1974 ŞANLI MAĞUSA SAVUNMASI’NIN 39 ncu YILDÖNÜMÜ

15 Ağustos 2013 günü Kıbrıs’ta tarihi Mağusa şehrinin Rum-Yunan ikilisinin kuşatmasından kurtuluşunun 39 ncu yılı görkemli ve anlamlı törenlerle kutlandı.
Ben de Kıbrıs’ta idim.
1571’den beri bu topraklarda yaşayan kahraman mücahitlerin arasında, onurla ve gururla törenlere katıldım.
Kıbrıs’ın fethi ile Mağusa’ya yerleşen soydaşlarımız 442 yıldır Mağusa ve çevresinde yaşamaktadırlar. Şehir; liman, kale içi ve kale dışındaki yerleşim yerlerinden ibarettir. 14 ncü yüzyılda Venedikliler tarafından inşa edildiği sanılan kale, günümüze kadar ayakta kalabilmiştir. Kale içi bir kaç km2’lik bir alanı kapsamaktadır.

Değerli Dostlarım;
Tarih boyunca Anadolu ve Mısır’a hakim olan güçlerin egemen olduğu Kıbrıs adası; 1878’de Osmanlı İmparatorluğu tarafından İngiltere’ye geçici olarak verilmişti. Daha sonra Lozan’da adaya sahip olan İngiltere egemenlik hakkını, 1960 yılında Kıbrıs Türk ve Rum halklarının eşit iki kurucu ortak ve egemen olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’ne devretmiş ve Rumların adayı Yunanistan’a bağlama çabalarına karşı Cumhuriyet ve anayasal düzen İngiltere, Türkiye ve Yunanistan tarafından bir antlaşma ile garanti altına da alınmıştı.
Ancak adayı Yunanistan’a bağlamak için Cumhuriyeti bir platform olarak kullanmaya kararlı olan Rumlar çok geçmeden 21 Aralık 1963’te Türkleri imha harekatını başlattılar. Noele rastladığı için Kanlı Noel olarak anılan bu planlı hareket karşısında Türklerin savunmasız yerlerden daha güvenli bölgelere göç etmekten başka çareleri yoktu. Evini, işini, aşını, her şeyini terk eden onbinlerce soydaşımız çaresizdi ama asla pes etmediler.
Soydaşlarımızın direnişini kıramayan Rumlar kuşattıkları her yeri adeta birer açık hava hapishanesine çevirmişlerdi. Türk bölgelerine ilaç, yiyecek, benzin, iğne, iplik, pil ve benzeri bütün ihtiyaç maddelerinin girmesi ve soydaşlarımızın ada içinde seyahatleri yasaklanmıştı. Çadırlarda açlık ve sefalet içindeki soydaşlarımızı Kızılay yardımları ayakta tutuyordu. Afrodit’in ülkesi Yeşil Ada’yı kan gölüne çeviren Rumlar ilk üç ayda 209 soydaşımızı şehit, 1200’ünü de yaraladılar.
Bu dönemde Rumlar köylerde, kasabalarda ve yollarda tesis ettikleri barikatlarda kadın, çocuk, yaşlı demeden taciz ettikleri soydaşlarımızdan direnenleri tutuklayıp yok ediyorlardı. Halen kayıp olarak nitelenen ve tamamına yakını sivil olan 803 Türk’ün bugüne kadar sadece 211’inin akibeti belirlenebilmiştir.
Kıbrıs’ta anayasal düzenin iadesi için Türkiye’nin müdahale teşebbüslerini önleyen batı alemi ve medeni dünya ne yazık ki, bu katliamı, bu vahşeti sadece seyretti. Batının himaye ettiği kan ve vahşet dolu 11 yılın sonlarına doğru Atina ve Lefkoşa arasında başlayan soğukluk ve sorunlar yüzünden eli kanlı papaz Makarios ile Yunanistan’da iktidarda olan Albaylar Cuntası’nın arası açılmaya başladı.
Yunanistan’a kafa tutar hale gelen Makarios’u gözden çıkaran Cunta, 15 Temmuz 1974’te bir darbe ile onu devirip Türk kasabı katil Nikos Sampson’u Cumhurbaşkanı ilan etti.
Bu darbe; 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne hayat veren Londra ve Zürih antlaşmalarına aykırı olduğu gibi Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasının yani Enosis’in de son aşaması idi.
Tabii Türkiye bu oldu bittiyi kabullenemezdi, Londra ve Zürih antlaşmalarının kendisine verdiği hak ve sorumluluk gereği adaya müdahale kararını aldı.
Değerli Dostlarım,
Kısaca özetlediğim bu süreç içinde 15 Temmuz darbesi yapıldığında adanın her tarafında olduğu gibi Mağusa’da da Türkler, Rum kuşatması altında idi.
Mağusa’da kalenin surları, kale içinde yaşayan yaklaşık 4000 kişi için iyi bir koruma sağlıyorsa da, sur dışında Rum baskısı ve gözetiminde alınabilecek savunma tertip ve tedbirleri yetersizdi.
Türk Mukavemet Teşkilatı’ (TMT) nin Mağusa’da mevcudu 250 kadar olan bir Mücahit Taburu, sur dışında da Türklerin yoğun olduğu Karakol, Sakarya ve Baykal semtlerinde mevcutları 100 civarında olan üç Mücahit Bölüğü vardı.
