Türkiye Diyanet Vakfı yayınevlerinde öteden beri ve gizli bir sansürün varlığı zaten bilinmektedir. Esasen kurumun adı bile bu fiili ve gizli sansür için başlı başına yeterli bir sebeptir. Zira Vakfa bağlı yayınevlerinin, “Diyanet Vakfı Yayınevi” adını taşıması, otomatikman dini yayınlar dışındaki eserlerin buralarda satışını engellemektedir. En büyük sansür de zaten buradan kaynaklanmaktadır.
Son yılarda yapılan tenkit ve yazılan raporlarla yayınevlerine klasik ve güncel bazı kitaplar girmeye başlamışsa da bu ayırımdan kaynaklanan tabii sansür halen devam etmektedir. Çünkü bir okuyucu, Türkiye Diyanet Vakfı yayınevlerinde her aradığını öyle kolayca bulamaz. Siyasi içerikli kitaplara ve polemik kokan yayınlara kolay kolay rastlayamazsınız bu yayınevlerinde. Hele hele mevcut siyasi iktidarlara kafa tutan eserlerle cinsellik çağrıştıran kitapların bu yayınevlerine girmesi zinhar yasaktır! Bu tür kitapların yanında, 1400 yılık geleneksel düşünceye başkaldıran ve yeni yorumlar getiren dini eserlerin satışı da büyük oranda yasaktır buralarda. Bu tür yasaklardan birisi de benim kitabıma karşı uygulanmıştır. 2009 yılında özel imkanlarımla yayınladığım “Kadına Dayak Allah’ın Emri (mi)dir!” isimli kitabımın, TDV yayınevlerinde satışına izin vermemiştir Diyanet! Sebep mi? Bilmiyorum. Çünkü sebebini söylemiyorlar! Söyleyince foyalarının ortaya çıkacağını biliyorlar çünkü!
Ne gariptir ki; bu yayınevlerinde ve bu kurum tarafından her sene Ramazan ayı içinde düzenlenen “Dini Yayınlar Fuarı”nda(1) dini yayın adı altında, içinde hurafe, batıl inanç, bid’at ve İsrailiyat dolu birçok eser satılırken, 1400 yıllık geleneksel İslam Düşüncesi’ne eleştiri getiren, ya da yeni olmamakla birlikte genel kabul görmemiş düşünceleri içeren eserlerin satışında hâlâ tereddütler yaşanmakta ve bu tür eserlere çoğu zaman gizli, bazen de açıkça sansür uygulanmaktadır. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün Diyanet’e karşı yıllardır vermiş olduğu kavganın en büyük sebebi de zaten buradan kaynaklanmaktadır.
Yaşar Nuri Öztürk ile Diyanet arasında cereyan eden savaş, 2001 yılının sonunda ayyuka çıkmış ve gazetelere şöyle yansımıştır:
“Diyanet İşleri Başkanlığı, Hac, namaz, cennet-cehennem, kadın-erkek ilişkileri ve kıyamete ilgili açıklamalarıyla tartışma yaratan İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’e örtülü yasak koydu. Diyanet’in yan kuruluşu olan Diyanet Vakfı’na ait kitapevlerinde Öztürk’ün başta son çıkan kitabı ‘Cevap Veriyorum’ olmak üzere kaleme aldığı kitapların satışın yapılmadığı ortaya çıktı. Diyanet Yayınları dışında da çok sayıda yayınevinin kitaplarının satıldığı vakıf kitapevlerinde, Öztürk’ün kitaplarının uzun zamandır satılmadığı öğrenildi. Yazdıkları ve söyledikleriyle zaman zaman Diyanet’le çelişen Öztürk’e örtülü ambargo uygulanmaya başlandı.”(2).
Bu savaş gün geçtikçe daha da şiddetlenmiş ve “Kitaplarım Diyanet yayınevlerinde satılmazsa üniversiteden istifa ederim” diyen Yaşar Nuri Öztürk’e karşı Diyanet Vakfı’nın “Öztürk’ün yaptığı şantaj. Ayrıca devlet, onun çıkarlarına hizmet etmek zorunda değil”(3) şeklindeki cevabıyla karşılıklı restleşmeye kadar vardırılmıştır.
