YUNANLILAR BÜTÜN EGEYİ YAKIP YIKIYOR
30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Muharebesinin kazanılmasının getirdiği coşku genellikle bizleri 9 Eylül İzmir’in kurtuluşuna götürür ve o günleri anmaktan büyük keyif alırız. Amma birkaç gün sonra başlayın yangın sanki bize o günlerin en acı olayı gibi görünür. Ancak asıl büyük acı; kimsenin dikkatini çekmediği ve tarihimizde üzerinde pek durmadığımız bu bir haftalık dönem içinde yaşanmıştır. Bu gün size Egemizin o karanlık günlerinden bahsetmek istiyoruz.
Batı Anadolu, Yunan Kuvvetleri çekilirken, çok büyük kayıplara uğradı. Dünyada hiçbir Orduda mevcut bulunmamasına rağmen, Çekilen Yunan birliklerinde daha önceden oluşturulmuş olan özel “yakma ekipleri” kurulmuştu ve bu birlikler, bu dönemde en başarılı Yunan askerleri olarak faaliyet gösterdiler. Deniz’e kadar bütün Türk şehir ve kasabaları büyük bir soykırıma uğratıldı ve yakıldı. Uygulanan taktikler hep aynı idi. Şehir veya kasaba Yunan ve yerli Rum askerleri ile kuşatılıyor, orada yaşayan gayrimüslimler tahliye ediliyor. Türkler Cami, samanlık, okul gibi kapalı yerlerde toplanıyor veya evlerinden çıkmama talimatı alıyor, askerler /çeteler evlere dalıp altın, gümüş ve namus gibi değerlerden istediklerini alıyor ve evleri gaz dökerek tutuşturuyorlardı. Şehirden çıkmak isteyenler kurşunlanıyor ve alevler içinde kalmaya zorlanıyordu.
İzmir’e Mustafa Kemal Paşa ile röportaj yapmak için gelmiş olan ve orada bulunan gazeteci ve yazarlardan Halide Edip (Adıvar) Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Ruşen Eşref (Ünaydın), Asım Us ve Falih Rıfkı (Atay) İstanbul’a dönüşlerini Batı Anadolu üzerinden Bursa’ya doğru yaptılar. Bu yazarlar gördükleri yıkım ve felaketleri “İzmir’den Bursa’ya” adlı bir kitapta topladılar.
Falih Rıfkı Atay’ın izlenimlerinden bir bölüm şöyledir: “Henüz çürümeyen cesetler ve neredeyse henüz tüten yangınlar içinden geçiyorduk. Yanıp külleri savrulan Manisa’ya, cetlerimizin şehrine iki eli böğründe bakakaldık. Yunanlılar çekilişlerinde yok edici bir Tahrip yapmışlardı. Yanmayanlar, vakit bulup da yakamadıkları, yaşayanlar fırsat bulup da öldüremedikleri idi. İki millet arasında yalnız birinin arta kalacağı bir boğazlaşma geçmiş olduğunu görüyorduk. Yunanlılar Batı Anadolu’yu Türkler için oturulmaz bir çöle çevirmek istemişlerdi…” (1)
Tahmin edileceği gibi batılı yazar ve gazeteciler bu olaylara asla temas etmemekte, dikkatleri Yunan kaçışı ve İzmir Yangını üzerine yoğunlaştırmaktaydılar. “İzmir yangınını kim, niçin çıkarmıştır” sorusu yıllarca tartışıldı. (2) Richart Reinhart, İzmir’in külleri adlı romanında olayların arifesinde Ermenilerin durumunu anlatıyor:
Olayda Ermenilerin ilişkisini belirleyen önemli bir husus “İtfaiye birliklerinin çalışmasını engellemek için birçok Ermeni’nin itfaiye birliklerinin üzerine ateş açması”dır. (3)
Biz İzmir yangınını sadece “bütün ümitleri tükenmiş ve ülkeden kaçmaya hazırlanan” Ermenilerin geride işe yarar hiçbir şey bırakmama arzusu sonucuna bağlamak istemiyor, aynı amacı taşıyan işgalci Yunan Gücü’nün oynadığı son perde –yıkım operasyonunun bir parçası olduğuna inanıyoruz. Aşağıdaki satırlar, 9 Eylül’den kısa bir süre sonra İzmir’e gelen ve oradan da Ankara’ya kadar gidip, liderlerle görüşen bir İngiliz gazete, muhabiri Grace Mary Ellison’un anılarından alınmıştır.