Mağusa Körfezi çıkarma gemileri için 20 km’lik uygun bir plaja sahip olduğundan Rum-Yunan ikilisi bölgede tank ve toplarla takviyeli 8500 mevcutlu güçlü bir birlikle, bir Türk çıkarma harekatına karşı tertip almıştı.
Mağusa mücahitlerinin ise bir kaç havan ve geri tepmesiz toptan başka ağır silahı olmadığı gibi cephaneleri de harekat ihtiyacının çok çok altında idi. Personel, silah, cephane yanında haberleşme, erzak, sıhhi malzeme gibi yaşamsal ihtiyaç maddelerinin yetersizliğine rağmen Mağusa mücahitleri ellerinden gelen bütün tertip ve tedbirleri alarak savunmaya kararlı idiler. Hemen savunmayı güçlendirmek için mevziler, irtibat hendekleri sağlamlaştırılmaya, sığınaklar hazırlanmaya başlandı, eğitim ve kontrollere ağırlık verildi.
20 Temmuz günü sabah Türk Ordusunun Girne batısına çıkarma, Lefkoşa kuzeyine de hava indirme harekatı başlayınca artık harekatın Girne-Lefkoşa aksında cereyan edeceği anlaşıldığından Rumlar, Mağusa bölgesinden 5000 kişilik bir kuvveti kati netice yeri Girne’ye kaydırmak için intikale başladı. Mağusa mücahitleri derhal bu intikali önlemek için müdahale ettiler ve başarılı da oldular. Zayiat verip dengesi bozulan düşman bu defa, saat 10.00 sularında bütün gücü ile Mağusa Türk kesimine taarruza başladı. Böylece bir kısım kuvvetin Çıkarma Bölgesi’nde, kati neticenin alınacağı yerde kullanılması engellenmiş olmakla beraber Mağusa’da da savaş başlamış oldu.
Rumların bütün silahları ile başlattıkları ateş karşısında özellikle sur dışında daha mevzilerini düzenlemeye, kum torbaları ve ele geçen malzemelerle takviye etmeye çalışan mücahitler bir anda kendilerini savaşın ortasında buldular.
Dört bir taraftan yağmur gibi yağmaya başlayan kurşunlardan, ikide bir patlayan top ve havan mermilerinden kimse başını kaldıramıyordu. Saatler ilerledikçe yıkılan evler, çıkan toz dumandan da göz gözü görmez olmuştu. Bu top ve havan atışından okullar, camiler, hastaneler de nasibini alıyordu.
Rumlar, hemen sur dışında liseli gençlerin savunduğu kritik bir konumdaki Namık Kemal Lisesi’ne yöneldiler. Yağmur gibi yağan Rum ateşleri altında kıyasıya devam eden çatışmada bölgeyi savunan mücahit Takım Komutanı ile ikisi liseli beş mücahidin şehadeti, mukavemetin devamını imkansız hale getirmişti. Bir katliamı önlemek için Mağusa Sancağı’nın sur içinden bir takım kadar kuvvetle bölgeyi takviyesi suretiyle yapılan karşı taarruzun Rumlar üzerindeki baskısından yararlanan bölge mücahitleri ile bölgedeki evlere sığınmış 100 kadar kadın ve çocuk sur içine tahliye edilebildi.
Rumlar Namık Kemal Lisesi gibi aynı zamanda cehenneme çevirdikleri sur dışındaki Karakol, Sakarya ve Baykal’a, tank da kullanarak saldırı üstüne saldırı düzenliyordu. Devam eden ağır Rum baskısı altında Mağusa Sancaktarlığı ile sur dışındaki mücahitlerin irtibatı kesilmiş haber de alınamaz olmuştu. Bu ümitsiz durumda Rumların teslim tekliflerini geri çeviren Mağusa Sancağı, bir ara Karakol bölgesinin düşmek üzere olduğu haberi üzerine saat 17.00’de, Rum kuşatmasını parçalamak üzere kale içinden bir bölük kadar kuvvetle taarruza kalktı. Cehennem ateşi içine kahraman mücahitler aslanlar gibi saldırıyordu.
Başarı ile yürütülen taarruz sonunda bölge halkı açılan gedikten sur içine alınarak katliamdan kurtarıldı.
Düşmanın ağır baskısı karşısında Baykal ve Sakarya’da savunma devam ediyorsa da bu cehennem ateşi altında sur dışında daha fazla kalınamayacağı da ortada idi. Baykal bölgesi ile sur içi arasında, kullanılabilir durumda eski bir yeraltı geçidi vardı. Kaleden de takviye edilerek akşama kadar dayanan Baykal mücahitleri ve halk, gece saat 23.00’ten sonra sessizce kimsenin burnu bile kanamadan sur içine alındı.
Şimdi sıra Sakarya halkı ve bölge mücahitlerine gelmiş ancak elde kuvvet de kalmamıştı. İş Sakarya Mücahit Bölük Komutanlığı’nca karanlıkta sessizce yapılabilecekti. Sakarya Bölüğü de gecenin ilerlemiş bir saatinde Rumların zaafiyetinden yararlanarak, önce halkı sızdıracağı bölgeyi kontrol altına aldı ve bölgede yaşayan soydaşlarımızı, sabaha karşı sur içine alarak katliamdan kurtarmayı başardı.