Yaşar Nuri Öztürk’ün çıkışı elbette biraz abartılı ve yersizdir. Ancak Diyanetin yaptığı ise Yaşar Nuri’nin çıkarlarına engel olmak değil, düşüncesine engel olmaktır. Eğer satılan kitaplarda temel amaç, yazarların çıkarına hizmet etmek ise o zaman Diyanet, yayınevlerinde satılan diğer kitaplardan dolayı evvel emirde o kitapların yazarlarına hizmet ediyor demektir. 21.11.2001 tarihli Star Gazetesi de zaten buna işaret ederek şöyle diyordu; “Yaşar Nuri Öztürk’ün kitaplarını satmayan Diyanet, gerekçesini saçma sapan cevapla açıkladı: -Görüşleri şahsidir. Üniversitedeki görevi ile ilgilidir. Kitap geliri üniversiteye değil, kendi hesabına gitmektedir…- Peki Star soruyor; Fethullah Gülen profesör mü, kitap geliri üniversiteye mi gidiyor?”(4).
Aynı tarihli Milliyet Gazetesi’nde bulunan Serpil Çevikcan imzalı bir haberde ise Diyanet ile Yaşar Nuri Öztürk arasındaki mücadele “Din Ticareti Kavgası” olarak ele alınıyor ve şöyle deniliyordu: “Tartışma, Yaşar Nuri Öztürk’ün ‘Cevap veriyorum’ adlı kitabını yayımlamasıyla başladı, ardından ‘Başbakan’a duyuruyorum; kitaplarım Diyanet yayınevlerinde satılmazsa dekanlıktan istifa edeceğim’ sözleriyle büyüdü. Trilyonlarca geliri olan Diyanet Vakfı ağır yanıt verdi: ”Öztürk’ün kitapları şahsi görüşünü yansıtıyor. Devlet kurumları, bir kişinin şahsi menfaatlerine yardımcı olmaz. Öztürk, Başbakanlığa şantaj yapıyor (5).
Diyanet Vakfı’nın “Devlet kurumları, bir kişinin şahsi menfaatine yardımcı olmaz” şeklindeki açıklaması belki doğrudur ama, bu yaklaşım sadece Yaşar Nuri Öztürk’e karşı değil, herkese karşı sergilenmelidir. Aksi halde ayrımcılık ve bölücülük yapmış olursunuz. Öte yandan, Diyanet Vakfı’nın, bu tür bir açıklama ile devlet kurumu olduğunu vurguladığı da anlaşılıyor ki; bu doğru değildir. Doğru olan bir şey varsa, o da devletin ve siyasetin zaman zaman bu Vakfı kullandıklarıdır.
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, bir gün sonraki gazetelerde ise şöyle diyordu; “Rahatsız oluyorlar. Sonra da bizi eleştirdi diyorlar. Hakaret etti diyorlar. Biz hurafeye hakaret eder, eleştiririz, ondan alınganlık gösteriyorlar. Senelerce içinde çalıştığım kurum, ama istiyorum ki milletimiz yalandan ve uydurmalardan arındırılsın. Ancak Diyanet bize beklenen desteği vermiyor. Doğruları söyleyince de rahatsızlık duyuyorlar. İslamiyeti hurafe istila etmiş, bunların temizlenmesi lazım. Diyanet’in bu işte bize destek olup, öncülük etmesini istiyoruz ama destek olmuyor”(6).
Yaşar Nuri Öztürk, Cumhuriyet Gazetesi’nden İpek Yezdani’nin “İrticacı Yazarların Kitapları Satılıyor” başlıklı haberine yansıyan sözlerinde de şöyle diyordu: “Türkiye’de örtülü bir engizisyon uygulanmaktadır ve Türk insanının aydınlığa ulaşmasını savunanlar sansürlenip aforoz ediliyorlar”(7).
