Meltem Dikmen Caniklioğlu
Başbakan,
Bu gece seni, bir televizyon kanalında ağlarken gördüm. Sonra bütün kanallar ağlayan seni, önemli bir habermiş gibi verdi. Elde mendil, gözler yaşlı, kısık bir ses… “niye ağladınız?” diye sorana dedin ki ”benzer şeyleri ben de yaşadım”.
Merak ettim, ne yaşamış olabilirsin? Bir evlâdını şehit verdin de haberimiz mi olmadı? Ya da bir evlâdın terörden beter(!) trafik kazasında can verdi de duymadık mı? Bir evlâdının, yüzüne sıkılan gaz bombası kapsülüyle gözü çıktı da sakladın mı?
Evlâdın, gözünden sakındığın, can parçan, polislerce, eli palalı milislerce dövülerek, beyni patlatılarak öldürüldü de acını içine mi gömdün? Ya da yakıldı mı bir evlâdın? Dershaneden evine dönerken bindiği otobüse atılan molotofla yandı da, can çekişe çekişe, bir hastane odasında ölümüverdi? Ne oldu Başbakan, seni öyle ağlatan neydi? De ki bilelim, acına ortak olalım. Allah hiç kimsenin evlâdını böyle almasın elinden. Allah hiç kimsenin evladının bu korkunç sonuna ortak etmesin kimseyi. Allah evlât acısı da vermesin, evlâtların katline sebep de kılmasın kimseyi.
Sonra, Mustafa Pehlivanoğlu’nun idama giderken yazdığı mektubu okuduğun o titrek ses ve o ağlak yüz ifadesiyle, deyiverdin yaşadığın benzer şeyi. Ben de anlayıverdim niye ağladığını. Kızcağızın kapına pusula asmış, “baba bana zaman ayır” diye, pek üzmüş bu seni. Çok çalışıyormuşsun, ayıracak zaman bulamamışsın evlâdına. Başbakan sen âlemsin. Üzüldüğün şeylerle bile fark atıyorsun etrafına.
Geçmişte bir gün, evde toplanmış sohbet ediyorduk. Sohbetin konusu çocuklar. Hanımlar çocuklarından bahsediyor. Kimisi çocuğunun yaramazlığından, kimisi hastalığından, kimisi yemek yemeyişinden. Misafir hanımlardan biri “benim Mutlu da” diye söze girip Mutlu’nun yaramazlıklarını, sevdiği yiyecekleri, nelere alerjisi olduğunu falan anlatıyor ve o kadar heyecanla anlatıyor ki bir süre sonra herkes ona yöneldi. Sohbetin bir yerinde anlaşıldı ki Mutlu çocuk değil, bir köpektir. Ortada buz gibi bir hava esti, herkes sustu ve çocuk muhabbeti kapandı.
Sen de galiba evlat acısıyla kavrulan yüreklere dayanamadığın için, alıveriyorsun lafı koyuveriyorsun yola. Herkes susuyor, karşındakine söyleyecek söz kalmıyor. Tabi ya, Esma ölmüş, senin kızın da babasını göremediği için çok üzülüyormuş. Ölen bir kız çocuğu ile babasının ilgisizliğinden yakınan bir kız çocuğu arasındaki eşitlik, özel bir kafa yapısının kuracağı bir denklemle mümkündür zaten. Sen çok özelsin başbakan.
Mesela bir iftar yemeğinde, evladını teröre şehit veren ailelere, trafik kazalarında ölen gençlerin, şehadetten daha acıklı sonlarından bahsedersin. Herkes bu harika tespitle mest olur, senin de kıllarının sayısı artar.
Kızını bir kurşunla kaybeden babanın acısıyla kendininkini yarıştırırcasına “benim kızım da kapıma pusula asmıştı” diyorsun, sen nasıl bir insansın başbakan?
Kızın “benimle ilgilen baba” deyince, dört aylık hapis cezanı krallar gibi çekince en ağır mağduriyeti, en büyük acıları yaşamış oluyorsun.
Bilirim “Öz ağlamayınca göz ağlamaz”. Gözyaşına saygımız vardır, her yüreğin titreyen bir teli mutlaka vardır. Bizim başbakanımızın yüreği kızının kapıya astığı pusula ile titriyor, Adeviye meydanında kör bir kurşuna kurban giden on yedi yaşındaki bir genç kızın hazin sonuna mı, ya da ona yazılan mektuptaki belagata mı titriyor onu tam anlayamadım, ama konusu Esma olan bir şeyin başbakana acı verdiğini anlayabildim. Başbakan belagati seviyor, mektuplara ağlıyor, mektup okurken ağlıyor, şiir okurken coşuyor.