O günleri zaman zaman hatırlayanlar Rumların, bu sızma harekatının nasıl farkında olamadıklarına hala makul bir cevap bulamamaktadırlar.
Bu suretle sur dışından yaklaşık 4000 kadar Türk kale içine alınmış oldu.
Birinci Harekatın sonuna kadar jetlerimizin 21 ve 22 Temmuz günleri Rum mevzilerini bombaladıkları toplam bir saat kadar süre hariç Rumlar bütün silahları ile kale burçlarına ve sur içine ateş yağdırdılar. Surlarda gedik açmak için özellikle kale girişlerine yapılan hücumlar, mücahitlerin göğüs göğüse verdikleri muharebelerle ancak durdurulabiliyordu. Her yerde patlayan tank, top ve havan mermileri ve surlara 100-150 m mesafedeki binalara yerleştirilmiş makinalı tüfek atışları kadın, çocuk, mücahit bir çok can aldı, pek çoğunu yaraladı.
Kale içinde mücahitler, büyük bir disiplin ve dayanışma ile cehennem ateşi altında dayanıyorlardı. 15 yaşındaki çocuklardan 80 yaşındaki ihtiyarlara kadar herkes silah altına alınarak mevziler ve nöbet mahalleri takviye edilmişti. Kadın, çocuk, yaşlı, genç elinden iş gelen herkes yerine göre mevzileri onarıyor, sığınak hazırlıyor, yangınları söndürüyor, birbirlerine destek oluyorlardı. Habercilik hizmetleri çocuklar, ekmek ve yemek yapımı ile hasta ve yaralı bakımı ve diğer sağlık hizmetleri kadınlar tarafından yürütülüyordu.
Elektrik ve suyun da kesildiği surlar içinde yiyecek, içecek, ilaç, silah ve mühimmat ve her şey sayı ile kullanılsa da bir hafta sonra açlık ve sefalet baş göstermiş, göçmenler ve yıkılan evler nedeni ile bir çok insan açıkta kalmıştı. Su ihtiyacı evlerde mevcut depolar ve kuyular kullanılarak giderilmeye çalışılsa da harekattan önce depo edilen bir miktar un dışında yiyecek, içecek, ilaç ve tıbbi malzeme ihtiyacı dayanılmaz hale gelmişti. Limanı ele geçirip ambarlardan yiyecek temininden başka çare yoktu. 27 Temmuz gece karanlığında yapılan bir baskınla limanı ele geçiren mücahitler, kısa sürede, bulabildikleri malzemeyi sur içine taşıdılar.
Birinci Harekat sonunda 22 Temmuz saat 17.00’den sonra ateş kesilmekle beraber kale içinde küçük bir alana sıkışan Mağusa mücahitlerinin çilesi bitmedi. 25 Temmuz’da toplanan Birinci Cenevre Konferansı’nda Türk yerleşim yerleri çevresindeki Rum işgal ve kuşatmasının kaldırılması kararlaştırılmışken Rumlar ne işgal ettikleri yerlerden çekildiler, ne kuşatmayı kaldırdılar, ne de karma köyleri BM’e teslim ettiler. Aksine boşaltılan evleri BM’in gözleri önünde yağmaladılar, yakıp, yıktılar.
Yer yer çatışmaların da devam ettiği bu konferans, Türkiye’nin Türk birlikleri etrafında istediği güvenlik kuşağı sağlanamadan dağıldığında, adanın her yanındaki onbinlerce Türk gibi Mağusa Türkleri de Rumların kuşatması altında, açlık ve sefalet içinde, Rum saldırılarına karşı alabildiğine de hassas bir durumda idi.
Ardından 8 Ağustos’ta toplanan İkinci Cenevre Konferansı ile de hiç bir şey değişmedi. Zaman kazanmaya çalışan Rumlar Mağusa’da da ne kuşatmayı ne de ambargoyu kaldırdılar. Üstüne üstlük Türk Ordusu’nun koruması dışında bölgelerde soydaşlarımıza saldırıdan da geri kalmadılar.
14 Ağustos’la başlayan İkinci Kıbrıs Barış Harekatı’nda Türk Ordusu karşısında tutunamayan Rum birlikleri çekilirken rastaldıkları savunmasız Türk köylerini yakıp yıkıp, silahsız insanları BG’nün gözleri önünde katlettiler. 15 Ağustos’ta Taşkent’te 82, Atlılar’da 37, Muratağa ve Sandallar köylerinde 89, tamamı kadın, çocuk ve yaşlı yurttaşımızı topluca kurşuna dizdiler. Buldozerlerle açtıkları çukurlara bu insanları canlı canlı doldurup, üzerlerini toprakla kapattılar, geçtikleri köylerde halkı camilere toplayıp ateşe verdiler, kadınları zorla kirlettiler.
