden çok ordu var, her birinin başında da orgeneraller var. Kimisi 1 yıllık, kimi 2 yıl, kimi 3 yıllık bir    orgeneraldir bunlar. 4 yılı dolduran generallerden, Kara K.K’nı olamayan emekli edilecektir. Bu adaylardan en kıdemli    olanlardan biri K.K.K’nı olacaktır. Geleneklere göre, en büyük güç olan 1. Ordu Komutanı, Kara Kuvvetleri Komutanı
olacaktır. İşte bu noktada Hükümet, bu geleneklerin dışına çıkabilir ve kendine yakın bulduğu bir başka ordunun    komutanını K.K.K’nı yapabilir. Son dönemlerde de yapılan budur. Hükümet bunu neden yapar? Çünkü bu KKK’nı, 4 sene sonar   Genel Kurmay Başkanı olacaktır. Bu kişinin iktidara yakın olması, diğer kuvvet komutanlarını da kontrol altına almak demektir.
>    Orgenerallikte 4 yılını doldurup da, kuvvet komutanlığına terfi edemeyenler emekliye sevk edilirler. Bunlar orduda normal    bir akıştır. Normal olmayan, bu kuvvet komutanlıklarına geçirilecek olanlarla, onların boşalttığı ordu komutanlıklarına    geçirilecek olanlar arasından seçmeler yapılırken, iktidarın sicillere bakmaktan çok kendine yakın bulduğunu kayırması    endişesidir. Bütün bu değerlendirmeler sonucunda da her subay yeni görevine 30 Ağustos günü başlar. O gün büyük törenler olur.

Turkiyedeki Gezi parkı olayları Ankaraya hansı dersleri verdi?
– Gezi Parkı olayları gösterdi ki, gençliğin çok önemli bir kısmı iktidarın Atatürk ve Cumhuriyet devrimine ilşkin yaaptıklarına    karşıdır ve sürdürülen mahkemelerin de düzmece olduğu inancındadır. Dolayısıyla çok tepkilidir. Laiklikten hiçbir zaman taviz    vermeyecektir. Üstelik arkalarında da kendi aileleri bir yana büyük bir sivil halk desteği de vardır. Olağanüstü baskılara da,    olağanüstü direnç göstermekten de çekinmemiştir. Yönetimin orantısız güç kullanması, kendine bağlı basın ve Tv kanallarıyla  kendini haklı göstermeye çalışması, tam geri tepmiş, sokaklarda olup biteni canlı olarak gösterebilen sadece 2 tane kanal,  Ulusal Kanal ve Halk Tv gerçekleri tüm açıklığıyla dünyaya gösterince iktidar her yerden büyük tepki almıştır.    Bu sokaklara dökülen üniversite gençliği, ülkenin yarın ki geleceği olan aydın kesimdir. Ne yaptığını da bilen, iktidarın da   ne yaptığını bilen, kavrayan elit bir kesim. Gençlerin verdikleri mesajı iktidar, bütün direnmesine rağmen geri adım atarak,   kabul etmiş, Gezi projesini durdurmuştur. Ama bu da fazla bir şey ifade etmez. İktidar zaten sandıktan %52 oy aldığı    iddiasındadır. Bu oran şimdi elbette çok gerilemiştir. Anketler bunu göstermektedir. Yani halkın yarısından çoğu muhalif   cepheyi teşkil etmektedir. Bu durumda, bunun ilk yansımaları şunlar olacaktır:

1. Erdoğan’ın Başkan olma projesi suya düşmüştür. Gezi olayının verdiği en büyük ders budur. Başkanı parlamento değil, halk      referandumla seçeceği için, Ak Parti’nin Meclis’teki çoğunluğu sokakta yoktur. O zaman sandıkta da olmayacaktır.
2. Yerel belediye seçimlerinde de aynı yansımaları göreceğiz. Önemli belediyeleri kaybedeceklerdir çünkü eskiden olduğu     gibi her siyasi parti kendi adayını gösterip, oyları bölmeyecektir. O ilde en güçlü isim hangi partinin adayı ise, tüm AKP  dışındaki partiler, o adayda birleşeceklerdir. Bu AKP için çöküş demektir.
3.  Asıl Ergenekon ve Balyoz davaları bu iktidarı devirmeye yetecektir. Sonuçlardan hiçbir vicdan sahibi sokaktaki yurttaş    memnun dğildir. Yapılanların tamamen düzmece, tüm hesapların Atatürk’le hesaplaşmaya ve Cumhuriyet’in kazanımlarından   geri adım atmaya yönelik olduğu açıktır. Bir tek somut olay ortaya konamamıştır. YARGITAY bu davaları kesinlikle  geri çevirecektir. O geri çevirmese, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi geri çevirecek ve içeridekiler tazminatlarını alacaklar, onları da hazine, yani bizim vergilerimiz ödeyecek. Olan haksız yere zindanda geçen yıllara olacak.

Bu sonuçlar, daha sonra yapılacak olan Genel Seçimleri de elbette olumsuz etkileyecek, iktidar hepten yara alacaktır. İzlenen içeride “Kürt Açılımı”, dışarıda “Arap Baharı” politikaları hepten iflas etmiştir. Çevresindeki güya uzman   danışmanlar başbakanı hepten batıracaklardır. Her bir olumsuzluk, bir diğerini tetiklemektedir.Başbakanın ise kişisel  kültür ve bilgi düzeyi, gerek Ortadoğu’da gerekse dünyada olup biteni kavramaktan çok uzaktır. Bazan bir akademisyen   olarak, yaptığı bilimsel yanlışlara bir Türk vatandaşı olarak cidden üzülüyorum. Sonuç olarak o benim de başbakanım.   kimi zaman bunları Tv kanallarında, canlı yayınlarda da söylüyorum.

Eminim bu Özel Yetkili Mahkemelerin bu tavırlarından iktidar da hoşnut değildir ve tehlikeyi görmektedir ama     burada da Fethullah Gülen Cemaatı ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla Erdoğan – Cemaat çekişmesi yüzünden,   bu mahkemeler en rezil kararları verecekler ve çekilecekler. Bunlar Özel Yetkili Mahkemelr. İşi bitince kapanacaklar.

 

Ama iktidar bu karaların altında kalacak ve millete hesabını o verecek çünkü kapıyı o açtı, şimdi kapatamıyor,  kontrol de edemiyor. Bu yüzden Başbakan basın önünde millete dert yanıyor ve:
“650.000 kişilik bir orduya komuta etmiş bir Genel Kurmay Başkanı’na, Terör Örgütü lideri diyenleri tarih affetmez”diyor.    Elbette tarih affetmeyecek ve günü geldiğinde bunun hesabını halk Erdoğan’dan sorduğunda, o, bu demeçleri tanık gösterip     “…ben de bunları tasvip etmemiştim ama ne yapayım ki, yargıya müdahale edemeyiz…” diyecektir.

İpin ucu iyicene elden kaçmıştır: İktidar + MİT (Milli İstihbarat) bir taraftadır, Fethullah Cemaati + Emniyet (Polis)       karşı taraftadır. Polis, kendi yarattığı sahte belgelerle bu mahkemelere dosyaları taşırken, askerin güya halk önündeki   itibarını kaybettirmeye çalışırken, bu iktidarın da hoşuna gidiyordu. Çünkü kendisi de Atatürkçü orduya karşı.   Fakat iş bukadar çığırından çıkıp da halk, eleştirilerini iktidara yöneltince, Erdoğan, içine düştüğü açmazı gördü    ama artık çok geç. Türkiye’de olan haksızlığı bütün dünya biliyor ve merakla da bekliyor. Ben merak etmiyorum, çünkü    Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu kararları “usül” yönünden bozacağına eminim, çünkü evrensel hukuk bunu söylüyor.

