En son, PKK terör örgütünün tepesindeki yeni isim olan Cemil Bayık’ın, hükümetin akil adamlarından Prof. Dr. Mithat Sancar’a yapmış olduğu açıklamalardan bir kere daha öğrendik ki; PKK ulus devlete karşı imiş! Bu örgütü muhatap alıp, mücadele yerine müzakere yapanlar da büyük ölçüde ulus devlete karşı gözüküyorlar.
Zira, hazırlanmakta olan yeni anayasa metninde Türk ve millet kavramlarının muğlaklaştırılıp flu hale getirilmeye çalışılması; devleti yönetenlerin, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan Türk Milleti’ni 36 etnik grup olarak gösterme gayretleri, kamu kurumlarının tabelalarından T.C. harflerinin bir bir kaldırılıp atılıyor olması, Başbakanın yakın geçmişte “Türk Bayrağı” yerine “Türkiye Bayrağı” tabirini kullanması, TRT televizyonunun, Türkçe dışındaki dillerde de yayın yapmaya başlaması, “Mem-u-Zin” örneğinde olduğu gibi, kamu kaynaklarıyla Kürtçe eserler basılmaya başlanması, yerleşim yerlerine eski yerel isimlerinin verilmeye başlanması, doğu ve güneydoğuda belediyeler tarafından Kürtçe tabelalar kullanılmaya başlaması, bugünkü iktidar sahiplerinin de Türk kimliği ile hayat bulan ulus devlete karşı olduklarının en önemli işaretleridir.
Öte yandan, iktidar partisinin başta Mısır ve Suriye olmak üzere, İslam ülkeleriyle olan ilişkilerimizi akıl ve mantık yerine duygusal temele oturtmaya çalışmaları, yani bu ülkelerle olan ilişkileri, ülkemizin çıkarları ve milletimizin menfaatleri yerine, din kardeşliği üzerinden kurmaya çalışmaları, iktidarın ulus devletten çok “Ümmetçilik” fikriyle ve dolayısıyla “Emperyal” bir anlayışla hareket ettiğini akıllara getirmektedir. Bu sadece bizim değil, dünya devletlerinin de aklına gelmektedir ki; bu konuda Türkiye’ye serzenişte bulunanlar bile olmuştur.
PKK Ulus Devlete Karşı mıdır?
Bu konuda düşünmeye hiç gerek yoktur; PKK tamamıyla ulus devlet amacı güden bir terör örgütüdür. Çünkü örgütün nihai amacı bağımsız bir Kürdistan kurmaktır. Esasen, BOP veya GOP denilen ünlü proje de Kürtler için bir ulus devlet kurulmasını öngörmektedir ki; bu devlet, İran’dan, Suriye’den, Irak’tan ve Türkiye’den aparılacak ve koparılacak toprakların bir araya getirilmesiyle oluşacak bir büyük Kürdistan’dır. Üstelik bu devletin sınırları, Rize’den başlayıp Gürcistan’a kadar uzanan Türk topraklarını da içine almaktadır ki; böylece Bağımsız Kürdistan’a açık denizlere çıkış yolu, yani bir anlamda nefes alma alanı da düşünülmüş bulunmaktadır. Demek oluyor ki; PKK terör örgütünün nihai amacı ulus devlettir. Yani bağımsız Kürdistan…
Peki, Dünya Ulus Devlete Karşı mıdır?
Elbette hayır. ABD’nin başını çektiği batı dünyası başta olmak üzere; modern dünya da ulus devlete karşı değil, bilakis ulus devletten yanadır. Bunu anlamak için 1990’lı yılların başına kadar gitmek gerekiyor.
Bilindiği gibi; 90’lı yılların başından itibaren Sovyet sisteminin çökmesiyle birlikte bir sürü Ulus devlet kurulmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Moldova, Beyaz Rusya, Estonya, Letonya, Litvanya, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan ismiyle 15 civarında yeni Ulus Devletler doğmuştur. Daha doğrusu bu devletler tekrar özgürlüklerine kavuşmuşlardır.