İkinci Harekat başlayınca Rumlar Mağusa Kalesini düşürmek için bütün güçleri ile tekrar Mağusa’ya yüklenmeye başladılar. Yoğun tank, top, havan ve makinalı tüfek ateşi altında, mermisi kalmadığı için seyrek ve isabetli atışlarla yetinmek zorunda olan mücahitlerin imdadına şimdi jetlerimiz yetişiyordu. Kaleyi düşüremeyen Rumların harekatın ikinci günü de devam ettikleri yoğun top ve havan ateşi yanında attıkları yangın mermileri ile liman ve kale içinde çıkardıkları yangınlar gece geç saatlere kadar sürdü. Üstüne toprak atarak söndürmekten başka imkanları kalmayan soydaşlarımız yangınları güçlükle kontrol altına alabiliyorlardı.
Mağusa’da sayı ve silah bakımından onlarca defa güçlü Rum kuvvetleri karşısında Türk mücahitleri, büyük bir disiplin ve dayanışma içinde eşi görülmemiş bir mücadeleyi başardılar, adeta bir mucizeyi gerçekleştirdiler.
3-5 günde koca koca devletlerin pes ettiği günümüzde tam 27 gün süren Mağusa müdafaası, şanlı tarihimizde yeni bir kahramanlık ve büyük bir zafer olarak şerefli yerini aldı.
Daha 20 Temmuz sabahı Barış Gücü İrtibat Subayı İsveçli Yarbayın Mağusa Mücahit Tabur Komutanı Üsteğmen Oğuz Kalelioğlu’na, “Sizden en az 30 kat güçlü ve ağır silahlarla donatılmış Rumlar karşısında hiç bir şansınız yok. Silahlarınızı ve kaleyi teslim edin, boşuna kan dökülmesin” teklifini Üsteğmen Kalelioğlu “Bizi buraya Türk Devleti, düşmanı çok görünce teslim ol diye göndermedi. Gerekirse çarpışarak ölmemizi emretti. Ben aldığım emri uygulayacağım” diye reddetmişti.
Mağusa Sancaktarı Topçu Albay Servet Mörek ve eğitim subayı Topçu Binbaşı Aydemir Erdoğan ve Tabur Komutanı Üsteğmen Oğuz Kalelioğlu’nun ve Sancak mücahitleri ile birlikte aldıkları bu yüksek karar; tabii ki tarihin tanıdığı kahraman Türk askerlerinin damarlarında dolaşan asil kana yaraşır bir karardı.
Bu yüksek ve şerefli kararın ardından kahraman Mağusa mücahitleri 15 Ağustos 1974 günü Kıbrıs Barış Harekatı sonunda Mağusa önlerine gelen, Mağusa’nın ikinci fatihi Fazıl Osman Polat Paşa’nın 28 nci Tümeni ile kucaklaşıp analarının ak sütü gibi helal olan zaferin doyumsuz tadını tattılar, bu ZAFER’in onuruna, gururuna ortak oldular. 1964’ten beri Mağusa mücahitlerinin sesini duyuran Canbulat Radyosu da, şimdiye kadar verdiği haberlerin en gurur vericisini ve en önemlisini 15 Ağustos akşam üzeri mehmetçik ve mücahitin kucaklaşmasını duyurarak yayınlamıştı. Cehennem ateşi altında faaliyetini sürdürebilen Canbulat Radyosu’nun, Mağusa Sancağı’nın direniş haberlerini diğer sancaklara duyurarak da harekata önemli katkılar yaptığı ortadadır.
27 gün süren bu amansız mücadelede Mağusa mücahitlerinin 36 şehit, 264 yaralısına karşı düşman ölülerinin miktarı 750, yaralı miktarı da 2000’dir.
Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti Bakanlar Kurulunca 9 Mart 1976 tarihinde Mağusa’ya Gazi ünvanı verildi. Artık 37 yıldır kentin adı Gazi Mağusa, körfezin adı da Gazi Mağusa Körfezi’dir.

Gazi Mağusa’da Mağusa’yı savunan Mücahit Birlik Komutanları ile (2013)
1. Alpay Tunca- Limasol Sancağı Mücahit Komutanlarından,
2. Pulat Yakar Tosun-Mağusa Sancağı Mücahit Takım Komutanlarından,
3. Gözkamaş Ergüneş-, Mağusa Sancağı Sivil İşler Subayı,
4. Cumhur Evcil,
5. Bülent Selent- Mağusa Sancağı Mücahit Takım Komutanlarından,
6. Ersen Simtaş- Mağusa Sancağı Mücahit Takım Komutanlarından,
7. Halil Asilkan-Mağusa Sancağı Muhabere Bölük Komutanı,
8. Mehmet Ersen- Mağusa Sancağı Muhabere Subayı,
9. Ahmet Güntekin-Mağusa Sancağı Sakarya Mücahit Bölük Komutanı,
10. Esat Dunki- Türkiyeli Kıbrıs Gazisi.
Mağusa savunması; gerçek bir istiklal, özgürlük ve onur savaşıdır. Bu savaşta gözünü kırpmadan düşmana saldıran mehmetçik ve mücahit gerçek kahramanlara, kolunu bacağını kaybeden kahraman malul ve gazilerimizinden hayata veda edenlerin önünde tazimle eğiliyorum. Mekanları cennet, ruhları şad olsun.
Aramızda yaşayan kahraman gazilerimize sağlıklı, mutlu uzun ömürler diliyorum.