 

Savunma hakkı dünyanın gözü önünde kısıtlanmıştır, 65 sanık hiç savunmaları bile alınmadan hüküm verilmiştir,  “gizli tanık” zaten ortada yoktur çünkü gizlidir, aslında hiç yoktur, yüzünü gören de yoktur ama onun bir iftirası    üzerine, itham altındakiler kendi savunmalarını bile yapma fırsatı bulamamışlardır. Digital ortamda hazırlanmış belgeler  kanıt olarak dünyanın hiçbir yerinde kabul edilemez ama bizde edilmiştir, bütün bunların sonucu, elbette ters tepecektir.


– Madem her şey bu kadar açık ve gerçek ortaya nasıl olsa çıkacak, iktidar bunu neden yaptı?

– Çünkü, gerçek ortaya çıkana kadar iktidar 2 tane seçim kazandı. Erdoğan başbakanlığını pekiştirdi, bütün marifetin     kendinde olduğunu zannetti, Başkan bile olmaya adım attı. B ütün bunlardan sonra, gerçek anlaşılsa ne olur, anlaşılmasa    ne olur? Hele bir de aradan “Başkanlık” seçimleri de geçseydi ve sonra Başkan olsaydı, sonra da gerçek anlaşılsaydı,   neye faydası olurdu ki!. Neyi geri döndürmek, hangi şehidi diriltmek, hangi haksızlığı ters yüz etmek mümkün olurdu ki?
>
Bu olayın cıkmasında iç ve dış nedenler hankılardır?

-Bu olayların kökeni, öncelikli olarak dış sebep, sonucu olarak da iç sebeptir.

Türkdilli devletler Birliyi serbest gümrük alanı yapmağı düşünüyor. Benzer proje Rusiya da yapir- Avrasiya Birliyi diye. Bu iki projenin sonucunu nasıl görüyorsuz?
İnsanoğlu ne zaman ki eline bir sopa alıp, toprağın üzerinde belli bir alanı çevirip, “burası benimdir” demiştir, işte   sorunlar o gün başlamıştır. Çünkü daha çok toprak, daha çok zenginlik demektir. Bunu elde etmek için de, her birey eline     komşusundakinden daha büyük bir sopa almıştır. Daha uzaklarda, daha da uzaklarda böyle zenginlikler olduğunu görünce,  duyunca da, oralara da gidip, oğlu, yeğeni, kuzeni, yetmedi anlaştığı bir komşusu için de böyle çitlerle topraklar   çevrilmeye başlamıştır. Bir de günümüzdeki hemşerilik anlayışı gibi, Karslılar bir yerde, Erzurumlular bir başka, Urfalılar   daha başka bir yerde misali toplanmalar, bir araya gelmeler başlamıştır.
Bu, elinde sopa, her bir bireyi, günümüzdeki bir devlet olarak düşünebiliriz. Kendi gücünü komşusunun gücüyle kıyaslayan her devlet, daha çok zenginlik, daha çok refah, daha çok hükmetme dürtüsüyle binlerce senedir dövüşür durur, bunun için   ancak insanların yapabilecekleri vahşette diğer insanları öldürür, toprağına, malına el koyar, uygarlıklarına son verir.
Ardından artık öyle bir dönem gelir ki,yakın-uzak dünyada talan etmedik yer bırakmayanlar, tilki misali kürkçü dükkânlarına   yani kendi kıt’alarına dönünce şöyle çevrelerine bir bakarlar, daha neresi kaldı diyerek. Hiçbirinin gücü tek başına birşey yapmaya müsait değildir. O zaman biraraya gelirler, gruplaşılar: 1882 İmparatorlar Ligi böyle kurulur:>(İngiltere + Rusya + Fransa + İtalya) bir taraftadır, (Almanya + Avusturya/Macaristan + Osmanlı + Bulgaristan) diğer tarafta.
Bahane bulmak bütün dünya birbirine girer, milyonlarca insan bir daha ölür, haritalar yeniden çizilir. Bir de bakırmışız ordaki  sömürgeler el değiştirmiş, imparatorluklar dağılmış, sona ermiş.

 

 

 

Exit mobile version