Öte yandan Yugoslavya’nın dağılmasıyla/dağıtılmasıyla; Sırbistan, Karadağ, Slovenya, Hırvatistan, Makedonya, Bosna-Hersek ve Kosova ismiyle 7 yeni Ulus devlet daha kurulmuştur. En son olarak Çekoslavakya Cumhuriyeti de iki devlete bölünerek Çek Cumhuriyeti ve Slovakya şeklinde ulus devletler yeniden olarak örgütlenmişlerdir. Bugün Belçika, Valonlar ve Flamanlar olarak; İspanya, İspanyollar, Basklar ve Katalanlar olarak parçalanmanın korkusunu yaşamaktadırlar. Hatta İskoçya bile İngiltere’den bağımsız olmanın ve ulus devlet olarak örgütlenmenin planlarını yapmaktadır. Yugoslavya’dan geriye kalan Voyvodina bölgesi de tıpkı Kosova gibi kendi ulus devletini oluşturmanın peşindedir.
Peki, Sovyet sisteminin çökmesiyle birlikte oluşan ulus devletlere, başını ABD’nin çektiği batı dünyasının bakışı nasıl olmuştur? Batının olaya yaklaşımı, tamamıyla ulus devlet oluşumlarına çanak tutucu, özendirici ve teşvik edici olmuştur. Bosna-Hersek ve Kosova örneğinde olduğu gibi, bazen de güç kullanarak desteklemiştir batı, ulus devlet oluşumlarını. Öte yandan batı dünyası, bir yandan Sovyet sistemine dahil büyük devletlerin parçalanıp ulus devletler şeklinde örgütlenmesini teşvik ederken, diğer yandan da iki Almanya’nın birleşmesini sağlayarak Almanların daha büyük ve güçlü bir Alman Ulus Devleti’nin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Ola ki; “Batının, ulus devletlerin oluşumunu desteklediği nereden bellidir?” şeklinde bir soru gelebilir. Bunun en basit ve en güzel cevabı şudur bence: Batı, doğu blokundan kopan devlerden bazılarını ve bu bloka bağlı Rusya ve Yugoslavya örneğinde olduğu gibi bazı devletlerin dağılmasıyla oluşan yeni ulus devletleri derhal himayesine almıştır. Mesela; Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla oluşan Estonya, Letonya ve Litvanya gibi Baltık Cumhuriyetleriyle, Yugoslavya’nın dağılmasıyla oluşan Slovenya ve Hırvatistan, ayrıca ikiye bölünen Çek Cumhuriyeti ve Slovakya gerekli şartları taşımadıkları halde AB’ye üye yapılmıştır. Keza; Macaristan, Polonya, Romanya ve Bulgaristan gibi eski doğu bloku ülkeleri de vakit geçirilmeden AB üyesi yapılarak koruma altına alınmışlardır.
Buna ilave olarak, eski doğu bloku ülkelerinden Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Romanya gibi bağımsız ülkelerin yanısıra 1990’dan sonra kurulan ve ulus devlet şeklinde örgütlenen Çek Cumhuriyeti, Estonya, Hırvatistan, Letonya, Litvanya, Slovakya ve Slovenya NATO üyesi yapılarak bu ulus devletlere çifte koruma sağlanmıştır. Ayrıca bu ülkelerin hemen hepsi AGİT (Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı) üyesi yapılarak bu ulus devletlere üçüncü bir koruma kalkanı daha oluşturulmuştur.