Cumhur EVCİL

<p>15 Ağustos 2013 günü Kıbrıs’ta tarihi Mağusa şehrinin Rum-Yunan ikilisinin kuşatmasından kurtuluşunun 39 ncu yılı görkemli ve anlamlı törenlerle kutlandı.
Ben de Kıbrıs’ta idim.
1571’den beri bu topraklarda yaşayan kahraman mücahitlerin arasında, onurla ve gururla törenlere katıldım.
Kıbrıs’ın fethi ile Mağusa’ya yerleşen soydaşlarımız 442 yıldır Mağusa ve çevresinde yaşamaktadırlar. Şehir; liman, kale içi ve kale dışındaki yerleşim yerlerinden ibarettir. 14 ncü yüzyılda Venedikliler tarafından inşa edildiği sanılan kale, günümüze kadar ayakta kalabilmiştir. Kale içi bir kaç km2’lik bir alanı kapsamaktadır.</p>
<p>Değerli Dostlarım;
Tarih boyunca Anadolu ve Mısır’a hakim olan güçlerin egemen olduğu Kıbrıs adası; 1878’de Osmanlı İmparatorluğu tarafından İngiltere’ye geçici olarak verilmişti. Daha sonra Lozan’da adaya sahip olan İngiltere egemenlik hakkını, 1960 yılında Kıbrıs Türk ve Rum halklarının eşit iki kurucu ortak ve egemen olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’ne devretmiş ve Rumların adayı Yunanistan’a bağlama çabalarına karşı Cumhuriyet ve anayasal düzen İngiltere, Türkiye ve Yunanistan tarafından bir antlaşma ile garanti altına da alınmıştı.
Ancak adayı Yunanistan’a bağlamak için Cumhuriyeti bir platform olarak kullanmaya kararlı olan Rumlar çok geçmeden 21 Aralık 1963’te Türkleri imha harekatını başlattılar. Noele rastladığı için Kanlı Noel olarak anılan bu planlı hareket karşısında Türklerin savunmasız yerlerden daha güvenli bölgelere göç etmekten başka çareleri yoktu. Evini, işini, aşını, her şeyini terk eden onbinlerce soydaşımız çaresizdi ama asla pes etmediler.
Soydaşlarımızın direnişini kıramayan Rumlar kuşattıkları her yeri adeta birer açık hava hapishanesine çevirmişlerdi. Türk bölgelerine ilaç, yiyecek, benzin, iğne, iplik, pil ve benzeri bütün ihtiyaç maddelerinin girmesi ve soydaşlarımızın ada içinde seyahatleri yasaklanmıştı. Çadırlarda açlık ve sefalet içindeki soydaşlarımızı Kızılay yardımları ayakta tutuyordu. Afrodit’in ülkesi Yeşil Ada’yı kan gölüne çeviren Rumlar ilk üç ayda 209 soydaşımızı şehit, 1200’ünü de yaraladılar.
Bu dönemde Rumlar köylerde, kasabalarda ve yollarda tesis ettikleri barikatlarda kadın, çocuk, yaşlı demeden taciz ettikleri soydaşlarımızdan direnenleri tutuklayıp yok ediyorlardı. Halen kayıp olarak nitelenen ve tamamına yakını sivil olan 803 Türk’ün bugüne kadar sadece 211’inin akibeti belirlenebilmiştir.
Kıbrıs’ta anayasal düzenin iadesi için Türkiye’nin müdahale teşebbüslerini önleyen batı alemi ve medeni dünya ne yazık ki, bu katliamı, bu vahşeti sadece seyretti. Batının himaye ettiği kan ve vahşet dolu 11 yılın sonlarına doğru Atina ve Lefkoşa arasında başlayan soğukluk ve sorunlar yüzünden eli kanlı papaz Makarios ile Yunanistan’da iktidarda olan Albaylar Cuntası’nın arası açılmaya başladı.
Yunanistan’a kafa tutar hale gelen Makarios’u gözden çıkaran Cunta, 15 Temmuz 1974’te bir darbe ile onu devirip Türk kasabı katil Nikos Sampson’u Cumhurbaşkanı ilan etti.
Bu darbe; 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne hayat veren Londra ve Zürih antlaşmalarına aykırı olduğu gibi Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasının yani Enosis’in de son aşaması idi.
Tabii Türkiye bu oldu bittiyi kabullenemezdi, Londra ve Zürih antlaşmalarının kendisine verdiği hak ve sorumluluk gereği adaya müdahale kararını aldı.
Değerli Dostlarım,
Kısaca özetlediğim bu süreç içinde 15 Temmuz darbesi yapıldığında adanın her tarafında olduğu gibi Mağusa’da da Türkler, Rum kuşatması altında idi.
Mağusa’da kalenin surları, kale içinde yaşayan yaklaşık 4000 kişi için iyi bir koruma sağlıyorsa da, sur dışında Rum baskısı ve gözetiminde alınabilecek savunma tertip ve tedbirleri yetersizdi.
Türk Mukavemet Teşkilatı’ (TMT) nin Mağusa’da mevcudu 250 kadar olan bir Mücahit Taburu, sur dışında da Türklerin yoğun olduğu Karakol, Sakarya ve Baykal semtlerinde mevcutları 100 civarında olan üç Mücahit Bölüğü vardı.