Mısır’da, Suriye’de ölenler için öfkeli ve şiirsel konuşmalar yapıyor. Belki ağlıyordur da onlar için, görmedik. Anılarına yazılmış bir şiir veya mektup tutuşturursak eline, okurken kesin ağlar. Ama gözyaşları boşa gitmesin diye mutlaka bir televizyon programında değerlendirilir bu özel anlar. Ağlar tabi. İnsan olan, bu yaşananlara ağlar. Yalnız, hisseden bir yüreğin, merhamet etmesi, acı duyması gereken şeyler arasında tercih yapmak, merhamette tasarruflu davranmak gibi bir yeteneği yoktur. Onun için kalbi olanların ne yürek sızısı diner, ne gözyaşı. Hele bir de vicdan sızısı vardır ki, hiç kimse onu çekmekle imtihan olmasın. Tercih ve tasarruf yetisi beyinden gelir. Beynin yüreğe “şimdi ağla, ona değil, buna ağla, ağlarken sesini ayarla, jest ve mimiklerini kontrol et” komutunu verdiği yerde, acının ağlattığından değil, beyninin ağlama görevine memur ettiği bir ademden söz ederim ben ancak.
Kaddafi’nin ölümü 21. Yüzyıl’ın utancı olarak tarihe geçti, insan olan Kaddafi’ye de ağlar, ben birkaç resim hatırlıyorum, gazetelere televizyon ekranlarına yansıyan. Biri Hillary denen kadın, biri de senin bakanın, komşularla sıfır sorundan amansız düşmanlığa ve muhteşem yalnızlığa birlikte yol aldığın ademoğlu, çak yapıyorlardı, hayatımda gördüğüm en çirkin resim olarak beynime kazıdım onu. Sen Kaddafi’ye ağladın mı? Sahi Kaddafi’ye bu hazin sonu kim hazırladı? Ortadoğu projesinin eş başkanısın ya, mutlaka biliyorsundur bir şeyler, sorumlular için hesap verme vakti geldiğinde ne yapmayı düşünüyorsun? Gizli tanıklık yapıp mahkûm ettireceğin isimleri şimdiden düşün bence. Bak Şemdin Sakık’a, örnek al.
Başbakan, ülken yanıyor. Ülkende nice Esmalar dal gibi kırılıp toprağa seriliyor. Sen başbakansın, kime karşı adil olacağın konusunda seçim yapma hakkın yok. Sen insansın, eğer gerçekten başkalarının çektiği acıya ağlayabilen bir kalbin varsa, kime merhamet edeceğin ve kimin için ağlayacağın konusunda seçim yapma hakkın hiç yok.
Bir genç kızımızın, protesto olayları sırasında beli kırılmış, çocuğunu düşürmüştü, arkasından “kız mıdır kadın mıdır belli değil” demiştin.
Neden başbakan?
Senin ülkende gösteri yapanla elin ülkesinde gösteri yapan arasındaki fark nedir? Senin ülkende gösteri yapmak çapulculuk, elin ülkesinde demokratik hak.
Senin ülkende teröre karşı cepheye sürdüğün yirmi yaşındaki gençler yan gelip yatacağına ölsün, elin ülkesinde devletine isyan eden gençleri Türkiye beslesin, sırtını sıvazlasın.
Senin ülkende bölücü terörün, hadi adını da koyalım, senin “sayın” dediğin ve bundan böyle “sayın” denilmesini ferman buyurduğun şu eli kanlı manyak katil Apo ve onun ortağı, emir eri katiller sürüsünün kırdığı fidanlar kelle, elin ülkesinin Irak’a Afganistan’a katliama, yağmaya gitmiş katilleri, tecavüzcüleri, hırsızları, sağ salim evlerine dönmeleri için dualarına mazhar olmuş değerli gençler; kelle kesen, kalp, ciğer yiyen insanlığın yüzkaraları, insan kılığındaki şeytanlar makbulün, vatan için göğsünü siper eden insan evlâtları umurunda değil.
Başbakan, sahi sen neden ağladın o televizyon kanalında? Tamam, Pehlivanoğlu’nun mektubunu ağlayarak okuman gerekiyordu, çünkü anayasa referandumunda ülkücülerin oyuna ihtiyacın vardı. Onu anlamıştım, sadece oynadığın bu oyuna inananları anlamamıştım , hala da anlamıyorum ya, neyse… Şimdi niye ağladın?
Prof. Fatih Hilmioğlu’nun gencecik evladı trafik kazasına kurban gitti. Kızının sitemli pusulasını hatırlayıp ağlayan sen, madem böyle hassas bir yüreğin var, o baba ile o çocuğun yıllardır birbirine hasret olduğunu da bildiğine göre, bir güzellik yapamaz mıydın? Hasta ve hasret yüklü bir babanın bir tek gecesini ailesi ile geçirmesine izin vermeyecek kadar mı büyük senin kinin? Ağladın mı Prof. Hilmioğlu’nun yirmi dört yaşında trafik kazasında giden yavrusuna?
Ağlaman için bu çocukların ya da babalarının İhvan’dan, El Nusra’dan falan mı olmaları gerekiyor?
Serap da on yedi yaşındaydı, soyadı Eser, hatırlıyor musun? Bizler unutamadığımız için hatırlamamız söz konusu olamıyor.