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün kitaplarına, dolayısıyla düşüncelerine sansür uygulayanlardan birisi de Mehmet Altunkaya’ydı ve Mehmet Altunkaya bu savaşın ayyuka çıktığı sırada hem Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı, hem de Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti II. Başkanı’ydı. Üstelik Vakfın yayın işleri de ona bağlıydı. Peki bu Mehmet Altunkaya nasıl bir dünya görüşüne sahipti. Gazeteci Fatih Altaylı, 20, 21 ve 22 Eylül 2000 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde peş peşe üç gün boyunca Mehmet Altunkaya’nın yazmış olduğu bir kitaptan hareketle onun dünya görüşünü ve din anlayışını şöyle dile getirmiştir:
“Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Altunkaya içi iğrençliklerle dolu kitabını, pisliklerden temizleyecekmiş. İğrençlik dediğim şeyler ise -Kaynananızın elini sıkmayın şehvet duyarsınız. Yanınızda kadın çalıştırmayın halvet olursunuz- türünden sapık düşünceler. Belli ki, adamın kaynanasının elini tuttuğunda içi gıcıklanmış ve oturmuş bu kitabı kaleme almış. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Altunkaya bugün kendini savunuyor ve diyor ki: -O kitabı 30 yıl önce yazmıştım. O günün şartları….- falan filan. Evet o kitabı 30 yıl önce yazmış, bu, suçunu azaltmıyor, aksine büyütüyor. 30 yıl önce yazılan bu kitabı o gün okuyanlar, şimdi Hizbullah, İBDA C’de ellerinde silah militan olmuşlar. Altunkaya ise şimdi pişman. Çünkü şimdi koltuk iyi, mangır güzel. Olmaz Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı. Son pişmanlık fayda vermez. Senin kitabınla büyüyen nesiller, şimdi rejim düşmanı, bilmem haberin var mı!”
Fatih Altaylı 20 Eylül Günü yazmış olduğu yazı üzerine Diyanet çevrelerinden gönderildiğini söylediği bir faks bilgisine dayanarak da şu bilgileri vermiştir:
“30 yıl önce yazıldığı söylenen kitap, aslında 1998 basımıdır ve daha önce basılmış altı cildin özetidir. Demek ki; Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Altunkaya bugün de hâlâ aynı görüşleri taşımaktadır. Güya Mehmet Altunkaya 30 yıl önceki kaynaklardan istifade etmiş de, şimdi Başkanlık olarak bunları temizleyecekmiş. Acaba 30 yıl önceki dini kaynaklarda Fransa’da genç kızların akrabaları tarafından ırzına geçildiği mi yazıyormuş? Ya da İsveç’te erkeklerin anneleriyle, kızların babalarıyla seks yaptıkları ve bunun çıkarılan yasayla suç olmaktan çıkarıldığı mı yazıyormuş? Bu yalanların dinle, dini bırakın insanlıkla ne alakası var? Mehmet Nuri Yılmaz’ın dinde reform yapmasını bekleyen aydınlar bu başkan yardımcısı ile hangi reformu bekliyorlar? Mehmet Altunkaya’yı İzmir Müftüsü iken alıp 1999 Haziranı’nda başkan yardımcısı yapan Mehmet Nuri Yılmaz değil midir?
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Altunkaya’nın kafasının içi ifrit dolu…Dünkü yazımda Altunkaya’nın kitabındaki yaklaşımlardan söz etmiştim. Kimi okurlarım bu unsurları daha açık yazmamı ve Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı ve İzmir eski Müftüsü’nün kafa yapısını iyice ortaya çıkarmamı istediler. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Altunkaya kitabında, ‘…bazı devletlerin bakireliğe bakışını görelim’ diyor ve şöyle devam ediyor:
1. Fransa’da yakın akrabaları tarafından reşit olmayan çocukların ırzına geçilmektedir.
2. Amerika’da bekâret yaşı 13’e indirilmiştir. Yaşları 13-19 arası 29 milyon kızın 1.2 milyonu fuhuş yapmaktadır.
3- Almanya’da bekâret yaşı 13’e indirilmiştir.
4-İsveç’te kızların babalarıyla, erkeklerin anneleriyle fuhuş yapmaları zina sayılmamaktadır. Bu yolda kanun çıkarılmıştır.
İşte Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı’nın görüşleri. Türkiye’nin en önemli din kuruluşu bu kafaya emanet. Allah kurtarsın demekten başka çaremiz yok galiba”(8).
___________
1-28 Şubatçıların dayatmasıyla bu geleneksel fuarın adı “Kitap ve Kültür Fuarı” olarak değiştirilmiştir.