Özetle; hem terör örgütü PKK, hem de dünyanın bugünkü oluşumuna şekil veren batı dünyası, ulus devlete karşı değil, bilakis ulus devletten yana tavır koymaktadırlar. Esasen, dünyayı yeniden şekillendirmek amacıyla hazırlanan BOP da yine ulus devleti amaçlamaktadır. Bunun en önemli delili, Mekke ve Medine’yi içine alacak şekilde bir “Kutsal İslam Devleti” kurulmasının yanı sıra, Arabistan’dan önemli bir toprak parçasının koparılmasıyla büyük bir Ürdün devletinin kurulmasının öngörülmesi, Irak’ın üç ayrı devlet şeklinde düşünülmesi, bunlara ilave olarak İran-Afganistan-Pakistan üçgeninde Belucistan ismiyle bir ulus devletin daha öngörülmüş olmasıdır. BOP haritasına bakılırsa; Suudi Arabistan’ın Kızıldeniz ve Basra Körfezine olan kıyıları, İran’ın ise yine Basra Körfezi kıyıları bir hayli daralmaktadır.
Ulus Devlet, MHP ve Aleviler
Mısır’daki İhvan-ı Müslimin iktidarının askeri darbe ile devrilmesi ve bu partinin yasaklanmaya çalışılması, Suriye’de El-Kaide ve El-Nusra gibi dinci unsurların devreye girmesi üzerine Beşar Esat rejimini devirme konusunda batının ayak sürümesi ve bölgesinde izlemiş olduğu İslamcı siyaset sebebiyle AKP iktidarının gözden çıkarılıp, kenara itilmesi (AKP yönetimi bu durumu “Değerli Yalnızlık” şeklinde nitelendirmektedirler), batı dünyasının, Orta Doğu’da emperyal düşüncelere ve bunun alt yapısını teşkil eden Ümmetçi yaklaşımlara asla pirim vermeyeceğinin en bariz göstergeleridir. Netice olarak, en azından 21. asır da bölgemizde ve bütün dünyada “Ulus Devlet” sistemlerinin geçerli olacağı bir asır olacaktır.
İşte bu noktada, Türk Milliyetçiliği ideolojisiyle siyaset yapan ve ulus devletten yana tavır koyan MHP’ye çok büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Prof. Dr. Mehmet Altan bile “Türklerin hakkını koruyan sadece MHP kaldı” deme noktasına geldiyse, MHP artık bu görevden ve sorumluluktan asla kaçamaz. Dolayısıyla; MHP yönetimi, öncelikle Türk Milliyetçilerini bir araya getirmenin, arkasından da 75 milyonu kucaklayacak siyasalar üretmenin yolunu bir şekilde bulmak zorundadır.
Gazetecilerin Mehmet Altan’ın yukarıdaki sözünü hatırlatmaları üzerine MHP lideri Sayın Bahçeli’nin vermiş olduğu aşağıdaki cevabı son derece anlamlı buluyorum ve MHP yönetiminden bunun gereğini yapmalarını bekliyorum:
“75 milyona talibiz. Onları da kucaklıyoruz. Bütünleştirici bir yaklaşım içinde faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Ayrım yapmıyoruz. Buradaki PKK’yı Kürt kökenli kardeşlerimizle özdeşleştirenler şimdi düştükleri hatayı düzeltmeleri lazım. Mehmet Altan veya gazeteciler değerlendirmelerde yine bu yanlışlığa devam ediyor. Karşıt unsur yaratmaya çalışıyor. Onlara düşen asıl görev ‘Kürt kökenli kardeşlerimizi PKK temsil ediyor’ yanlışlığından kendilerini kurtarmaları lazım. “(*)
Sayın Bahçeli’nin “75 milyona talibiz” demesi anlamlı, anlamlı olmasına da bu iş nasıl olacak? Mühim olan bu sorunun cevabı aslında. Öyle ya; Ülkücüler bile daha bir araya gelememişken ve muhtelif medya organları vasıtasıyla birbirlerine salvo atışlar yaparken siz 75 milyonu nasıl kucaklayacaksınız?