“Manisa’daki 14.000 evden 13.000’i yanmış, 1.000 kadar sağlam ev kalmış, Alaşehir’de 4.800 evden sadece 100 kadar evin kaldığı görülüyordu.” (4)
Camilere doldurulup yakılmış insanları gördükçe Bayan Ellison isyan eder:
“Fransa’da buna benzer yıkılmış yerlerin bulunacağını bana iddia edemezsiniz. Ben, Fransa’nın savaş sırasında her yerini gezdim. Orada insanlar bir köy yıkılmışsa ötekine göç edebiliyorlardı. Evet, Almanlar da orada çok yıkım yaptılar, bunu küçümsemiyorum. Ama onlar hiçbir zaman kadınları ve çocukları ateşe vermek için kiliseye sokmadılar. Köylerin toptan yakılması, davarların öldürülmesi, normal savaş kurallarından sayılmamalı. Kadınların boğazlarının kesilmesi, Yunanlıları uygarlığın çok dışına çıkarmıştır.” (5)
İngiliz gazeteci, bu vahşet haberlerinin batı basınına duyurulmamasından, sansürden de şikâyetçidir. Ankara’dan Bursa’ya gelirken yanında bir Amerikalı gazeteci ile yolda gördükleri karşısında kızgınlığa kapılırlar.
“Arabamız geçtiğimiz köylerdeki yıkıntılardan, Yunanlıların barbarlığından söz ederken arkadaşımın sıkıntıları patlama derecesine geliyordu. “Biz dürüst davranmadık” diye bağırdı. “Ben ne Yunanlıyım, ne de Türk taraflısıyım. Ve şu anda Hıristiyanlıkla da işim yok. Fakat bu gördüklerimiz hakkında ses çıkartmayışımızı, anlayamıyorum. Siz ve ben acele edelim. Bir değişiklik olarak biraz gerçeği yazalım!” Ona bir şeyler yapılmasına, hiç olmazsa Ankara hakkında gerçeklerin biraz bilinmesine boşuna çalıştığımı söyledim. Eğer yazılarımda Yunanlıların yaptığı mezalime ait bir kelime varsa, yazı işleri müdürünün makası hemen işe koyuluyor ve gerçekler söylenmemiş ve duyulmamış olarak kalıyordu.” (6)
“İstanbul’da Amerikalı ve İngiliz özel muhabirleri, birkaç casus aracılığı ile, dedikodu ve kulak dolması sözleri bir araya getirip (dış dünyaya) gönderdiklerini içtenlikle, itiraf etmişlerdir… İstanbul’da yabancı basın mensupları Rumlardan para alıyor, her gazete muhabirinin Yunanlılar tarafından para desteği gördüğünü öğreniyorum.” (7)
Ünlü yazar Ernest Hemigway de bu gruba dâhildir. Batıya Yunan ve Ermeni cinayetleri konusunda bir tek kelime duyurmadığı halde, yazılarında Yunanlıların kaçışı sırasında gördüklerinden “Hıristiyanlık adına” acı duyduğunu, Trakya’dan göçen Rumlarla birlikte yürüdüğünü dramatik bir şekilde anlatacaktır. (8)
Özetlemek gerekirse, İzmir’e doğru ilerleme ve çekilme çok süratli olmuştur. Buna rağmen Yunan Ordusu Ege’yi baştan aşağı yakmış, yıkmış, sayısız cinayet ve tecavüz suçu işlemiştir. 9 Eylül’den bir gün dahi geçmeden İzmir de yanmaya başlamıştır. Günümüze kadar İzmir’i yakma sorumluluğu üzerinde değişik spekülasyonlar yapılmış ve hatta suç Türk ordusuna yüklenmeye çalışılmıştır. Biz bu konuda hiçbir yorum yapmadan, Manisa’yı, Alaşehir’i, Salihli’yi, Bursa’yı, Bandırma’yı ve diğer köy ve kasabaları kim yakmışsa yıkım onun eseridir demekle yetinecek ve bu konuyu, ilerideki günlerde, bir başka yazımızda açıklamaya çalışacağız.
DİPNOTLAR:
(1) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, S.331 (İstanbul-1984).
(2) David Walder: The Chanak Affair S.177 ( Hutchinson of London- 1969)
(3) Richard Reinhart: İzmirin Külleri ( The Ashes of Smyrna ) S.224 (Hürriyet Yayınları, istanbul) ; Mustafa Turan, İstirdatta İzmir Büyük Yangını, S.214, 220 (Nihat Atsız ve Necdet Sancar Armağanı, Medrese Kitabevi, Afyon-1995).
(4) Grace Mary Ellison, An English women in Angora, S:74-75 (Hutchinson Co. London –1923): Türkçesi Bir İngiliz Kadını Gözüyle Kuvay-ı Milliye Ankarası, S.69-71 (Milliyet Yayınları, İstanbul –1973), Ayrıca Bknz. Bilge Umar İzmir’de Yunanlıların Son Günleri S.267-345 (Bilgi Yayınevi Ankara –1974).
(5) Aynı Eser, S.74,79.
(6) Aynı Eser, S.123, An English Women S.260.
(7) Aynı Eser, S.141.
(8) Michael Llewellyn Smith, : Anadolu Üzerindeki Göz , S.348 ( Hürriyet Yayınları, İstanbul-1978)
Dr. M. Galip Baysan