1 Eylül 2013, Pazar
Son Güncelleme: 22:47
İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiseri General Pellé, 8 Eylül’de Paris’e yolladığı telgrafta, Yunan suçlarına dair delil elde etmesine rağmen, çok uzun süredir Kemalistlere yönelik benzer bir suçlamayı Rum Patrikliği’nden bile duymadığını yazdı. Bütün bunların ışığında, 1922’de elde edilen zaferin sadece milli değil, aynı zamanda ahlaki bir zafer olduğu sonucuna varılır.
Her yıl 30 Ağustos’ta tüm Türkiye’de yaygın bir şekilde zafer kutlamaları yapılır, ancak günümüzde, pek az Türk 30 Ağustos’un yalnızca askeri bir başarı olmayıp aynı zamanda Yunan Ordusu’nun ve onun Ermeni gönüllülerinin işlediği savaş suçlarına karşı kazanılmış bir zafer olduğunu bilmektedir. İsviçreli muhabir Noëlle Roger, daha 1930’lu yıllarda, Yunan vahşetini anımsamak için dikilmiş ve hatta dikilmesi planlanan bir anıt bulunmadığını gözlemlemişti. Sözü edilen vahşet olayları Yunan kuvvetlerinin Anadolu’ya ayak bastığı ilk gün olan 15 Mayıs 1919’dan itibaren başlamıştı.
İşgalin başlangıcından itibaren işlenen suçlar
Yunan ordusunun işlediği suçlar o kadar açıktı ki, Fransız Deniz Kuvvetleri İstihbarat Servisi’nin başındaki Albay Rollin, ilgili Fransız bakanına yolladığı normal raporların yanı sıra, bu vahşeti kınamak için, bir de özel protesto mektubu yolladı. Rollin 1915’te yaralanarak Osmanlı ordusu tarafından esir alınmış ve savaşın sonuna kadar tutuklu kalmıştı. Rollin bu gerçeği anımsatarak, kendisinin Türkleri savunmasını gerektirecek hiçbir neden bulunmadığına ve o dönemde, İzmir’deki savaş tutsaklarından sorumlu olan Fethi Bey’in “en centilmen düşmandan beklenenden” daha âlicenap davrandığına dair ilgi çekici bir ayrıntıya yer vermişti. Buna rağmen aynı Fethi Bey, “tüfek kabzalarıyla” 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar tarafından katledilmişti. Rollin’in gözlemlerini aktardığı üç görgü şahidinden bir Fransız’ın da Bursa’daki ailesi 1. Dünya Savaşı sırasında sürgüne gönderilmişti. Yunan İşgal Komutanlığı her ne kadar Batılı temsilcilerin zoruyla göstermelik olarak 15-17 Mayıs günlerinde işlenen suçlardan dolayı bazı suçluları (48 Yunanlı ile 12 Ermeniyi) cezalandırmış olsa bile, devam eden süreçte, benzer suçlar işlenmeye devam etti ve suçlular cezasız kaldı. Örnek vermek gerekirse, Amerikan Yüksek Komiseri Amiral Bristol’un yolladığı telgraflarda ve raporlarda Yunanlıların Müslümanlara ve Yahudilere karşı işlediği savaş suçları açık bir şekilde anlatılmaktadır.
Yunan ordusunun Anadolu çıkarmasının sözde gerekçesi, İzmir ve çevresinin “çoğunluğunu teşkil eden” Rum ve Hıristiyan nüfusa “zulmedildiği” iddialarıydı. Ama bu iddiaların her ikisi de Amerikan, İngiliz, Fransız ve İtalyan subaylarından oluşan İtilaf güçlerinin araştırma heyeti raporlarında kesinlikle reddedilmişti. Daha da çarpıcı olanı ise İzmir’deki Fransız Konsolosu Osmin Laporte’nin 13 ve 22 Nisan 1919 tarihli raporlarında yer alan, asıl kan dökümü riskine, muhtemel Yunan çıkarmasının yol açabileceği uyarısıydı. İki Fransız subayı da 9 ve 14 Mayıs tarihli raporlarında benzer sonuca varmıştı.
Son ana kadar süren yıkımlar
1921 Mayıs ayında, Uluslararası Kızıl Haç Örgütü’nün kurduğu, İsviçreli Maurice Gehri ile İngiliz Generali Franks’ın liderliğindeki bir komisyon da Yunan güçlerinin Yalova yarımadasındaki davranışı üzerine derin bir araştırma yapmıştı. Gehri raporunda, katliamların ve kundaklamaların ayrıntılı tasvirini sunup, komisyonun Yunanlılarla yaptığı sayısız görüşmelere rağmen “bu kötü olayların (Yunan) askeri kumanda kademesi tarafından önlenemeyecek kötülükler olmadığı bilgisini” de ilave etmiştir.
Paris’teki yönetim, İzmir’deki Fransız toplumunun 1914’ten beri seçilmiş lideri olan Elzéar Guiffray adındaki işadamından, Yunanlıların kötü davranışları hakkında bir rapor yazmasını istemişti. O da kendi bulgularını diğer vatandaşlarının şikâyetlerine ekleyerek, 22 Temmuz 1922 tarihinde Dışişleri Bakanlığı’na sundu. Guiffray 1919 Mayıs çıkarmasından beri Yunan suçlarının “sayısız” olduğunu anlattı ve (Şubat 1922’de Karatepe Camii’nde, çoğu çocuk olan 250 Türk’ün katledilmesi gibi) yayımlanmış olan raporların o zamana kadar “işlenmiş olan suçlardan çok azını” teşkil ettiğini ekledi. Guiffray yakılmış köylerden, katliamlardan, rastgele tutuklamalardan ve insanlık dışı hapis ortamlarından birkaç tane kesin örnek vermişti. Ayrıca Mayıs 1919’dan beri (en azından bazı durumlarda Ermeni gönüllülerin de dahil olduğu) Yunan güçleri tarafından öldürülen Türk sayısının “abartısız” 150.000’i geçtiğini ve bu sayının “sürgün edilen yaklaşık 300.000” kişiye ilave edilmesi gerektiğini belirtti.
İzmir – Aydın demiryolu şirketinin yöneticisi olan Lord Saint-Davids, Yunan geri çekilmesinin son evresinde Yunan güçlerinin “Aydın ve Nazilli’yi yakıp yolları üstündeki tüm köyleri ateşe verdikleri”, yağmacılıkla katliamlar işledikleri ve tümünü Yunan subaylarının emriyle yaptıkları sonucuna vardı. O zamanlar İzmir’de yaşamakta olan Fransız mühendis C. Toureille, sistemli şekilde işlenen yağmacılıkla yakıp yıkmanın ve katliamların tekrarlandığını teyit edip, bir Ermeni-Yunan çetesinin İzmir civarında kundakçılığa 8 Eylül’e kadar devam ettiğini ve 11-12 Eylül’de tamamen Yunanlılardan müteşekkil olan başka bir çetenin de aynı suçları işlediğini ilave etti. Öte yandan İstanbul’daki Fransız Yüksek Komiseri General Pellé, 8 Eylül’de Paris’e yolladığı telgrafta, Yunan suçlarına dair delil elde etmesine rağmen, çok uzun süredir Kemalistlere yönelik benzer bir suçlamayı Rum Patrikliği’nden bile duymadığını yazdı. Bütün bunların ışığında, 1922’de elde edilen zaferin sadece milli değil, aynı zamanda ahlaki bir zafer olduğu sonucuna varılır.
MAXIME GAUIN Uzman, Avrasya İncelemeleri Merkezi
1 Eylül 2013