Mağusa Körfezi çıkarma gemileri için 20 km’lik uygun bir plaja sahip olduğundan Rum-Yunan ikilisi bölgede tank ve toplarla takviyeli 8500 mevcutlu güçlü bir birlikle, bir Türk çıkarma harekatına karşı tertip almıştı.
Mağusa mücahitlerinin ise bir kaç havan ve geri tepmesiz toptan başka ağır silahı olmadığı gibi cephaneleri de harekat ihtiyacının çok çok altında idi. Personel, silah, cephane yanında haberleşme, erzak, sıhhi malzeme gibi yaşamsal ihtiyaç maddelerinin yetersizliğine rağmen Mağusa mücahitleri ellerinden gelen bütün tertip ve tedbirleri alarak savunmaya kararlı idiler. Hemen savunmayı güçlendirmek için mevziler, irtibat hendekleri sağlamlaştırılmaya, sığınaklar hazırlanmaya başlandı, eğitim ve kontrollere ağırlık verildi.
20 Temmuz günü sabah Türk Ordusunun Girne batısına çıkarma, Lefkoşa kuzeyine de hava indirme harekatı başlayınca artık harekatın Girne-Lefkoşa aksında cereyan edeceği anlaşıldığından Rumlar, Mağusa bölgesinden 5000 kişilik bir kuvveti kati netice yeri Girne’ye kaydırmak için intikale başladı. Mağusa mücahitleri derhal bu intikali önlemek için müdahale ettiler ve başarılı da oldular. Zayiat verip dengesi bozulan düşman bu defa, saat 10.00 sularında bütün gücü ile Mağusa Türk kesimine taarruza başladı. Böylece bir kısım kuvvetin Çıkarma Bölgesi’nde, kati neticenin alınacağı yerde kullanılması engellenmiş olmakla beraber Mağusa’da da savaş başlamış oldu.
Rumların bütün silahları ile başlattıkları ateş karşısında özellikle sur dışında daha mevzilerini düzenlemeye, kum torbaları ve ele geçen malzemelerle takviye etmeye çalışan mücahitler bir anda kendilerini savaşın ortasında buldular.
Dört bir taraftan yağmur gibi yağmaya başlayan kurşunlardan, ikide bir patlayan top ve havan mermilerinden kimse başını kaldıramıyordu. Saatler ilerledikçe yıkılan evler, çıkan toz dumandan da göz gözü görmez olmuştu. Bu top ve havan atışından okullar, camiler, hastaneler de nasibini alıyordu.
Rumlar, hemen sur dışında liseli gençlerin savunduğu kritik bir konumdaki Namık Kemal Lisesi’ne yöneldiler. Yağmur gibi yağan Rum ateşleri altında kıyasıya devam eden çatışmada bölgeyi savunan mücahit Takım Komutanı ile ikisi liseli beş mücahidin şehadeti, mukavemetin devamını imkansız hale getirmişti. Bir katliamı önlemek için Mağusa Sancağı’nın sur içinden bir takım kadar kuvvetle bölgeyi takviyesi suretiyle yapılan karşı taarruzun Rumlar üzerindeki baskısından yararlanan bölge mücahitleri ile bölgedeki evlere sığınmış 100 kadar kadın ve çocuk sur içine tahliye edilebildi.
Rumlar Namık Kemal Lisesi gibi aynı zamanda cehenneme çevirdikleri sur dışındaki Karakol, Sakarya ve Baykal’a, tank da kullanarak saldırı üstüne saldırı düzenliyordu. Devam eden ağır Rum baskısı altında Mağusa Sancaktarlığı ile sur dışındaki mücahitlerin irtibatı kesilmiş haber de alınamaz olmuştu. Bu ümitsiz durumda Rumların teslim tekliflerini geri çeviren Mağusa Sancağı, bir ara Karakol bölgesinin düşmek üzere olduğu haberi üzerine saat 17.00’de, Rum kuşatmasını parçalamak üzere kale içinden bir bölük kadar kuvvetle taarruza kalktı. Cehennem ateşi içine kahraman mücahitler aslanlar gibi saldırıyordu.
Başarı ile yürütülen taarruz sonunda bölge halkı açılan gedikten sur içine alınarak katliamdan kurtarıldı.
Düşmanın ağır baskısı karşısında Baykal ve Sakarya’da savunma devam ediyorsa da bu cehennem ateşi altında sur dışında daha fazla kalınamayacağı da ortada idi. Baykal bölgesi ile sur içi arasında, kullanılabilir durumda eski bir yeraltı geçidi vardı. Kaleden de takviye edilerek akşama kadar dayanan Baykal mücahitleri ve halk, gece saat 23.00’ten sonra sessizce kimsenin burnu bile kanamadan sur içine alındı.
Şimdi sıra Sakarya halkı ve bölge mücahitlerine gelmiş ancak elde kuvvet de kalmamıştı. İş Sakarya Mücahit Bölük Komutanlığı’nca karanlıkta sessizce yapılabilecekti. Sakarya Bölüğü de gecenin ilerlemiş bir saatinde Rumların zaafiyetinden yararlanarak, önce halkı sızdıracağı bölgeyi kontrol altına aldı ve bölgede yaşayan soydaşlarımızı, sabaha karşı sur içine alarak katliamdan kurtarmayı başardı.