Bilir misin o şiiri:
Dedin ki gezende çölü çemeni
Hatırla meni
Düzlerden atladım dağlara vardım
Ahı unutmadım
Birce an seni
Eğer unutsaydım
Hatırlardım
Bu toprağın insanları hiçbir şeyi, yaptıklarını, yapılmasına vesile olduklarını unutmayacağı, unutamayacağı için, sen Türkiye’ye artık sığamazsın başbakan. Öyle gösteri meydanlarında falan da can vermedi Serap. Bindiği otobüste yaktılar yavruyu. Hemen ölmedi de, bir ay can çekişti. Aylardan Kasım yıllardan 2009’du, yaktılar, dayanamadı bir ay sonra terk etti bu dünyayı. Tıpkı Esma gibi, o da on yedi yaşında ayrıldı bu dünyadan. Sana çok yaşamışsın gibi gelmiyor mu? Bana geliyor. Utanıyorum yaşımdan ve yaşıyor olmamdan. Serap için kalbi olan herkes hâlâ ağlıyor.
Sen Serap’ın katilleri ile masadasın şimdi. Bizim adımıza neyin pazarlığını yapıyorsun? Verdik mi sana o yetkiyi? Kim verdi, sandık mı? “Ben demokrasiyi sandık sandım” diyeceğin günler yakın.
Sen, Ali İsmail için niye ağlamadın? O da sadece on dokuz yaşındaydı. Baktığın yerden Esma haklı, baktığım yerden Ali İsmail de haklı. Demokrasi böyle bir şey işte. Hep sen, sadece sen haklı olamazsın. Ali İsmail, sopalarla tekmelerle dövülerek öldürüldü. Esma kadar genç, Esma kadar narin ve güzel bir delikanlıydı.
Serap’ın ve Ali İsmail’in aileleri, “keşke bizim çocuklarımız da Esma gibi bir kurşunla ölseydi” dediler belki. Acıdan büyük acı vardır başbakan. Evlat acısına dayanılmaz. Yakılarak, dövülerek öldürülen bir evlâdın acısına hiç dayanılmaz.
O aileleri ziyaret etmeyi hiç düşünüyor musun? Sen babasın, yaşamasan da hissedersin belki. Evlatlar melek olup evden uçunca, aileler üç gün yastan sonra hayata dönmüyor. Şifasız acılar içinde ölümden beter ölümler yaşıyorlar. Promethe’yi bilir misin, işte onun gibi. Ciğerleri her gün parça parça oluyor, bir sonraki gün yeniden parça parça olmak üzere dikiliyor. Yeniden parçalanıyor, yeniden dikiliyor, sen bilir misin bu ne demek?
Başbakan! Ben bir anneyim. Annelerin kalbi büyük olur. Annelerin intikamı da korkunç olur. Seraplar, Ali İsmaillerle, başka annelerin evlatlarına reva gördüğün hazin sonlarla, yüreğim sana böyle buğz bağlamışsa, kork bu ülkenin annelerinden. Evladından vurulmuş annelerin kini ve öfkesi yanında, senin ülkene, milletine, Türke ve Türklüğe duyduğun kin hiç kalır. Esmaya ağlayarak kandıramazsın kimseyi.
Başbakan! Talebimdir: Benim ülkemin evlatları için de ağla, şehitlerime saygı duy, biçilmesi emrini verdiğin fidanlarım için özür dile, diz çök, ağlayarak özür dile. Hesap günü geldiğinde, cezan kesilecekken, kendin için bir hafifletici sebep sun bu millete, çünkü bizim kalbimiz var, sana bile ağlayacağız inan.
Son söz: Sen Esmaya ağladın ya, biz de ağladık. Sen sadece Esmaya ağladın, biz vahşet ve zulmüne ortak olduğun küresel çetenin yaktığı ateşe düşen her can için ağladık, biz güzel ülkemizin güzel çocukları toprağa düştükçe ayrıca ağlıyoruz ve hep ağlayacağız.
Sahi sen hangi millettensin, hangi iklimi soluyor, kimin dilini konuşuyor, kimin elini tutuyorsun? Kalbin neresi için ve kimler için atıyorsa oraya git. Çoluğunu çocuğunu al git. Durma buralarda. Biz senin yerine de ağlarız.
Sen şiir seversin, bak bu mısralar sanki seni anlatmış, ben yazmadım. Soracaksan büyük şair Yavuz Bülent Bakiler’den sor hesabını.
Kılığın kıyafetin sarmadı beni
Söylediğin türküler bizim türkümüz değil
Başka çeşmelerden doldurmuşsun tasını
Yüreğinde nakış yok, sevgi yok bizden
Bulutlar rahmetini kesmeden yavaş yavaş
İnsanlar selamını esirgemeden
Savuş, git içimizden.
Git başbakan, ülkemi terk et. Seni kovuyorum.
Meltem Dikmen Caniklioğlu
edebiyatgazetesi
4.060 views