2- 05.11.2001 tarihli Akşam Gazetesi’nde bulunan “Prof. Öztürk’e Diyanet Yasağı” başlıklı haber, s. 15.
3- 21.11.2001 tarihli Milliyet Gazetesi’nde bulunan “Yaşar Hoca’nın Şantajı Ters Tepti” başlıklı haber, s. 17.
Türkiye Diyanet Vakfı’nın bu açıklamasında dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir ayrıntı gizlidir. O ayrıntı, “…devlet, onun çıkarlarına hizmet etmek zorunda değil” şeklinde bir yaklaşım sergileyen Türkiye Diyanet Vakfı’nın, kendisini devletin yerine koyması ve kendisini devletle özdeşleştirmesidir. Oysa Türkiye Diyanet Vakfı, her ne kadar adında “Diyanet” kelimesi bulunmuş olsa da, nihayetinde bu ülkede faaliyet gösteren binlerce Vakıftan ve onbinlerce sivil toplum kuruluşundan birisidir. Ancak başta Hac ve Umre gelirlerinin tahsisi olmak üzere, devlet tarafından Türkiye Diyanet Vakfı’na sağlanan ayrıcalıklar, bu kurumun kendisini devlet kurumu olarak görmesine yol açmış bulunmaktadır. Yukarıdaki düşünce işte bunun sonucudur. Üstelik bu kanaat yaygın bir kanaattir. Bir örnek vermek gerekirse;
2005 yılında Türkiye Diyanet Vakfı’nın yayın işlerini yürüten işletmede teftiş çalışmaları yapıyorduk. Geçmişte Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve Türkiye Diyanet Vakfı’nın üst yönetimlerinde bulunmuş olan Niyazi Baloğlu bir gün misafir olarak adı geçen işletmeye gelmişti. Niyazi Baloğlu, sohbet esnasında adı geçen İşletme’nin müdürü olan zata ne dese beğenirsiniz?
“… Bey, geçmişte Erzurum ve Diyarbakır’da birer yayınevi açtık gayet isabetli oldu. Van’da da bir yayınevi açmazsanız iki elim yakanızda olur. Çünkü bölge bizim için çok önemli…”.
Elimde olmayarak Niyazi Baloğlu’nun bu sözlerine şöyle itiraz ettim:
“Hocam, Türkiye Diyanet Vakfı’nın Kürtleri ıslah etmek ve onları devlete sadık vatandaşlar yapmak gibi bir görevi ve misyonu yoktur. Bırakalım da bu görevi gerekirse devlet yapsın. Türkiye Diyanet Vakfı da yapması gerekenleri yapsın. Vakfı boyundan büyük işlere bulaştırarak yıpratmayalım. Yayınevi açılması, sonuçta ticari bir olaydır. Bırakın da arkadaşlar, kâr/zarar hesabı yaparak istedikleri yerde yayınevi açabilsinler. Sizin göreviniz sadece bu insanların önlerini açmak olsun. Üstelik, İzmit, Bursa, Eskişehir ve Konya gibi büyük ve gelişmiş şehirler dururken neden ille de Van diyorsunuz? Önce Eskişehir gibi bazılarında birden çok üniversite olan gelişmiş büyükşehirlerde yayınevi açın, sonra inşallah sıra Van’a da gelir…”. Bu sözlerim karşısında Sayın Baloğlu’nun hık mık ettiğini hatırlıyorum. Sonraki yıllarda yukarıda saydığım illerden bazılarında yayınevi açıldığını duydum ve mutlu oldum…
4- 21.11.2001 tarihli Star Gazetesi, “Fethullah Gülen Üniversitede Profesör mü?” başlıklı haber, s. 4.
5- 21.11.2001 tarihli Milliyet Gazetesi, s. 1-17.
6- 22.11.2001 tarihli Milliyet Gazetesi’nde bulunan “Hurafeye İnanmadığım İçin Sorun Yaşıyorum” başlıklı ve Neslihan Cuyar imzalı haber, s. 16.
7- 24.11.2001 tarihli Cumhuriyet, s.7.
8- Bkz. Fatih Altaylı’nın 20-22 Eylül 2000 tarihlerinde Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan makaleleri.
Yazıları posta kutunda oku