O günleri zaman zaman hatırlayanlar Rumların, bu sızma harekatının nasıl farkında olamadıklarına hala makul bir cevap bulamamaktadırlar.
Bu suretle sur dışından yaklaşık 4000 kadar Türk kale içine alınmış oldu.
Birinci Harekatın sonuna kadar jetlerimizin 21 ve 22 Temmuz günleri Rum mevzilerini bombaladıkları toplam bir saat kadar süre hariç Rumlar bütün silahları ile kale burçlarına ve sur içine ateş yağdırdılar. Surlarda gedik açmak için özellikle kale girişlerine yapılan hücumlar, mücahitlerin göğüs göğüse verdikleri muharebelerle ancak durdurulabiliyordu. Her yerde patlayan tank, top ve havan mermileri ve surlara 100-150 m mesafedeki binalara yerleştirilmiş makinalı tüfek atışları kadın, çocuk, mücahit bir çok can aldı, pek çoğunu yaraladı.
Kale içinde mücahitler, büyük bir disiplin ve dayanışma ile cehennem ateşi altında dayanıyorlardı. 15 yaşındaki çocuklardan 80 yaşındaki ihtiyarlara kadar herkes silah altına alınarak mevziler ve nöbet mahalleri takviye edilmişti. Kadın, çocuk, yaşlı, genç elinden iş gelen herkes yerine göre mevzileri onarıyor, sığınak hazırlıyor, yangınları söndürüyor, birbirlerine destek oluyorlardı. Habercilik hizmetleri çocuklar, ekmek ve yemek yapımı ile hasta ve yaralı bakımı ve diğer sağlık hizmetleri kadınlar tarafından yürütülüyordu.
Elektrik ve suyun da kesildiği surlar içinde yiyecek, içecek, ilaç, silah ve mühimmat ve her şey sayı ile kullanılsa da bir hafta sonra açlık ve sefalet baş göstermiş, göçmenler ve yıkılan evler nedeni ile bir çok insan açıkta kalmıştı. Su ihtiyacı evlerde mevcut depolar ve kuyular kullanılarak giderilmeye çalışılsa da harekattan önce depo edilen bir miktar un dışında yiyecek, içecek, ilaç ve tıbbi malzeme ihtiyacı dayanılmaz hale gelmişti. Limanı ele geçirip ambarlardan yiyecek temininden başka çare yoktu. 27 Temmuz gece karanlığında yapılan bir baskınla limanı ele geçiren mücahitler, kısa sürede, bulabildikleri malzemeyi sur içine taşıdılar.
Birinci Harekat sonunda 22 Temmuz saat 17.00’den sonra ateş kesilmekle beraber kale içinde küçük bir alana sıkışan Mağusa mücahitlerinin çilesi bitmedi. 25 Temmuz’da toplanan Birinci Cenevre Konferansı’nda Türk yerleşim yerleri çevresindeki Rum işgal ve kuşatmasının kaldırılması kararlaştırılmışken Rumlar ne işgal ettikleri yerlerden çekildiler, ne kuşatmayı kaldırdılar, ne de karma köyleri BM’e teslim ettiler. Aksine boşaltılan evleri BM’in gözleri önünde yağmaladılar, yakıp, yıktılar.
Yer yer çatışmaların da devam ettiği bu konferans, Türkiye’nin Türk birlikleri etrafında istediği güvenlik kuşağı sağlanamadan dağıldığında, adanın her yanındaki onbinlerce Türk gibi Mağusa Türkleri de Rumların kuşatması altında, açlık ve sefalet içinde, Rum saldırılarına karşı alabildiğine de hassas bir durumda idi.
Ardından 8 Ağustos’ta toplanan İkinci Cenevre Konferansı ile de hiç bir şey değişmedi. Zaman kazanmaya çalışan Rumlar Mağusa’da da ne kuşatmayı ne de ambargoyu kaldırdılar. Üstüne üstlük Türk Ordusu’nun koruması dışında bölgelerde soydaşlarımıza saldırıdan da geri kalmadılar.
14 Ağustos’la başlayan İkinci Kıbrıs Barış Harekatı’nda Türk Ordusu karşısında tutunamayan Rum birlikleri çekilirken rastaldıkları savunmasız Türk köylerini yakıp yıkıp, silahsız insanları BG’nün gözleri önünde katlettiler. 15 Ağustos’ta Taşkent’te 82, Atlılar’da 37, Muratağa ve Sandallar köylerinde 89, tamamı kadın, çocuk ve yaşlı yurttaşımızı topluca kurşuna dizdiler. Buldozerlerle açtıkları çukurlara bu insanları canlı canlı doldurup, üzerlerini toprakla kapattılar, geçtikleri köylerde halkı camilere toplayıp ateşe verdiler, kadınları zorla kirlettiler.