Şu halde, öncelikle Ülkücülerin, arkasından da Türk Milliyetçileri’nin derlenip toparlanması ve bir şekilde bir araya gelmesi gerekiyor. Bunun için öncelikle yapılması gereken şey, şu salvo atışlara son verilmesi ve parti yönetiminin en acımasız şekilde eleştirilmesinden vazgeçilmesidir. Elbette MHP yönetimini çeşitli şekillerde eleştirmek mümkündür. Ancak zaman, o zaman değildir. Parti yönetimine düşen görev ise gönüllü olarak partide çalışmak üzere gelenleri görmezden gelmek ve onlara kapıları kapatmak değil, onlara kapıları sonuna kadar açmak ve hatta onları partiye davet etmektir. Çünkü ola ki; kapınıza gelenlerin sizden daha iyi bildiği şeyler olabilir. “Küçük olsun, hepsi benim olsun” anlayışını bir an önce terketmelidir MHP yönetimi. Parti yönetiminin etrafında iç içe halka olanlar ve safları son derece sıklaştırıp içeriyi görülmez yapanlara sesleniyorum; halkaların genişlemesinden korkmayın lütfen! Onun için saflarınızı biraz gevşetin de başkaları da girsin aranıza efendiler!
Mesela diyorum; MHP neden şu Alevi yurttaşlarımıza bir türlü gereği gibi yaklaşamaz ve onları kazanmayı bir türlü beceremez? Her yıl Söğüt’e çıkarma yapan MHP yönetimi neden bir sene de Hünkar Hacıbektaş’ı Veli’yi anma törenlerine iştirak etmez(yoksa etti de bizim mi haberimiz yok)? MHP yönetimi neden cem evlerinin ibadethane statüsüne kavuşturalması için çaba vermez ve bu konuda bir yasa teklifinde bulunmaz? Neden korkuyoruz ki? O zaman sizin cem evlerine “Cümbüş evi” nazarıyla bakan ve “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemini “Mum söndü oynuylorlar” şeklinde nitelendirerek Alevilere bir nev’i göndermede bulunan “Milli Görüş” temsilcilerinden ve onların bugünkü uzantısı olan AKP’den ne farkınız kalır ki? Sizin onlardan ve CHP’den farkınız olsun ki; Alevi vatandaşlarımız size gelsinler, size oy versinler.
Aslında bir Alevi olan köşe arkadaşım tarafından MHP ve Türk Milliyetçiliği üzerine yazılan bir yazı, binlerce kişi tarafından okunup takdir ediliyorsa ve bu kişi “Anlamak İçin Türkçe Kur’an” ismiyle kalkıp Kur’an Meali hazırlıyorsa demek ki; bu insanlar da dinine, imanına sahip çıkan insanlardır. Alevilik adı altında büsbütün dinsizlik yapan ancak sesleri oldukça gür çıkan bir grup ateist azınlığa bakarak Alevileri hep öyle sanmamak, bu tür propagandalara kanmamak gerekiyor canlar. Sırf İslamı sizin gibi yorumlamıyorlar, sizin gibi düşünmüyorlar ve sizin gibi ibadet etmiyorlar diye onları dinsiz ve imansız zannetmeyin dostlar.
Lütfen korkmayın; bu konularda çalışma yapmakla ve yasal düzenlemeler teklif etmekle günaha filan girmezsiniz! En büyük günah, ulus devleti yıkma heveslilerine fırsat vermek, en büyük sevap ise Ulus devletin en güçlü savunucuları olan Alevi yurttaşlarımızı kazanmaktır bilesiniz. Prof. Dr. Mustafa Erdem Bey, size sesleniyorum; lütfen arkadaşlarınızı ve parti yönetimini aydınlatın bu konuda. Madem ilahiyat profesörüsünüz, sizden beklenen budur hocam. MHP parti tüzüğü ise bu tür çalışmalar yapmak için biçilmiş kaftandır. Çünkü harika düzenlemeler var parti tüzüğünde. Metin olarak harika olmasına harika da tüzüğün hayata geçirilmesinde galiba bazı problemler var.