İkinci Harekat başlayınca Rumlar Mağusa Kalesini düşürmek için bütün güçleri ile tekrar Mağusa’ya yüklenmeye başladılar. Yoğun tank, top, havan ve makinalı tüfek ateşi altında, mermisi kalmadığı için seyrek ve isabetli atışlarla yetinmek zorunda olan mücahitlerin imdadına şimdi jetlerimiz yetişiyordu. Kaleyi düşüremeyen Rumların harekatın ikinci günü de devam ettikleri yoğun top ve havan ateşi yanında attıkları yangın mermileri ile liman ve kale içinde çıkardıkları yangınlar gece geç saatlere kadar sürdü. Üstüne toprak atarak söndürmekten başka imkanları kalmayan soydaşlarımız yangınları güçlükle kontrol altına alabiliyorlardı.
Mağusa’da sayı ve silah bakımından onlarca defa güçlü Rum kuvvetleri karşısında Türk mücahitleri, büyük bir disiplin ve dayanışma içinde eşi görülmemiş bir mücadeleyi başardılar, adeta bir mucizeyi gerçekleştirdiler.
3-5 günde koca koca devletlerin pes ettiği günümüzde tam 27 gün süren Mağusa müdafaası, şanlı tarihimizde yeni bir kahramanlık ve büyük bir zafer olarak şerefli yerini aldı.
Daha 20 Temmuz sabahı Barış Gücü İrtibat Subayı İsveçli Yarbayın Mağusa Mücahit Tabur Komutanı Üsteğmen Oğuz Kalelioğlu’na, “Sizden en az 30 kat güçlü ve ağır silahlarla donatılmış Rumlar karşısında hiç bir şansınız yok. Silahlarınızı ve kaleyi teslim edin, boşuna kan dökülmesin” teklifini Üsteğmen Kalelioğlu “Bizi buraya Türk Devleti, düşmanı çok görünce teslim ol diye göndermedi. Gerekirse çarpışarak ölmemizi emretti. Ben aldığım emri uygulayacağım” diye reddetmişti.
Mağusa Sancaktarı Topçu Albay Servet Mörek ve eğitim subayı Topçu Binbaşı Aydemir Erdoğan ve Tabur Komutanı Üsteğmen Oğuz Kalelioğlu’nun ve Sancak mücahitleri ile birlikte aldıkları bu yüksek karar; tabii ki tarihin tanıdığı kahraman Türk askerlerinin damarlarında dolaşan asil kana yaraşır bir karardı.
Bu yüksek ve şerefli kararın ardından kahraman Mağusa mücahitleri 15 Ağustos 1974 günü Kıbrıs Barış Harekatı sonunda Mağusa önlerine gelen, Mağusa’nın ikinci fatihi Fazıl Osman Polat Paşa’nın 28 nci Tümeni ile kucaklaşıp analarının ak sütü gibi helal olan zaferin doyumsuz tadını tattılar, bu ZAFER’in onuruna, gururuna ortak oldular. 1964’ten beri Mağusa mücahitlerinin sesini duyuran Canbulat Radyosu da, şimdiye kadar verdiği haberlerin en gurur vericisini ve en önemlisini 15 Ağustos akşam üzeri mehmetçik ve mücahitin kucaklaşmasını duyurarak yayınlamıştı. Cehennem ateşi altında faaliyetini sürdürebilen Canbulat Radyosu’nun, Mağusa Sancağı’nın direniş haberlerini diğer sancaklara duyurarak da harekata önemli katkılar yaptığı ortadadır.
27 gün süren bu amansız mücadelede Mağusa mücahitlerinin 36 şehit, 264 yaralısına karşı düşman ölülerinin miktarı 750, yaralı miktarı da 2000’dir.
Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti Bakanlar Kurulunca 9 Mart 1976 tarihinde Mağusa’ya Gazi ünvanı verildi. Artık 37 yıldır kentin adı Gazi Mağusa, körfezin adı da Gazi Mağusa Körfezi’dir.</p>
<p>Gazi Mağusa’da Mağusa’yı savunan Mücahit Birlik Komutanları ile (2013)
1. Alpay Tunca- Limasol Sancağı Mücahit Komutanlarından,
2. Pulat Yakar Tosun-Mağusa Sancağı Mücahit Takım Komutanlarından,
3. Gözkamaş Ergüneş-, Mağusa Sancağı Sivil İşler Subayı,
4. Cumhur Evcil,
5. Bülent Selent- Mağusa Sancağı Mücahit Takım Komutanlarından,
6. Ersen Simtaş- Mağusa Sancağı Mücahit Takım Komutanlarından,
7. Halil Asilkan-Mağusa Sancağı Muhabere Bölük Komutanı,
8. Mehmet Ersen- Mağusa Sancağı Muhabere Subayı,
9. Ahmet Güntekin-Mağusa Sancağı Sakarya Mücahit Bölük Komutanı,
10. Esat Dunki- Türkiyeli Kıbrıs Gazisi.
Mağusa savunması; gerçek bir istiklal, özgürlük ve onur savaşıdır. Bu savaşta gözünü kırpmadan düşmana saldıran mehmetçik ve mücahit gerçek kahramanlara, kolunu bacağını kaybeden kahraman malul ve gazilerimizinden hayata veda edenlerin önünde tazimle eğiliyorum. Mekanları cennet, ruhları şad olsun.
Aramızda yaşayan kahraman gazilerimize sağlıklı, mutlu uzun ömürler diliyorum.
Cumhur EVCİL</p> - Cami2