Zira; “Misyonumuz; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmezliğini, birlik ve bütünlüğünü, hak ve menfaatlerini korumak; yüce Türk milletinin milli ve manevi değerleri ile tarihi ve kültürel zenginliklerine sahip çıkmak; inançlı, yüksek ahlaklı ve çağın gerektirdiği niteliklere sahip nesiller yetiştirmek; hak ve adaleti, huzur ve güveni her alanda hâkim kılmak; Türkiye’nin müreffeh ve onurlu geleceğini inşa etmek; barış, mutluluk ve adaletin hâkim olduğu bir dünya nizamının tesisinde ülkemizin söz sahibi olmasını sağlamaktır. Vizyonumuz; geniş vatandaş kitlelerinin teveccühünü kazanarak tek başına iktidar olmak, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet ve yeni bir dünya düzeni anlayışıyla; ekonomik, sosyal, kültürel, teknolojik gelişimini ve bilgi toplumuna geçişini sağlayarak ülkemizi, bölgesinde ve dünyada süper güç ve Lider Ülke konumuna getirmektir.” diyen bir partinin bu vizyonla bu misyonu gerçekleştirmek için acilen bir şeyler yapması gerekiyor. Somut projeler ve müşahhas tavırlar ortaya koyması gerekiyor.
İşte bu noktada yapılacak en güzel çalışma, bu ülkede sayıları 20 milyona yaklaşan ve üstelik de öz be öz Türk oğlu Türk olan Alevi vatandaşlarımızın gönlünü kazanmaktır. Bizim için önemli olan mezhep taassubuyla hareket ederek bazı inanç gruplarını görmezden gelmek ve ötekileştirmek değil, onlarla hemhal olmaktır. Unutmayalım ki; devleti ve bağımsız vatanı olmayan milletlerin dini de imanı da olmaz. Bizim kanaatimize göre; din bir üst yapı kurumudur ve ancak bağımsız ve hür insanlar için bir anlam ifade etmektedir. Allah bile hür olmayan insanları dini bakımdan mükellef saymamıştır. Dolayısıyla; MHP, bütün çalımalarını Ulus devleti korumak için teksif etmeli ve bunun için ne gerekiyorsa onu yapmalıdır. Bu noktada Alevi vatandaşlarımızla, Kürtçü olmayan Kürt vatandaşlarımızı kazanmanın MHP ve ülkemiz için hayati derecede önemli olduğuna inanıyoruz.
Madem MHP için Milliyetçilik “Türk milletine mensubiyet bilincini geliştirmeyi hedefleyen ve onun ayırt edici vasıflarını, dünyayı ve olayları yorumlayışta temel referans kabul eden fikirler ve duyarlılıklar bütünüdür…” o halde MHP, bu bilinci geliştirmek ve geniş toplum kesimlerine yaymak zorundadır.
Madem MHP’ye göre laiklik “Kaynağını pozitif hukuktan alan, ruhban sınıfının nüfuz ve imtiyazlarından arınmış, dinî inanç ayrımı gözetmeksizin herkes için geçerliliği olan genel bir kamu düzeninin yürürlükte olması anlamına gelmektedir ve herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.” şu halde MHP, vakit geçirmeksizin kendilerini “Ruhban” statüsünde görenlerin din ve mezhep dayatmalarından, bir an önce sıyrılmak, hele hele tarikat ve cemaatlere angaje olmaktan özellikle kaçınarak Alevi vatandaşlarımızın sorunlarıyla yakından alakadar olmak zorundadır. Bunun için elbette Alevi örgütlerinin temsilcilerine de görev ve sorumluluklar düşmektedir. Aleviler, öncelikle parti taassubundan kurtulmalı, “ne pahasına olursa olsun CHP” demekten artık vazgeçmeli, iktidar partisinin “Muharrem İftarı”, “Alevi açılımı” ve “Tuzluçayır’da cami ve cemevi temelinin birlikte atılması” gibi göstermelik uygulamalarına asla itibar etmemelidirler…
_____________
(*) Settar Kaya, “MHP ve Mehmet Altanlar” başlıklı makalesi,